logo
25 NİSAN 2024

ARAŞTIRMA

24.09.2001 00:00:00
PKK terörünün kaynakları ve Batı'nın Ortadoğu oyunu

Yıllardır dünyanın en problemli bölgelerinden biri olma özelliğini sürdüren Ortadoğu'nun, sorunlarının kökeni 200 yıl öncesine kadar dayanmakta ve meselenin temelinde başta İngiltere ve Rusya olmak üzere Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hesapları yatmaktadır. Bilhassa İngiltere'nin, bu dönemde Osmanlı Devleti'ne yönelik çok girift emeller taşıdığı görülmektedir. (1) Şüphesiz bunda, Batı dünyasının 16.yüzyıla kadar süren ilişkilerinde; Müslüman Türkler karşısında çoğu kez zebûn düşmesi, Hıristiyan kiliselerin beslemiş olduğu Haçlılık psikolojisinin Batılı devletlerin politikalarını şekillendirmesi, özellikle 16-17. yüzyıllardan sonra ortaya çıkan sömürgecilik politikalarının emperyalizme- yaylmacılığa- dönüşmesi önemli rol oynamıştır. 1683 tarihindeki II. Viyana Kuşatması ve bunun akabinde uğranılan büyük yenilgi ile 1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması, Batılıların, "Doğu Politikalarını" belirlemede adeta bir dönüm noktasıolmuştur. Bu dönemden itibaren, "süper güç" olma özelliğini kaybeden ve "Hasta Adam" diye nitelendirilen Osmanlı Devleti toprakları üzerinde İngiltere, Fransa ve Rusya'nın bir menfaat mücadelesine girdikleri görülmektedir. Türk toprakları bu devletlerin emperyalist çıkarlarının çatıştığı bir odak haline dönüşmüştür.

Bu devletlerden Rusya, Deli Petro'dan (1689-1725) itibaren takip etmiş olduğu yayılmacı siyaseti dolayısıyla Osmanlı ile devamlı ve çok yönlü bir çıatışma içerisinde olmuştur. Kuruluşundan beri Rusya'nın güneye inerek sıcak denizlere açılmaya yönelik hedefleri; Balkanlar, Boğazlar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerinde yoğunlaşmıştır. Devrin büyük devletlerinden Fransa, takip ettiği politikayla Osmanlı Devleti'ndeki Katolikleri himaye ile Hıristiyan ülkelerde prestijini yükseltmeyi iyi ilişkileri geliştirerek Osmanlı'yı, Fransa'nın düşmanları üzerine sevketmeyi, Kapitülasyon ve ticari faaliytelerle Fransa'ya daha fazla maddi menfaat sağlamayı gaye ederken diğer taraftan Suriye ve Şam'ı ele geçirerek Osmanlı topraklarından pay alma peşinde idi. Fransa, Uzakdoğu sömürgelerini korumayı ve İngiltere'ye paralel olarak bu sömürgelerindeki hakimiyetini kuvvetlendirmeyi Ortadoğu politikasının temeli olarak benimsenmişti.

Bilhassa Hindistan'ı hakimiyeti altına aldıktan sonra Hint yolları üzerinde bulunan Osmanlı'ya karşı ilgisi daha da çoğalan İngiltere ise bir yandan güçlü devletlere, özellikle Rusya'ya karşı bir denge politikası izlerken öte yandan Ortadoğu'ya göndermiş olduğu çok sayıda "Ajan-Misyoner" ve "Şarkiyatçılar" (Oryantalist) vasıtasıyla bölge üzerinde hem içtimai ve kültürel bir baskı, hem de iktisadi ve siyasi bir denetim kurmayı hedeflemiştir. (2)

Sömürgecİlİğİn keşİf kolu: Oryantalİzm

Oryantalizm ya da Şarkiyatçılık genel ifadesiyle Batı dünyasının üstünlüğünü kabul eden, Doğu üzerinde otorite kurma ve bunu devam ettirebilme politikasıdır. Güçlü Batı'nın zayıf Doğu'ya empoze ettiği bir doktirindir.(3) Edwad Said'e göre Oryantalizm, Batı'nın siyasi bir propaganda aracıdır. Bunun yanında Batı'nın İslam dünyasına saldırmasına haklılık kazandırılmasının adıdır. (4) Oryantalizm, Batı'nın dışındaki ayrı bir dünyanın öğrenilmesi, yönlendirilmesi ve daha sonra kullanılması için gösterilen çabanın tamamıdır. Sonuçta kullanılma olayı, Doğu toplumlarının eritilmesi ve asimilasyonu ile noktalanmasıdır. Bu Oryantalist/Şarkiyat Merkezleri, Doğu ile ilgili olarak, "mesele çıkartmayı" ve "mesele icat etmeyi" kendisine görev kabul etmiş, kendi ülkelerinin politikalarına yön vermeyi amaçlamışlardır.

MİSYONERLERİN GAYESİ

Misyonernlerin ise iki temel gayesi vardı: Birincisi Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak; diğeri, Müslüman halkları Hristiyanlaştırmak.Bu gayeyi gerçekleştirmek için de:

1- Merkezi otoriteyi tesis eden tasavvuf kurumunu yozlaştırmak,

2- İslam'ı ve Kur'an'ı tahrif edebilmek için Hadis'lerin kaynakları konusunda şüphe oluşturarak Hadis müessesesini ve Peygamberin Sünnetini tahrif etmek.

Nitekim, 1710 yıllında İngilizler tarafından ajan-misyoner olarak İstanbul'a gönderilen Humpher, Müslümanlar arasında,

- Renk ayrımını

- Kabile ihtilaflarını

- Arazi ihtilaflarını

- Dini ihtilafları

- Kavmiyetçilik akımlarını tutuşturmakla görevlendirilmiştir. Zira Osmanlı'yı yok etmenin, yani milli birliğini bozmanın yolu, dini birliği ve din müessesesini çökertmekten geçmekteydi. Bunu gayet iyi bilen İngilizler hedeflerini gerçekleştirebilmek için, Osmanlı hakimiyeti altındaki beldelere özellikle Ortadoğu'ya ve başkent İstanbul'a yüzlerce ajan misyoner gönderdiler. Bunlardan başlıcaları, Humpher, Lawrance, Wayt Fransıs E.P. Botta'dır. (5) Osmanlı'yı parçalama gayesine yönelik plan ve projeler hep bu ajanlar vasıtasıyla bilfiil ortaya konmuştur. Goldzier, Gaitana, Renan, Rodinson gibi Oryantalistler ve Reşit Rıza, C. Afgani gibi yerli işbirlikçilere dikkat edilirse hep aynı konuları ele aldıkları, aynı fikirleri işledikleri görülecektir. Batılı Katolik ve Protestan misyonerler 19. Yüzyıl Osmanlı devletinde aktif olarak faaliyet göstermişlerdir. Bu amaçla misyoner okullar kiliseler, hastaneler ve diğer hayır kurumları açmışlar, Kapitülasyonların himayesinde Avrupa güçlerinin diplomatik yardımlarına sığınarak faaliyetlerini rahatça yürütmüşlerdir... 1894 yılında sadece Elazığ'da 83, Diyarbakır'da 32 Erzurum'da 24 Bitlis'te 22 misyoner okulunun var olduğu belirtilmektedir. (6)

