Dünya piyasasında en büyük üretici olduğumuz fındığa, alternatif ürün arayışı uzun zamandır gündemde. Fındık ekim alanlarının daraltılması ve alternatif ürüne geçilmesi için Dünya Bankası'ndan epeyce yüklü kredi de alındı. Peki, bütün bu çalaşmalar nasıl bir sonuç verdi? DYP Denizli Milletvekili bu soruyu Tarım ve köyişleri Bakını Sami Güçlü'ye sordu. Bakan Güçlü, yazılı soru önergesine verdiği cevapta, Alternatif Ürün Projesi'nin, özellikle fındıkta bekleneni sağlamadığını söyledi. Esasen bekleneni sağlamak şöyledursun, tam tersi bir sonuç ortaya çıktı. Şöyle ki, 2000 yılında 342 bin hektar olan fındık ekim alanı, 2003 yında 555 bin hektara ulaştı.
Şu halde bakınız, hükümet, fındık alanlarını daraltmak için Dünya Bankası'ndan faizle borç para alıyor, fakat fındık alanları daralmıyor, aksine artıyor. Demek ki, ortada büyük bir yanlışlık, büyük bir çarpıklık söz konusu. Bir başka deyişle, hükümetin çıkardığı kanunlar, hayatın gerçekleriyle örtüşmüyor.
Alternatif Ürün Projesi'ni değerlendiren Ziirat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, şöyle diyor: "Fındığın yerine önerilen alternatif ürün o ekolejide yetişmesi ve alternatif üründen elde edilen gelirin fındıktan elde edilenden daha az olmaması gerekiyor". Dahası, önerilen ürünlerin yetiştirimesi fındığa göre daha zor olan ürünlerdir. Bundan dolayı, çiftçiler Alternatif Ürün Projesi'ne ve hükümete güvenmedi,
Türkiye Ziiraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de şöyle diyor: "Çiftçi bu projeye inanmadı, cazip gelmedi ve uygulama anlamında somut bir program yürütemedi. Çiftçiyi fındık üretimini bırakıp alternatif ürüne yöneltecek maddi destek zayıf kaldı".
Fındıkta durum böyle. Hükümet başka telden, çiftçi başka telden çalıyor. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin bir diğer ürünü olan çayın da istikbali parlak değil. AB'ye uyum sürecinde en büyük darbeyi yiyecek ürünlerinin başında geliyor. Çay konusunda yaşanacakları, 13 Şubat 2005 tarihli Milliyet Gazetesinde Bülent Yardımcı şöyle anlatıyor: "Çay üreticileri, Türkiye AB üyesi olunca Rize'de çay kalmayacağını şimdiden bilmeliler, Elle toplanan 2,5 çay yaprağından üretilen Çin, Hint ve Seylan çayları dünya pazarında kilosu bir dolara satılıyor. Bizim Rizeli üreticiler 7.5 yaprak çayı makasla topluyor. Türkiye'de Rize çayının kilosu 4 hatta 5 dolara satılıyor. Rize çayı rakiplerine karşı % 142 gümrük vergisi ile konuluyor. Türkiye gümrük vergisini, hiç çay yetişmeyen AB ülkeleri düzeyine indirince Rizeliler çay bahçelerini sökmek zorunda kalacaklar".
Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir tarım politikası uygulanıyor? Daha doğrusu, çiftçisini bu şekilde şaşırtan, çaresiz bırakan bir hükümet görülmüş müdür? Halbuki en liberal ülkeler bile tarım konusunda Türkiye gibi davranmıyor. Her devlet, kendi çiftçisini bir palan çerçevesinde destekliyor, teşvik ediyor. Zira üretim planlaması yapmadan, destek ve teşvik sağlamadan, tarımda en küçük bir sorun bile çözülmez. Görülen o ki , hükümet, sömürücü güçlerin telkinlerini kabul etti. Ne diyor bu güçler? "Siz , tarım konusunda uluslararası piyasada rekabet edemezsiniz. En iyisi siz, turizme yönelin, turist ağırlayıcısı olun". Açıkçası bize biçilen rol, hizmetçiliktir. Turist ağırlayıcılığın Türkçesi budur.
