Almanya'da Türklere dönük uzun zamandan beri uygulanan asimilasyon çalışmaları bütün süratiyle devam ediyor. Asimilasyon çalışmalarının iki sebebi var.
Birincisi, doğum oranı iyiden iyiye azalan Almanya'nın tükenmesini, dünya sahnesinden çekilmesini engellemek.
İkincisi ise, tarih sahnesinde önünde imkânlar açılan Türklerin gücünü tüketmek, kendi adlarına bir tehdit unsuru olmasının önüne geçmek içindir.
Şunu da belirtmekte fayda var ki, her ne kadar Türkler Almanlaştırılmaya çalışılsa da yine de ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulamamaktadır. Toplum içinde ki, eğitim sahasında ki gördükleri muamele stratejik olarak planlanmakta, Türk kökenliler yönetici ve bürokrat olmaktan ziyade, işçi olmaya yönlendirilmektedir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın Almanya seyahatinde kendilerine eşlik etme fırsatım oldu. Bu gezi esnasında hem beni üzen hem de ziyadesi ile sevindiren gelişmelere tanık oldum.
Üzüldüm, çünkü asimilasyon çalışmaları oldukça mesafe kat etmiş durumda. Alman'lar her düşüncedeki insanlar için farklı projeler geliştirmişler.
Uzun yıllardan beri güya İslamî çalışma yapanlara "siz dininizi en iyi burada yaşayabilirsiniz" şeklinde yaklaşarak 'Alman Müslümanı' modeli tezgahlanmaktadır. İş o kadar ileriye götürülmüş ki, insanlarımızın bazısı ülkelerine küstürülmüş; uyruk değiştirdiği gibi, memleketinden ilgiyi kesmiş ve hatta daha da üzücü olarak çocuklarına dilimiz Türkçe'yi bile öğretmeyecek noktaya gelmiştir.
Diğer taraftan bazı kesimlerin devam ettikleri belli camilere, mütedeyyin görünüşlü bir resimin altına "Siz daha Alman vatandaşı olmadınız mı?" ibaresi yazılarak propaganda yapılmaktadır.
Daha çok ehl-i dünya olanlara dönük ise "Türkler ikinci sınıf insan muamelesi görüyor, siz Alman uyruğuna geçerek bu ezilmişlikten kurtulabilirsiniz" denmektedir.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın insanımız memleketinden kopartılmakta ülkemize karşı küskünlerin sayısı arttırılmaktadır.
Burada vatandaşlarımızın yapması gereken, asimilasyon çalışmalarının farkına varmaları; gerek dinlerinden gerekse milli kimliklerinden uzaklaştırıldıklarını görmeleridir. Yöneticilerinin yapması gereken ise, vatancüda olmuş vatandaşlarımıza sahip çıkılması, milli ve manevi kimliğin öneminin vurgulanmasıdır.
Sevindirici hatıralara gelince; Avrupa İlim Kültür Cemiyeti tarafından düzenlenen gecede geçirdiğim duygu dolu saatler oldu.
Programda Kur'an-ı Kerim öğrenen 40 tane Türk çocuğunun merasimleri vardı. Çocukların ortaya koydukları etkinliklerde gördüm ki, dinî ve millî duygular bir bütün haline gelmiş. Çocuklar sağlam bir karaktere sahip olmuşlar. Hele Prof. Dr. Haydar Baş Bey sahneye çıktığında Mannheim Belediye Kültür merkezini hınca hınç dolduran vatandaşlarımız ellerinde ay yıldızlı bayraklarla birlikte "bu vatan bizimdir bizim kalacak" sesleriyle galeyana geldiler. "Ermeni Soykırım İddialarını Red ve Ulusal Bağımsızlık" mitinglerine gelemeyip televizyonları başında takip edenler bir anlamda mitinge katılamamış olmanın acısını çıkartıyorlardı.
Yurdumuzdan binlerce kilometre uzakta yaşayan, bunun yanında her türlü menfi propaganda yapılan bir ülkede, diri dipdiri millî duygulara sahip olmak herhalde milletine aşık bir dosta sahip olmakla mümkün.
Yurt dışında da sevgi yumağı içine alınan Prof. Dr. Haydar Baş Beyin bir çift sözünü duymak, mütebessim çehresini görmek için insanların nasıl yarıştıklarına şahit olmak için neler verilmezdi ki.
Birincisi, doğum oranı iyiden iyiye azalan Almanya'nın tükenmesini, dünya sahnesinden çekilmesini engellemek.
İkincisi ise, tarih sahnesinde önünde imkânlar açılan Türklerin gücünü tüketmek, kendi adlarına bir tehdit unsuru olmasının önüne geçmek içindir.
Şunu da belirtmekte fayda var ki, her ne kadar Türkler Almanlaştırılmaya çalışılsa da yine de ikinci sınıf insan muamelesi görmekten kurtulamamaktadır. Toplum içinde ki, eğitim sahasında ki gördükleri muamele stratejik olarak planlanmakta, Türk kökenliler yönetici ve bürokrat olmaktan ziyade, işçi olmaya yönlendirilmektedir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın Almanya seyahatinde kendilerine eşlik etme fırsatım oldu. Bu gezi esnasında hem beni üzen hem de ziyadesi ile sevindiren gelişmelere tanık oldum.