İngiltere 1800'lü yıllardan itibaren Ortadoğuya gönderdiği misyoner ajanlar ve siyasi Şarkiyatçılar vasıtasıyla Osmanlı İmparatorluğu ile İran arasındaki meskûn unsurlarla uğraşmaya başlamış, çoğu kez Çarlık Rusyası ile işbirliği yapmış olmakla birlikte buradaki Osmanlı tebaası halkları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Nüfuz ve çıkar çatışması sebebiyle İngiltere, zaman zaman Rusya'ya da tavır olmaktan çekinmemiştir. Öyle ki, İngiltere Ortadoğu'daki etkinliğini, II. Dünya Savaşı sonrasında, yerini ABD'ye terk edinceye kadar devam ettirmiştir. (7)

Oryantalist faaliyetler sonucu elde edilen birtakım veriler emperyalist gayelere mesnet teşkil etmiş, Osmanlı tebaası gayr-i müslim azınlıkların tahrik edilerek birer birer ayaklanmaları sağlanmıştır. Rum, Yunan, Ermeni gibi toplulukların siyasi sadakatleri yok edilmeye çalışıldığı gibi, Mısır, Irak, İran, Hicaz bölgelerinde meskün Müslüman Arapların ve Türk aşiretlerin de yine bu misyonerlik faaliyetleri neticesinde kışkırtıldıkları görülmektedir. Nitekim, Ajan Humpher, E. Lawrence gibi misyonerler, Müslümanlar arasında fitne ve fesat tohumları ekerek Arapları Türklere, Türkleri Araplara karşı kötülüyorlardı. Ortadoğu'yu hakimiyeti altında bulunduran Osmanlı'yı sömürücü (!), İngiltere'yi kurtarıcı (!) olarak lanse ediyorlardı. Yine Rich, Heine, Kolkhan, Mcdonald, J.M. Kinneir gibi misyoner ajanlar, bölgedeki Kürtler ve Ermeniler ile ilgilenmişlerdir. 1817-1820 yılları arasında bölgede oldukça yoğun faaliyet gösteren Heine, Brother ve Rich adlı İngiliz ajanları 1815 yılında Van-Beyazıd bölgesinde meydana gelen karışıklıklarda etkili olmuşlardır. Bu olaylarda Türk aşiretleri kışkırtıldığı gibi, Ermeniler de kışkırtılmaya çalışılmış, Ortadoğu'nun I. Dünya Savaşı sonrasında bölünmüş coğrafyasının daha da parçalanması hedeflenmiştir.

İngiltere, 1821-1822 yıllarından itibaren Anadolu'nun dışındaki İran ve Irak'taki bu aşiretlerle ilgilenmeye başlamış, Frazier adlı bir ajan İran'a gönderilirken bir grup İngiliz subayı da Süleymaniye'de faaliyet için görevlendirilmiştir. Ortadoğu'da 1828 ve 1832 yıllarında uzunca bir seyehat yapan Rodon Cissini, 1835 yılındaki seyahati sırasında götürdüğü bir heyetle, Dicle-Frat arasındaki bölgede yeraltı zenginliklerini tespit etmek üzere faaliyet göstermiştir. (8)

Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren misyoner teşkilatlarına, ABD elçiliği ve konsolosları açılana kadar İngiltere lojistik destek vermiştir. Bölgeye gelen ilk misyonerler genellikle Fransız ve İtalyan asıllı Katolik misyonerlerdi. 19. Yüzyılın başlarından itibaren bunlara İngiliz, ABD'li Alman, İsveç vd. milletlere mensup misyonerler de katıldı. Anadolu'ya ilk gelen ABD'li misyoner, 15 Ocak 1820 tarihinde İzmir'e ayak basan Pliny Fisk ile Levi Parsons'tur. Bunlar ABCFM (American Board of Commissioners for Foreing Missions) adlı Amerikan misyoner teşkilatının birer elemanıdır. Kısaca "Board" olarak bilinen bu teşkilat ABD'deki Protestan misyoner teşkilatının en eskisi ve en büyüğüdür.

1800'lü yılların başında dünya misyoner teşkilatları, dünyayı faaliyet alanına bölmüşler, Osmanlı toprakları da, Amerikalı Protestan misyonerlerin payına düşmüştü. Board 1870 tarihine kadar bu işi üstlenmiş daha sonra 1870 ten sonra "Board of Foreign Mission of the Prosbyterian Church" adlı diğer Amerikan Protestan misyoner teşkilatı ile ortaklaşa faaliyet göstermiştir. ABD'li misyoner kuruluşlar 1880 yılına kadar İngiliz hariciyesinin himayesinde İngiliz çıkarlarına da uygun olarak faaliyet gösterirken, bu tarihten sonra ABD'nin politikası doğrultusunda faaliyetlerde bulunmuşlardır. 1820-1895 yılları arasında Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren "Board" misyonerlerinin sayısı 540 olup, bu rakamın 427'si yalnızca Anadolu'da faaliyet göstermişlerdir.

1877-1878 Türk-Rus savaşı sırasında İngiltere, bölgedeki çıkarlarını korumak üzere bazı subay ve sivil elemanlarını Türkiye'ye göndermişti. Bunlar arasında bilhassa General Bikker, Fırat-Aras bölgesinde görev alarak aşiretlerimiz üzerine incelemeler (!) yapmıştır.

Bundan başka İsmail Hakkı Paşa'nın müşaviri Tirotir, Sivas Konsolosu Wilson, Van Konsolosu Klayton, ayrıca Williams ve Visan adlı siyasi Şarkiyatçılar Doğu Anadolu'da oldukça geniş faaliyette bulunmuşlardır.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde aralarında Sir Mark Syky 'ın da olduğu bir misyoner heyeti, Müslüman kimliği altında bölgede faaliyette bulunmuşlardır. Heyette Sir Mark Syks'tan başka misyoner Bayan Gertrude M.L. Bell, Le Comte de Cholet ve Bayan Bishob'da bulunmakta idi.

1909 yılında Şehrizor ve Süleymaniye bölgesinde bulunan İngiliz istihbarat subayı E. B. Soane'nin faaliyetleri oldukça enterasan ve dikkat çekicidir. İstanbul üzerinden Beyrut'a oradan da Halepçe'ye geçen Soane, bölgedeki güçlü Caf aşireti reisi Osman Bey'in karısı Adile Han'ı etkilemiş ve O'nun Farça katibliği görevini üstlenmiştir. Birinci dünya Savaşı yıllarına kadar kimliğini saklamayı başaran Soane, 1914 yılında İngilizler'in Irak'a girmeleri üzerine, İngiltere'nin bölgede "istihbarat subayı" olarak görev almıştır.

İngiltere'nin bölgedeki tesiri özellikle I. Cihan Savaşı sonrasında gözle görülür hale gelmiştir. Rusya'nın 1917 Kömünist ihtilalini müteakip bölgeden çekilmesi, savaş galibi İtilaf Devletleri'nin patronu durumda olan İngiltere'ye, bölge coğrafyasını istediği gibi kullanma imkanını vermişti. İngiltere, bu hakkı adeta kendisinde görmekte idi.