Aslında yapılması gereken iş, Alternatif Ürün Projesi değil, alternatif tarım politikası oluşturmaktır. Alternatif tarım politikası, yüzde yüz milli olmalı, tam bağımsızlığı, kendi kendine yeterliliği esas almalıdır. Bunun dışındaki arayışların sonu bağımlılığa, yoksulluğa ve açlığa varır.
Şu halde bakınız, hükümet, fındık alanlarını daraltmak için Dünya Bankası'ndan faizle borç para alıyor, fakat fındık alanları daralmıyor, aksine artıyor. Demek ki, ortada büyük bir yanlışlık, büyük bir çarpıklık söz konusu. Bir başka deyişle, hükümetin çıkardığı kanunlar, hayatın gerçekleriyle örtüşmüyor.
Alternatif Ürün Projesi'ni değerlendiren Ziirat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, şöyle diyor: "Fındığın yerine önerilen alternatif ürün o ekolejide yetişmesi ve alternatif üründen elde edilen gelirin fındıktan elde edilenden daha az olmaması gerekiyor". Dahası, önerilen ürünlerin yetiştirimesi fındığa göre daha zor olan ürünlerdir. Bundan dolayı, çiftçiler Alternatif Ürün Projesi'ne ve hükümete güvenmedi,
Türkiye Ziiraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin de şöyle diyor: "Çiftçi bu projeye inanmadı, cazip gelmedi ve uygulama anlamında somut bir program yürütemedi. Çiftçiyi fındık üretimini bırakıp alternatif ürüne yöneltecek maddi destek zayıf kaldı".
Fındıkta durum böyle. Hükümet başka telden, çiftçi başka telden çalıyor. Doğu Karadeniz Bölgesi'nin bir diğer ürünü olan çayın da istikbali parlak değil. AB'ye uyum sürecinde en büyük darbeyi yiyecek ürünlerinin başında geliyor. Çay konusunda yaşanacakları, 13 Şubat 2005 tarihli Milliyet Gazetesinde Bülent Yardımcı şöyle anlatıyor: "Çay üreticileri, Türkiye AB üyesi olunca Rize'de çay kalmayacağını şimdiden bilmeliler, Elle toplanan 2,5 çay yaprağından üretilen Çin, Hint ve Seylan çayları dünya pazarında kilosu bir dolara satılıyor. Bizim Rizeli üreticiler 7.5 yaprak çayı makasla topluyor. Türkiye'de Rize çayının kilosu 4 hatta 5 dolara satılıyor. Rize çayı rakiplerine karşı % 142 gümrük vergisi ile konuluyor. Türkiye gümrük vergisini, hiç çay yetişmeyen AB ülkeleri düzeyine indirince Rizeliler çay bahçelerini sökmek zorunda kalacaklar".
Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir tarım politikası uygulanıyor? Daha doğrusu, çiftçisini bu şekilde şaşırtan, çaresiz bırakan bir hükümet görülmüş müdür? Halbuki en liberal ülkeler bile tarım konusunda Türkiye gibi davranmıyor. Her devlet, kendi çiftçisini bir palan çerçevesinde destekliyor, teşvik ediyor. Zira üretim planlaması yapmadan, destek ve teşvik sağlamadan, tarımda en küçük bir sorun bile çözülmez. Görülen o ki , hükümet, sömürücü güçlerin telkinlerini kabul etti. Ne diyor bu güçler? "Siz , tarım konusunda uluslararası piyasada rekabet edemezsiniz. En iyisi siz, turizme yönelin, turist ağırlayıcısı olun". Açıkçası bize biçilen rol, hizmetçiliktir. Turist ağırlayıcılığın Türkçesi budur.
Aslında yapılması gereken iş, Alternatif Ürün Projesi değil, alternatif tarım politikası oluşturmaktır. Alternatif tarım politikası, yüzde yüz milli olmalı, tam bağımsızlığı, kendi kendine yeterliliği esas almalıdır. Bunun dışındaki arayışların sonu bağımlılığa, yoksulluğa ve açlığa varır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018