Üzüldüm, çünkü asimilasyon çalışmaları oldukça mesafe kat etmiş durumda. Alman'lar her düşüncedeki insanlar için farklı projeler geliştirmişler.
Uzun yıllardan beri güya İslamî çalışma yapanlara "siz dininizi en iyi burada yaşayabilirsiniz" şeklinde yaklaşarak 'Alman Müslümanı' modeli tezgahlanmaktadır. İş o kadar ileriye götürülmüş ki, insanlarımızın bazısı ülkelerine küstürülmüş; uyruk değiştirdiği gibi, memleketinden ilgiyi kesmiş ve hatta daha da üzücü olarak çocuklarına dilimiz Türkçe'yi bile öğretmeyecek noktaya gelmiştir.
Diğer taraftan bazı kesimlerin devam ettikleri belli camilere, mütedeyyin görünüşlü bir resimin altına "Siz daha Alman vatandaşı olmadınız mı?" ibaresi yazılarak propaganda yapılmaktadır.
Daha çok ehl-i dünya olanlara dönük ise "Türkler ikinci sınıf insan muamelesi görüyor, siz Alman uyruğuna geçerek bu ezilmişlikten kurtulabilirsiniz" denmektedir.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın insanımız memleketinden kopartılmakta ülkemize karşı küskünlerin sayısı arttırılmaktadır.
Burada vatandaşlarımızın yapması gereken, asimilasyon çalışmalarının farkına varmaları; gerek dinlerinden gerekse milli kimliklerinden uzaklaştırıldıklarını görmeleridir. Yöneticilerinin yapması gereken ise, vatancüda olmuş vatandaşlarımıza sahip çıkılması, milli ve manevi kimliğin öneminin vurgulanmasıdır.
Sevindirici hatıralara gelince; Avrupa İlim Kültür Cemiyeti tarafından düzenlenen gecede geçirdiğim duygu dolu saatler oldu.
Programda Kur'an-ı Kerim öğrenen 40 tane Türk çocuğunun merasimleri vardı. Çocukların ortaya koydukları etkinliklerde gördüm ki, dinî ve millî duygular bir bütün haline gelmiş. Çocuklar sağlam bir karaktere sahip olmuşlar. Hele Prof. Dr. Haydar Baş Bey sahneye çıktığında Mannheim Belediye Kültür merkezini hınca hınç dolduran vatandaşlarımız ellerinde ay yıldızlı bayraklarla birlikte "bu vatan bizimdir bizim kalacak" sesleriyle galeyana geldiler. "Ermeni Soykırım İddialarını Red ve Ulusal Bağımsızlık" mitinglerine gelemeyip televizyonları başında takip edenler bir anlamda mitinge katılamamış olmanın acısını çıkartıyorlardı.
Yurdumuzdan binlerce kilometre uzakta yaşayan, bunun yanında her türlü menfi propaganda yapılan bir ülkede, diri dipdiri millî duygulara sahip olmak herhalde milletine aşık bir dosta sahip olmakla mümkün.
Yurt dışında da sevgi yumağı içine alınan Prof. Dr. Haydar Baş Beyin bir çift sözünü duymak, mütebessim çehresini görmek için insanların nasıl yarıştıklarına şahit olmak için neler verilmezdi ki.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Kürt illeri söylemi, self determinasyon ve büyük oyun / 20.11.2025
- Ekonomik çöküşün adı: Yanlış değil bilinçli tercih / 19.11.2025
- Atatürk düşmanları Atlantik aklının temsilcileridir / 15.11.2025
- İmralı’nın gölgesinde seçime doğru / 10.11.2025
- 10 Kasım’da Atatürk’ü anmak değil, anlamak / 09.11.2025
- “İmanmetre” icat edenlere karşı: Din elbiseden değil, yürekten ölçülür / 08.11.2025
- Yatay söylem, dikey gerçek: Şehir sözde kaldı, takip yok / 07.11.2025
- Cumhuriyet ve Milli Ekonomi Modeli: Çuvallara sığmayan para / 06.11.2025
- Milletin gündemi, hükümetin gündemi / 05.11.2025
- Cumhuriyetin ikinci yüzyılında: Kim bu devletin sahibidir? / 03.11.2025
- Ekonomik çöküşün adı: Yanlış değil bilinçli tercih / 19.11.2025
- Atatürk düşmanları Atlantik aklının temsilcileridir / 15.11.2025
- İmralı’nın gölgesinde seçime doğru / 10.11.2025
- 10 Kasım’da Atatürk’ü anmak değil, anlamak / 09.11.2025
- “İmanmetre” icat edenlere karşı: Din elbiseden değil, yürekten ölçülür / 08.11.2025
- Yatay söylem, dikey gerçek: Şehir sözde kaldı, takip yok / 07.11.2025
- Cumhuriyet ve Milli Ekonomi Modeli: Çuvallara sığmayan para / 06.11.2025
- Milletin gündemi, hükümetin gündemi / 05.11.2025
- Cumhuriyetin ikinci yüzyılında: Kim bu devletin sahibidir? / 03.11.2025



















































