Bu tarihlerde İngiltere için en önemli konuyu Osmanlı Devleti'nin tasfiyesi teşkil etmekteydi. İşte bu sebeple 30 Ocak 1919 tarihinde Lloyd George, Paris Konferansı'nda Kürt meselesini gündeme getirerek, konferans metnine; "... Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan ve Filistin ve Arabistan Osmanlı (Türk) İmparatorluğundan tamamen ayrılmalıdır." Maddesini koydurdu. Lloyd George'un bu teşebbüsü, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşmasının 62-63 ve 64. Maddelerinde daha da belirginleşti. Böylece bölgede kukla bir "Kürt devleti"nin kurulması için önemli bir adım atılmış oldu. İngiltere'nin savaş sonrası bu faaliyetleri, ele geçirdiği Mezopotamya bölgesi, daha doğrusu Musul petrol sahası ile Türkiye ve Rusya arasında, bir tampon devlet yaratma gayretlerinden başka bir şey değildir. İngiltere bölgede kurulacak kukla "Kürdistan" ve "Ermenistan" devletleri ile, Irak'taki yeni sömürgesinin kuzeyden gelebilecek tehlikelere karşı emniyetini sağlayabilecekti.

Mütareke sonrasında ve Milli Mücadele yıllarında İngiltere'nin Kürtler'le ilgili sürdürdüğü yoğun faaliyet, Robeck'nin Lord Curzon'a gönderdiği raporlarda açıkça görülür.

Diğer yandan merkezi İstanbul'da olmak üzere kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, İngiltere tarafından finanse edilmiş, gene İstanbul'da sempatizan toplayabilmek amacıyla "İngiliz Muhibler Cemiyeti",ve "Hoybon Cemiyeti" gibi legal kuruluşlar İngiltere'nin teşvik ve yardımları ile faaliyete geçmişlerdir. Ayrıca Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın bazı şübelerine ve mensuplarına da el atılarak, bunlarda İngiltere hesabına kazanılmıştır. Diğer yandan İngiltere, gerek Milli Mücadele yıllarında, gerekse Cumhuriyet döneminde çeşitli bölgelerde çıkan karışıklıkların çoğunda menfi bir rol oynamıştır.Bunlar arasında, 11 Mayıs 1919'da Midyat, Nusaybin ve Ömerkan bölgelerinde çıkan Ali Batı; 1920 yılında Koçgiri, aynı yıllarda Irak'ta patlak veren Şeyh Mahmud Berzenci, Musul meselesinin görüşülmesi sırasında 1924 yılında Çal, Oramar, Çölemerik ve Habur suyu bölgelerinde, 1925 yılında Raçkoyan ve Raman, gene 1925 yılında çıkan Şeyh Sait ve 1926-1930 yıllarında süren Ağrı isyanlarını sayabiliriz.

Milli Mücadele yıllarında bir yandan kendilerince "Kuzey Kürdistan" denilen Türkiye'nin Güneydoğusu üzerinde çalışmalar yapan Bnb. Noel'in faaliyetleri görülürken diğer yandan Erzurum'da İngiliz temsilcisi olarak bulunan Albay Rawlinson'un buna benzer bir faaliyete yöneldiği ve Ankara Hükümetini zor duruma sokmak için bölgeyle ilgili oldukça geniş bir rapor hazırladığı anlaşılıyor.

Sömürgeler Dairesi Ortadoğu Bölümü Araplar'la İlişkiler Danışmanı, ajan T.E. Lawrence, Rawlinson'un raporuna bir not düşerek "dağınık bölgesel hareketlerin yalnızca bir takım polisiye tedbirler alınmasına yol açacağını ve bunun Atatürk safındakilere önemlibir güçlük çıkarmayacağını, bölgede bir gücü bir ihtilale/ isyana teşvik etmek için, savaş içinde Hicaz haretatına İngilizler'in yardımcı olmalarına benzer, yabancı bir idarenin uzmanlarının mutlaka temin edilmesi ve görevlendirilmesi gerektiğini" vurgulamıştır. Ayrıca Lawrence, ihtilal bölgesini uygun görmemekte, bir Kürt hareketinin ancak kendilerinin temin edeceği üstler, silahlar personel ve para ile mümkün olaabileceğini ve yardımın Arap isyanı boyutunda olması gerektiğini ileri sürüyordu. T.E. Lavrence'in belirtği miktar İngilizler'in Arap isyanını gerçekleştirmek için yaptıklarını 8 gemi, 50 subay, 5 milyon sterlin nakit, 16 milyon sterlin kadar tutan malzeme, eleman ve bloke para yardımıdır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz politikasının Ortadoğu haritasını tek başına çizmesinde en önemli etken Musul Petrolleri idi.Musul Petrolleri bir bakıma Ortadoğu'nun kaderini belirlerken, diğer yandan Türkiye Dış politikasında en büyük yarayı Musul meselesinde almıştır.

Abbasi Halifesi Mu'tasım döemine kadar inen bölgedeki Türk varlığı bir bakıma Anavatan'dan kopartılırken, Irak ve Suriye'deki göçebe Arap aşiretlerine birer devlet olma statüsü lutfedilmiş, bölge Fransa ile birlikte İngiltere'nin mandaletirliğine terkedilmiştir. İngiltere atacağı adımları gayet isabetle zamanında atmış ve Ortadoğunun petrollerini elde etmek için her çaraye başvurmuştur. Daha Mondros Mütarekesi'nin yürürlüğe girdiği tarihten bir hafta sonra İngiliz birlikleri Musul'a girip (8 Kasım 1918) Türkiye ile birlikte Müttefiklerini de bir oldu-bitti karşısında bırakmıştı. Çünkü 1916 Mayısında imzalanan Sykes-Picot Antlaşmasında Musul, Fransız bölgesi olarak kabul edilmişti. Halbuki bölge bu tarihten itibaren İngiltere denetimine giriyordu. İngilizler savaş tazminatı olarak Türk Petrol Şirketinin Almanlar'a ait olan %25 kısmını da ele geçirince Musul petrollerinde en büyük hisseye sahip olmuş oldu. İngilizler'in bu oldu-bittisi ABD ve Fransa tarafından tepkiyle karşılanmış ve taraflar arasında şiddetli bir siyasi mücadele başlamıştı. ABD., Musul petrolleri ile ilgili olarak eski bir antlaşmayı "Chester İmtiyazı"nı öne sürerken, Fransa Sykes-Pickot ile bölgenin kendisine bırakılması gerektiğini ileri sürüyordu.

İngiltere kendisine bölgesel bir müttefik aramaya işte bu noktada başlamış ve "Kürt Politikası"nı oluşturmuştur. (11) Bölgede kendi güdümünde kurulacak bir Kürt Devleti'nin çıkarlarına uygun olacağını değerlendiren İngiltere Anadolu, Suriye, Irak ve İran'daki Kürt aşiretlerine el atmış ve iki proje geliştirilmiştir. "Güney Kürdistan" projesi olarak Irak'ta bu uydu Kürt devleti düşünülmüş, hatta Mahmud Berzenci ile bu konuda önemli bir adım da atılmıştı. Bölge için en büyük tehdit olarak nitelendirilen Türkiye'yi hareketsiz bırakmak için "Kuzey Kürdistan" projesi oluşturulmuş ve bu politika ile ilgili olarak Bnb. E.W.C. Noel görevlendirilmiştir. Türkler'in 9 Eylül 1922'deki kati zafer yürüyüşüne kadar İngiltere bu politikanın peşini bırakmamıştır.

Son dönem Kürtçü teşkilatlar içinde en önemlisi 1974 yılındaki Ankara Demokratik Yurtsever Yüksek Öğretim Birliği adı altında başlayan daha sonra Partiya Karkaren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi) yani PKK adını alan teşkilattır.

Bir yandan Marksist-Leninst, bir yandan Kürtçü bir ideolojiye sahip bu yeni teşkilat Irak, İran, Suriye ve Türkiye topraklarında büyük bir Kürdistan kurmayı hedeflemiştir. Abdullah Öcalan başkanlığında fiilen 1974 yılında teşkilatlanmaya başlamış görünüyorsa da kuruluş faaliyetlerinin 1970 yılına kadar indği görülmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bölgesel hücreler teşkil eden örgüt, 1979 yılında yapı olarak ortaya çıktı ve bu tarihde Lübnan'ın Sayda şehrinde PKK, Ermenistan Gizli Ordusu (ASALA) ile ortak bir deklarasyoın yayınlayarak ortak eylem kararlılığını açığa vurdular. 12 Eylül 1980 Askeri müdahalesini takiben birçok PKK militanı ve sempatizanı tutuklanmış kısa bir örgüt hareketsiz kalmıştır. Mayıs 1983 yılındaki eyleme kadar PKK, Besud Barzani'nin denetimindeki Kuzey Irak'ta barınma imkanı buldu. Mayıs 1983 eylemi ile birlikte Asala militanları da içinde bulunduğu halde Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde tam anlamıyla bir terör politikası takip etti.

Günümüzde de Türk Devleti bu terör örgütü ile bu mücadeleyi sürdürmektedir. Ve fakat ayrılıkçı hareketler de misyonerlik desteğinde devam etmektedir.

Papalığın ve onun şahsında Katolik kilisesinin Türkler ve Türk vatanı üzerindeki hesaplarının çarpıcı misalerinden birisi Papalığın PKK ve lideri Öcalan konusunda aldığı tavırdır. Roma'da bulunduğu zaman içerisinde Öcalan'a bizzat kiliseler tarafından sahip çıkıldığı kamuoyuna yansıyan bir hakikattir.

Yeni Mesaj Gazetesinin 23/11/98 tarihli haberinden şunları öğreniyoruz:

"Kardinal Achilli Silvestrini Abdullah Öcalan'a siyasi sığınma hakkı tanınması gerektiğini açıkladı. Vatikan'da Doğu Kiliselerinden sorumlu Kardinal, "Kendi bağımsızlığı ve düşünceleri için mücadele veren herkese siyasi sığınma hakkı tanınmalı" diye konuştu.

Kürt sorununun yalnızca Türkiye ve İtalya arasında bir mesele olarak görülmemesi gerektiğini dikkat çeken Kardinal, sorunun bütün Avrupa'pı ilgilendiren uluslararası bir konu olduğunu vurguladı.

Silvestrini Avrupa'nın dört bir yanından Öcalan'a destek vermek için Rom'ya gelen Kürt sığınacıların sorununun yalnızca diplomatik bir konuya indirgenemeyeceğini açıkladı.

Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz Abdullah Öcalan'ı hiçbir devletin himaye etmemesi gerektiğini söyledi. "Öcalan'ın iadesi konusunda Papa'ya bir mesajınız var mı?" şeklindeki soru üzerine Yılmaz "Otuz bin insanı katletmiş bir vaniyi himaye etmek devletin sonu bakımından pek parlak değildir" dedi.

Milliyet Gazetesinin 26/12/98 tarihli haberinde ise şöyle deniyor.

Vatikan'ın St. Peter Meydanı'nda yapılan geleneksel Noel ayininde çeşitli diller arasında ilk kez Kürtçe de konuşan Papa II: Jean Paul "Sersera ve Pirozde" diyerek Kürt halkına da yeni yılınızı tebrik ederim dedi. Ayin nedeniyle Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen altmış kadar Kürt kadın da Papa'yı ziyaret ederek kendiine bir dosya erdi. Dosyada Kürt sorunun çözümüne ilişkin PKK'nın görüşlerini yansıtan bazı belgelerle Türkiye'nin güneydoğsundaki olaylara ilişkin fotogrfların yer aldığı öğrenildi. Papa II. Jean Paul Noel konuşasının bir bölümünde Kürt halkından da söz etti ve "bütün dünyada özgürlükisteyen insanlar Allah'ın kuludur. Bir tek Allah bizi korumak için yaratılmıştır. Burada bulunan Kürt halkını da selamlıyorum" dedi.

"Papa II. Jean Paul, dünyanın çeşitli dillerinden halka hitap ederken Türkçe olarak da yeni yılınızı tebrik ederim dedi. St. Peter Meydanı'nda on binlerce insanın katıldığı Noel ayininde Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Altan Güen de hazır bulundu".

3/12/98 Cumhuriyet Fazetesinde, Sn. Aytunç Altandal Öcalan'ın Papa'ya mektubu üzerine bir değerlendirme yaptı. Altandal yazısında:

"Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir".

Bu sözler bölücü terör örgütü PKK'nın başı Abdullah Öcalan'a aittir. Ve Papa II. Jean Paul'e yazdığı meptupta yer almaktadır.

Şimdi sorumuz şudur: PKK ve ayrılıkçı Kürt hareketlerinin kiliselerle ne ilişkisi var?

İlkin şunu belirteyim: Kiliseler 1964'den bu yana Ortadoğu'daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983'den sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güneydoğu Anadolu'daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayırımcılığı esas alan istihbarat faaliyetlerini 1962'de Barış Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen, çoğunluğu Katolik ve Anglikan kiliselerine kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardır.

Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, bir çok vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayırımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını bilgi haline dönüştürerek ABD'deki çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya kiliselere gitti. (13)

Oğuz KÖRO?LU
AKP'li belediyeden o görüntü hakkında açıklama
'Takdir halkımızındır'
Ankara'da konuşulan Akşener senaryosu
Hedefi 2028 mi?
Piyasalar merakla bekliyordu
TCMB faiz kararını açıkladı
İddia üzerine DMM'den açıklama geldi
Ehliyetlerine el konulmayacak!
Projeyi öğrenciler geliştirdi
8 şiddetindeki depreme dayanıklı
Özel'den 'Çorlu' kararı hakkında açıklama
'Siyasi sorumluluk unutulmamalı'
AK Partili meclis üyesinin dikkat çeken şovu
Başkanın önünde kendini yere attı
Irak'tan atılan adım hakkında MSB'den açıklama
PKK 'yasaklı örgüt' ilan edildi
Çorlu tren kazasının cezaları belli oldu
6 sene sonra karar açıklandı
İYİ Parti'de istifalar devam ediyor
Kongre öncesi üst düzey istifa
Şehirde göz gözü görmüyor
Çöl tozu İzmir'i teslim aldı
57. Alay Vefa Yürüyüşü düzenlendi
Her şey 109 yıl önceki gibi
31 Mart sonrası anketi
CHP yine birinci parti mi?
14 yaşındaki katil zanlısı tutuklandı
4 yaşındaki Sultan vahşice öldürüldü
Kınalı kuzular dedelerinin yolunda yürüdü
"Dedeciğim ben geldim"
AKP'li belediyeden o görüntü hakkında açıklama
'Takdir halkımızındır'
Ankara'da konuşulan Akşener senaryosu
Hedefi 2028 mi?
Piyasalar merakla bekliyordu
TCMB faiz kararını açıkladı
İddia üzerine DMM'den açıklama geldi
Ehliyetlerine el konulmayacak!
Projeyi öğrenciler geliştirdi
8 şiddetindeki depreme dayanıklı
Özel'den 'Çorlu' kararı hakkında açıklama
'Siyasi sorumluluk unutulmamalı'
AK Partili meclis üyesinin dikkat çeken şovu
Başkanın önünde kendini yere attı
Irak'tan atılan adım hakkında MSB'den açıklama
PKK 'yasaklı örgüt' ilan edildi
Çorlu tren kazasının cezaları belli oldu
6 sene sonra karar açıklandı
İYİ Parti'de istifalar devam ediyor
Kongre öncesi üst düzey istifa
Şehirde göz gözü görmüyor
Çöl tozu İzmir'i teslim aldı
57. Alay Vefa Yürüyüşü düzenlendi
Her şey 109 yıl önceki gibi
31 Mart sonrası anketi
CHP yine birinci parti mi?
14 yaşındaki katil zanlısı tutuklandı
4 yaşındaki Sultan vahşice öldürüldü
Kınalı kuzular dedelerinin yolunda yürüdü
"Dedeciğim ben geldim"

Irak yönetimi PKK'yı 'yasaklı örgüt' ilan etti, Türkiye 'terör örgütü' ilan edilmesini istiyor

Milli Savunma Bakanlığı(MSB), PKK terör örgütünün Irak tarafından 'yasaklı örgüt' ilan edilmesi yönünde alınan kararı memnuniyetle karşıladıklarını, bu yöndeki tasavvurun terör örgütü ilanına doğru evrilmesini beklediklerini açıkladı.
25.04.2024 12:23:00
İhlas Haber Ajansı
Irak yönetimi PKK'yı 'yasaklı örgüt' ilan etti, Türkiye 'terör örgütü' ilan edilmesini istiyor
Irak yönetimi PKK'yı 'yasaklı örgüt' ilan etti, Türkiye 'terör örgütü' ilan edilmesini istiyor
Milli Savunma Bakanlığı tarafından basın bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Bakanlıkta gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan Milli Savunma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk, Millî Savunma Bakanlığı olarak düzenlenen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile Gazi Meclisin açılışının 104'üncü yıl dönümü kapsamında gerçekleşen etkinlikler hakkında bilgi verdi.


Aktürk, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in şehit ve gazilerin kıymetli çocukları ile 'Vatan Marşı'nı seslendiren TRT Çocuk Korosuyla Bakanlıkta bir araya geldiğini, komuta kademesi ile birlikte Ankara Ulus'taki Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinde düzenlenen törene ve Meclis'teki özel oturum ile resepsiyona katıldığını hatırlattı. Aktürk, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve TBMM açılışının 104'üncü yıl dönümü kapsamında 23 Deniz Kuvvetler tarafından 23 gemi ile 23 liman ziyareti gerçekleştirildiğini, Çanakkale'de SOLOTÜRK, Antalya'da Türk Yıldızları Akrobasi Timi gösterisinin yanı sıra Düzce'de 3 uçak ile muharip uçak geçişi yapıldığını belirtti. Aktürk, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile Gazi Meclisin açılışının 104'üncü yıl dönümünü bir kez daha kutladı. Aktürk, Çanakkale Kara Muharebeleri'nin 109'uncu yıl dönümünde Ebedî Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Çanakkale'yi geçilmez kılan kahramanlar ile tüm şehit ve gazileri rahmet, minnet ve saygıyla anarken Çanakkale Kara Muharebeleri'nin yıl dönümü ve 57'nci Alay Vefa Yürüyüşü Etkinliği kapsamında, 24-25 Nisan'da SOLOTÜRK tarafından Çanakkale'de (Şehitler Abidesi) gösteri uçuşları icra edildiğini vurguladı.

Terörle mücadele harekâtı

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, terörle mücadelesini; sahanın gerekliliğine uygun, alışılmadık ve öngörülemez düzeyde, artan bir etki ve yoğun bir baskıyla sürdürdüğünün altını çizen Aktürk, 'Bu kapsamda Irak ve Suriye'nin kuzeyi dâhil; Son bir haftada 54, 1 Ocak 2024'ten bugüne kadar ise 360'ı Irak'ın, 442'si Suriye'nin kuzeyinde olmak üzere 802 terörist etkisiz hâle getirilmiştir. Kararlı operasyonlarımız sonucu Irak'ın kuzeyindeki barınma alanlarından kaçan 2 PKK'lı terörist daha 21 Nisan'da Habur'daki Hudut Karakolumuza teslim olmuştur' ifadelerini kullandı.

Hudut güvenliği

Aktürk, birliklerin imkân ve kabiliyetlerinin sürekli olarak geliştirildiği, dünya standartlarında ve teknoloji yoğunluklu sistemlerle korunan hudutlarda son bir haftada yasa dışı yollarla geçmeye çalışan 6'sı terör örgütü mensubu olmak üzere 284 şahıs yakalanmış, 2 bin 291 şahıs ise hududu geçemeden engellendiğini böylelikle, 01 Ocak'tan bugüne kadar hudutlardan yasa dışı yollarla geçmeye çalışırken yakalananların sayısı 2 bin 769'a, hududu geçemeden engellenen kişi sayısı da 48 bin 596'ya yükseldiğini açıkladı.
Aktürk, Milli Savunma Bakanı Güler'in 22 Nisan'da Sayın Cumhurbaşkanımızın Irak ziyaretine refakat ettiğini, 24 Nisan'da Vietnam Savunma Sanayi Başkanı'nı kabul ettiğini, aynı gün Avustralya Savunma Bakanı ile Gelibolu/Çanakkale'de savunma ve güvenlik konularının ele alındığı bir görüşme yaptığını belirtti.

Aktürk, Milli Savunma Bakanı Güler'in dün ve bugün de resmî ziyaret kapsamında bulunduğu Romanya'da mevkidaşıyla ikili ve askerî ilişkiler başta olmak üzere NATO ve bölgesel güvenlik konularında görüşmeler gerçekleştireceğini ifade etti.

Aktürk, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak'ın 18-19 Nisan'da Pakistan'a resmî ziyaret gerçekleştirdiğini ikili ve heyetler arası görüşmeler gerçekleştirerek Savunma Bakanı tarafından kabul edildiğini ve iki ülke ilişkileri ile silahlı kuvvetler arasındaki iş birliğine sağladığı katkılardan dolayı Pakistan Cumhurbaşkanı tarafından kendisine 'Pakistan İmtiyaz Nişanı' tevdi edildiğini vurguladı.

Bölgesel ve küresel barış ve istikrara katkılar, ikili ilişkiler

Türk Silahlı Kuvvetler; ikili ilişkiler ve uluslararası misyonlar çerçevesinde birçok coğrafyada başarıyla görev yapmakta; bölgesel ve küresel barış ve istikrara önemli katkılar sunduğunu ifade eden Aktürk, 'Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde gerçekleştirilen Irak ziyaretinde; 'Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırası' ve 'Askerî Sağlık Alanında Eğitim ve İş Birliği Protokolü' imzalanmıştır. Anlaşmaların imzalanmasıyla askerî eğitim iş birliği faaliyet alanlarının genişleyeceğini ve askerî ilişkilerimizin daha ileri seviyeye taşınacağını değerlendiriyoruz. Ayrıca, ziyaret esnasında akdedilen 'Stratejik Çerçeve Hakkında Mutabakat Zaptı' ile ülkelerimizin, kalıcı hâle gelecek iş birliği vesilesiyle terörle mücadele konusunda daha sağlam zeminde ilerlemesini amaçlıyoruz. PKK terör örgütünün Irak tarafından 'yasaklı örgüt' ilan edilmesi yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılıyor, bu yöndeki tasavvurun 'terör örgütü' ilanına doğru evrilmesini bekliyoruz' ifadelerini kullandı.

Türkiye ile Yunanistan heyetleri arasında Güven Artırıcı Önlemler Toplantısı

22 Nisan'da Atina'da gerçekleştirildiğini ifade eden Aktürk, 'Olumlu bir havada geçen toplantıda; 2024 yılı boyunca daha önce mutabık kalınan Güven Artırıcı Önlemler ile 2025 yılı uygulama planında yer alacak faaliyetler ele alınmış, bir sonraki toplantının Türkiye'de icra edilmesi konusunda karara varılmıştır' dedi.

İsrail'in Gazze'ye yönelik başlattığı saldırılar karşısında Türkiye'nin önceliğinin saldırıların durdurulması ve bölgesel barış adına kalıcı ateşkesin bir an önce tesis edilmesi olduğunun vurgulayan Aktürk, 'Masum Filistinlilerin özellikle çocukların öldürülmesinin ve yerlerinden edilmesinin hiçbir bahanesi olamaz. Hem bölge ülkeleri hem de uluslararası toplum yaşanan bu vahşet karşısında seslerini yükseltmeli, bu haksızlık ve hukuksuzluğun tüm dünyaya da yansıyabileceğini unutmamalıdır' şeklinde konuştu.

Aktürk, sözde Ermeni soykırımı olarak çarpıtılan olaylarda Ermeniler tarafından katledilen savunmasız ve masum Türkleri bir kez daha rahmetle andıklarının altını çizdi.

Eğitim-tatbikat faaliyetleri / uluslararası görevler

Türk Silahlı Kuvvetlerinin, hâlihazırda yürüttüğü tüm operasyonları ve görevleri ile eş zamanlı olarak eğitim ve tatbikat faaliyetlerini de aralıksız sürdürdüğünü aktaran Aktürk, 'Bu kapsamda; Fransa'da Mayın Harekâtına yönelik düzenlenen OLIVES NOIRES-2024 ile Romanya ev sahipliğinde Batı Karadeniz'de Temel Deniz Harekâtına yönelik icra edilen SEA SHIELD-2024 tatbikatlarına katılım sağlanmıştır. Birleşik Arap Emirlikleri'nde DESERT FLAG-9/2024, Estonya'da LOCKED SHİELDS (Kilitli Kalkan) -24, Cezayir'de Tehlike Altındaki Yolcu Gemisine Yardım-2024, Aksaz/Muğla'da KURTARAN-2024 tatbikatları ile, Millî Anadolu Kartalı Eğitimi icra edilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin planlı en büyük tatbikatlarından olan EFES-2024'ün Bilgisayar Destekli Komuta Yeri Safhası bugün (25 Nisan) başlamış olup 08 Mayıs'a kadar devam edecektir. Söz konusu tatbikatın Fiilî Atışlı Safhası ise 09-30 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Şu ana kadar 49 ülkeden bin 567 personelin katılacağı bildirilen tatbikat son yılların en geniş katılımlı EFES tatbikatı olacaktır. 26 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında NATO'nun Artırılmış Teyakkuz Faaliyetleri kapsamında Arnavutluk'ta NEPTUNE STRIKE 24.1 faaliyeti ile 29 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında ise Mayın Harekâtına yönelik eğitimler kapsamında İspanya'da SPANISH MINEX-2024 tatbikatları icra edilecektir. NEPTUNE STRIKE faaliyetinin 26-30 Nisan arasındaki bölümüne TCG Anadolu'nun liderliğinde Anadolu Görev Grubu ile ilk defa katılım sağlanacaktır. İspanya Deniz Kuvvetlerine ait BLAS DE LEZO gemisi İzmir'e, JUAN CARLOS gemisi İstanbul'a, Bangladeş Deniz Kuvvetlerine ait SANGRAM gemisi Mersin'e, Almanya Deniz Kuvvetlerine ait GROMITZ gemisi de Aksaz'a liman ziyareti gerçekleştirmiştir' şeklinde konuştu.

Aktürk, Türkiye-Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100'üncü, ERTUĞRUL fırkateyninin Japonya seyrinin 134'üncü yıl dönümü kapsamında, 20 ülke 24 liman ziyareti gerçekleştirecek olan TCG KINALIADA korvetinin, Cidde ve Cibuti'nin ardından 23 Nisan'da Mogadişu/Somali'ye ulaştığını belirtti.

Somali'de liman ziyareti yapan TCG KINALIADA korvetinin, Somali Cumhurbaşkanı tarafından ziyaret edildiğini bildiren Aktürk, Gemimizi bizzat ziyaret ederek onurlandıran Somali Cumhurbaşkanı, konuşmasında iki ülke arasındaki dostluk, kardeşlik ve stratejik ortaklığa vurgu yapmıştır. Bu vesileyle Somali'de güvenlik ve istikrarın sağlanmasına yönelik eğitim, danışmanlık ve destek faaliyetlerimizin artarak devam edeceğini bir kez daha vurguluyoruz. KINALIADA korvetimiz bugün bir sonraki liman olan Maldivler'e doğru seyre başlayacak ve Japonya'ya intikaline devam edecektir' açıklamalarında bulundu.

Aktürk, NATO Müşterek Hava ve Deniz Komutanlıkları iş birliği kapsamında; Muharebe Görev Kuvveti tarafından 22 Nisan'da Doğu Akdeniz'de icra edilen Hava Savunma Eğitimine 4 adet F-16 uçağımız ile katılım sağlandığını dile getirdi.

Aktürk, Yarın Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde SOLOTÜRK pilotlarının, 27 Nisan'da ise Yeşilköy/İstanbul'da bulunan Hava Kuvvetleri Müzesinde Türk Yıldızlarının söyleşi ve imza etkinlikleri yapılacağını söz konusu etkinliklere tüm halkın davetli olduğunu söyledi.

Savunma Sanayi, envantere giren yeni silah sistemleri

Aktürk, Cumhurbaşkanı Erdoğan, liderliğinde geliştirilen yerli, millî ve modern teknolojiyi haiz savunma sanayisi ürünleri ile Türk Silahlı Kuvvetlerimizin etkinlik ve caydırıcılığı daha da arttırdığını kaydetti. Aktürk, Kara Kuvvetleri Komutanlığınca muhtelif miktarda Taşınabilir Elektronik Taarruz Sisteminin (MİLKAR) muayene ve kabul faaliyeti tamamlandığını açıkladı.

Öğrenci ve personel temini faaliyetleri

Personel ve askerî öğrenci alım/temin faaliyetlerinin de planlandığı şekilde devam ettiğini belirten Aktürk, '03 Nisan'da başlayan '2024 Yılı Millî Savunma Üniversitesi Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları Askerî Öğrenci Aday Tercih İşlemleri' 10 Mayıs'a kadar, 24 Nisan'da başlayan '2024 yılı Millî Savunma Bakanlığına Açıktan İşçi Temini' başvuruları ise 29 Nisan'a kadar devam edecektir. Sonuç olarak dünyanın en güçlü ordularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, asil milletimizin sevgisi ve güveninden aldığı ilhamla üstlenmiş olduğu tüm görevleri başarıyla yerine getirmeye, başta yakın coğrafyamız olmak üzere küresel güvenlik, barış ve istikrarın tesisine yönelik faaliyetlerine artan bir gayretle devam edecektir' şeklinde konuştu.

Çorlu tren kazası davasında karar çıktı

Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 25 kişinin hayatını kaybettiği, 340 kişinin yaralandığı tren kazasına ilişkin davada 9 sanığa 8 yıl 4 ay ile 17 yıl 6 ay arasında hapis cezası verildi
25.04.2024 12:03:00 / Güncelleme: 25.04.2024 12:38:25
AA
Çorlu tren kazası davasında karar çıktı
Çorlu tren kazası davasında karar çıktı
Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde 25 kişinin hayatını kaybettiği, 340 kişinin yaralandığı tren kazasına ilişkin yargılanan 13 sanıktan 9'una, 8 yıl 4 ay ile 17 yıl 6 ay arasında değişen hapis cezaları verildi.

Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesince Halk Eğitim Merkezi Salonu'nda görülen davanın 20. duruşması yapıldı.

Duruşmaya tutuksuz sanıklar dönemin Çerkezköy Yol Bakım ve Onarım Şefi Özkan Polat, Köprüler Şefi Çetin Yıldırım, dönemin Demir Yolu Bakım Müdürü Turgut Kurt, hat bakım onarım memuru Celaleddin Çabuk, TCDD Üst Yapıdan Sorumlu 1. Bölge Bakım Servis Müdür Yardımcısı Levent Kaytan, dönemin Altyapıdan Sorumlu 1. Bölge Bakım Servis Müdür Yardımcısı Nizamettin Aras, yol kontrolörü Burhan Ortancıl, dönemin Bakım Servis Müdürü Mümin Karasu, dönemin Bakım Servis Alanlarından Sorumlu Müdür Yardımcısı Levent Meriçli, dönemin TCDD 1. Bölge Müdürü Nihat Aslan, mühendisler Tevfik Baran Önder, Deniz Parlak ve Kubilay Başkaya, kazada ölenlerin yakınları ve yaralananlar ile tarafların avukatları katıldı.

Duruşma, mahkemeye sunulan belgelerin okunmasıyla başladı.

Daha sonra karar öncesi sanıklara son sözleri soruldu.

Sanıklardan Karasu ek iddianame ve mütalaa da görevini yapanın cezalandırılmak istendiğini ileri sürerek "Halkalı'dan Kapıkule'ye kadar olan hatla ilgili uyarıları ve denetimi yazışmalar ile bildirmiştim. Görevimi yerine getirdim. Beraatımı talep ediyorum." dedi.

Diğer sanıklar da suçsuz olduklarını ileri sürerek beraatlarını talep etti.

Mahkeme heyeti verdiği kısa aranın ardından açıkladığı kararda "Taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma" suçundan Karasu'ya 17 yıl 6 ay, Kurt'a 16 yıl 3 ay, Aslan'a 15 yıl, Polat'a 13 yıl 9 ay, Önder'e 10 yıl,  Meriçli, Parlak ve Başkaya'ya 9 yıl 2'şer ay, Aras'a ise 8 yıl 4 ay hapis verdi.

Heyet, sanıklardan Kaytan, Ortancıl, Yıldırım ve Çubuk'un ise beraat etmesine hükmetti.

Mahkeme ayrıca sanıklardan Aslan, Karasu, Kurt ve Polat'ın hükümle birlikte tutuklanmasına karar verdi.

Tekirdağ'daki tren kazası

Uzunköprü-İstanbul seferini yapan yolcu treninin 8 Temmuz 2018'de Çorlu yakınlarında vagonlarından bazılarının devrilmesi sonucu 25 kişi yaşamını yitirmiş, 340 kişi yaralanmıştı.
Davanın iddianamesinde "kazanın meydana gelmesinde asli kusurlu" bulundukları gerekçesiyle sanıklar Turgut Kurt, Özkan Polat, Çetin Yıldırım ve Celaleddin Çabuk'un "birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma" suçundan 2 yıldan 15 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenmişti.
 
Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporları ve değerlendirme neticesinde 9 Eylül 2022'de soruşturmanın genişletilmesine karar verilmiş, bu kapsamda aynı suçtan Nihat Aslan, Levent Meriçli, Mümin Karasu, Levent Kaytan, Nizamettin Aras, Burhan Ortancıl, Tevfik Baran Önder, Deniz Parlak ve Kubilay Başkaya hakkında Çorlu Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılmıştı.
 
Dava kapsamında söz konusu dönem TCDD 1. Bölge Müdürlüğü'nde Bakım Servis Müdürü olan Mümin Karasu 10 Ekim 2022'de tutuklanmış, tutukluluğuna yapılan itiraz üzerine Çorlu 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25 Kasım 2022'de hakkında yurt dışına çıkış yasağı konularak tahliye edilmişti.
 
Davanın 17'nci duruşmasında Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki son görüşünde, tutuksuz 13 sanığın tamamının "birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma" suçundan cezalandırılmasını, Karasu, Kurt ve Polat'ın üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, üzerlerine atılı suç için öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacak olmasından tutuklanmalarını istemişti.

Uzmanından 'Çöl tozu' açıklaması

 Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Kansu, risk gruplarına ilişkin konuşurken çöl tozuna karşı toplumda dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı.
25.04.2024 10:42:00
İhlas Haber Ajansı
Uzmanından 'Çöl tozu' açıklaması
Uzmanından 'Çöl tozu' açıklaması
Afrika üzerinden gelen çöl tozları ve sıcak hava dalgası Türkiye'de etkili olurken Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Kansu, 'Çocuklar, alerjisi ve astımı olanlar, KOAH'lılar, yaşlılar daha fazla risk altında. Partiküllerin içinde kimyasallar da var, ileriye dönük kronik, nörolojik hastalıklar açısından etkiler oluşturduğu gösterilmiş. Solunum semptomları olan hastalar acillere artan şikayetlerle, atak dediğimiz tabloyla geliyor. 'Neden olduk' diyorlar. Dışarıda geçireceğimiz vakti azaltalım, maskeyle çıkalım, aldığımız sebze meyveleri bol suyla yıkamaya çalışalım' dedi.

Afrika üzerinden gelen çöl tozları ve sıcak hava dalgası Türkiye'de etkili oluyor. Rüzgar ile birlikte gelen toz, Yunanistan'ın başkenti Atina'yı turuncuya boyarken uzmanlar, tozun birkaç gün daha Türkiye'yi etkilemeye devam edeceğini belirtti. Meteoroloji Genel Müdürlüğü toz taşınımına yönelik uyarılar yaparken uzmanlar, insan sağlığına etkisine yönelik bilgi verdi. Medipol Mega Üniversite Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Kansu, risk gruplarına ilişkin konuşurken çöl tozuna karşı toplumda dikkat edilmesi gerekenleri sıraladı.

'Çocuklar, alerjisi, astımı olanlar, KOAH'lılar ve yaşlılar daha fazla risk altında'

Havadaki tozun vücudun birçok noktasını etkilediğini ifade eden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Kansu, 'Kışı biraz zor geçirdik özellikle viral hastalıklarımız çok fazlaydı, o dönemi şu an biraz kapattık, biraz alerjenler ortaya çıkmıştı. Bahar erken geldi, mart ayında çiçekler, polenler alerji mevsimi derken bugünlerde sabahları uyanıyoruz, arabalarımızın üstü çamur şeklinde. Sahra Çölleri'nden gelen dünyanın döngüsünde olan şeyler bunlar, ülkemize, şehirlerimize ulaşan kum fırtınasıyla ortaya çıkmış bir toz bulutu var. Bunlar mikro küçük partiküller şeklinde havada şu anda uçuşuyorlar. Bunları soluyoruz, belli bir mikro partikülün altındakilerin de akciğerimizin en küçük hava keseciklerine kadar ulaştığını biliyoruz. Bu da bizim solunum yolu şikayetlerimizi artırıyor. Bir; çocukları söylemek lazım, ikincisi alerjisi ve astımı olanlar, üçüncü grup olarak KOAH'lı, dördüncü yaşlı grubumuzu saymamız lazım. 4 grubun bugünlerde dışarıdaki bu etkene maruz kaldığında doğacak sonuçları daha fazla. Hepimiz maruz kalıyoruz ama saydığımız 4 grup daha fazla risk altında. Sadece akciğer için de bir etki oluşturmuyor şu an cildimizde; yüzümüzde, elimizde, saçımızda hissediyoruz. Etrafta uçuştuğu için göz bölümüne gelen hasta sayımızda bir artış var, solunum yoluyla ilgili ciddi manada artan bir şey var. Bu tozların içinde sadece kum taneleri, toz değil kimyasallar da var. Onların ileriye dönük kronik, nörolojik hastalıklar açısından da etkiler oluşturduğu dünyada gösterilmiş. Evimizde sinekliklerimiz vardır, partikülleri, polenleri, böcekleri, uzaklaştıracak şekilde, az düzeyde olsa bile geçişini engeller ama 'Penceremizi çok açalım, havalandıralım' gibi durumları en azından şu bir hafta için biraz azaltmamamız gerekiyor. Çok acil, olağanüstü bir durum yoksa bu grubun özellikle dışarıda çok vakit geçirmemesini hatırlatmak lazım' dedi.

'Hastalar artan şikayetlerle, atak dediğimiz tabloyla geliyor'

Toza karşı maske kullanımına yönelik konuşan Dr. Öğr. Üyesi Kansu, 'Özellikle kronik grubun kullanması şart, en basit cerrahi maske dediğimiz pandemide kullandığımız maske ile başlanabilir ama bu belli partikülün altını tutmayacaktır. İmkanı olanların özellikle bu saydığımız risk faktöründeki kişilerin 3M maskeleri kullanmalarını hatırlatabiliriz. Bu günlerde göğüs hastalıkları ya da acillere solunum semptomları olan hastalar, alerji, astım geçmişi olan hastalarımız kum fırtınası, partiküller sebebiyle artan şikayetlerle, atak dediğimiz tabloyla karşımıza geliyor. Neler var; öksürük, hırıltı, gece solunum şikayetleri, bir miktar ateş, nefes darlığı şeklinde bu hastalar acile ya da göğüs hastalıklarına geliyorlar. 'Neden olduk, ne değişti' diyorlar, farkına değiller. Alerjenlerin bu günlerde etkisi var ama son 2 haftadır bu kum fırtınasının bu alerji, astım, KOAH olan hastalarda biraz daha solunum semptomlarını kötüleştirdiğini, acile getirdiğini biliyoruz. Meteoroloji açısından takip etmemiz lazım, uzmanların görüşünü dinleyeceğiz, bu hafta akışının süreceğini biliyoruz. Boğazımızda bir gıcık hissi sadece bu saydığımız risk grubu değil şu anda hepimizde var. Cildimizde bir kuruluk hissi var. Birincisi dışarıda geçireceğimiz vakti biraz azaltalım, ikincisi pencerelerimizi çok açmayalım, üçüncüsü maskeyle çıkalım, dördüncüsü eve geldiğimizde lütfen bir duş alalım, üstümüzü değiştirelim. Beşincisi sıvı tüketimi, bol su içmeye çalışalım çünkü o sinüslerimiz, bronşlarımız, burnumuzun içinde de birikiyor bize gıcık hissi de yapıyor. Bu sadece bedenimize aldığımız bir şey değil, şu an da her yere arabamızın üzerine düştüğü gibi tarladaki ekinlere, mahsullere, sebze, meyvelere de düşüyor. Eve aldığımız, pazardan getirdiğimiz sebze meyveleri bol suyla yıkamaya çalışalım" şeklinde konuştu.

Gar katliamı davasında mütalaa açıklandı

Yargıtay’ın bozma kararı sonrası tekrar görülen terör örgütü DEAŞ’ın Ankara Garı önünde 10 Ekim 2015’te düzenlediği ve 101 kişinin öldüğü saldırıyla ilgili 10’u tutuklu 26 sanığın yargılandığı davada esas hakkındaki mütalaa açıklandı.
25.04.2024 09:41:00
İhlas Haber Ajansı
Gar katliamı davasında mütalaa açıklandı
Gar katliamı davasında mütalaa açıklandı
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya tutuklu sanıklar bulundukları cezaevinden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılırken, taraf avukatları salonda hazır bulundu.

Avukatlar, kovuşturmanın genişletilmesini ve terör saldırısından önce ihmali bulunan kamu görevlileri hakkındaki belgelerin mahkemece değerlendirilmesini talep etti.

Beyanların ardından esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcı, sanık Erman Ekici'nin "anayasal düzeni ihlal" suçundan 1, "101 kişiyi kasten öldürme" suçundan da 101 kez olmak üzere toplam 102 kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını talep etti.

Ekici'nin 379 kişiyi kasten öldürmeye teşebbüs suçundan da 6 bin 822 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını talep eden savcı, diğer sanıklar Abdülmubtalip Demir, Talha Güneş, Metin Akaltın, Yakub Şahin, Hakan Şahin, Halil İbrahim Alçay, Resul Demir, Hacı Ali Durmaz ve Hüseyin Tunç için de "kasten öldürme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis talebinde bulundu.

Söz alan sanık Ekici, savunmasını hazırlamak için süre talep etti.

Mahkeme heyeti, tutuklu sanıkların mevcut hallerinin devamına hükmederek, duruşmayı 26 Haziran'a erteledi.

logo

Beşyol Mah. 502. Sok. No: 6/1
Küçükçekmece / İstanbul

Telefon: (212) 624 09 99
E-posta: internet@yenimesaj.com.tr gundogdu@yenimesaj.com.tr


WhatsApp iletişim: (542) 289 52 85


Tüm hakları Yeni Mesaj adına saklıdır: ©1996-2024

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir. Yeni Mesaj Gazetesi'nde yer alan köşe yazıları sebebi ile ortaya çıkabilecek herhangi bir hukuksal, ekonomik, etik sorumluluk ilgili köşe yazarına ait olup Yeni Mesaj Gazetesi herhangi bir yükümlülük kabul etmez. Sözleşmesiz yazar, muhabir ve temsilcilere telif ödemesi yapılmaz.