Aşura sabahı
Namaz, Kur’an ve zikirle geçirilen gecenin sabahında, sabah namazının kılınmasının ardından, İmam Hüseyin (a.s.) arkasındaki cemaate şöyle hitap etmiştir
05.08.2022 23:44:00





Namaz, Kur'an ve zikirle geçirilen gecenin sabahında, sabah namazının kılınmasının ardından, İmam Hüseyin (a.s.) arkasındaki cemaate şöyle hitap etmiştir:
"Allah-u Teala, bugün benim ve sizin ölümünüze müsaade etmiştir, öyleyse direnin, düşmana karşı savaşın ."
Artık savaşın kaçınılmaz olduğu kesinlik kazanmıştı. Verilen mühlet sona ermiş ve ordu saldırı pozisyonunu almıştı. Bu anda Rabbine yalvaran İmam Hüseyin (a.s.) ellerini açtı ve şöyle yakardı:
"Allah'ım! Her kederde benim güvencem Sensin. Her zorlukta benim ümidim Sensin. Karşıma çıkan her meselede benim güvencem ve donanımım Sensin.
Kalbi zayıf düşüren, insanı çaresiz bırakan, dostların bırakıp kaçmasına ve düşmanların şamata yapmasına neden olan nice felaketleri, başkasından yüz çevirip Sana yönelerek, Sana sundum, Sana şikayet ettim. Sen de beni bu felaketlerden kurtardın, bana çıkış yolu gösterdin. Her nimetin velisi, her güzelliğin sahibi ve her arzunun mercii Sensin."
Ölüme hazır olan ashabına da şöyle seslenmiştir:
"Ey Kerimzâdeler! Sabırlı olun, ölüm sizi sıkıntı ve mihnetten geçirip, geniş cennet ve daimî nimetlere ulaştıran köprüden başka bir şey değildir.
Hanginiz zindandan saraya gitmeyi sevmez? Halbuki ölüm düşmanlarınız için saraydan zindana ve azaba intikal etmeye benzer.
Babam, Resulüllah (s.a.v.)'den naklen şöyle buyurdu:
"Dünya mü'mine zindan, kâfire ise cennettir. Ölüm, mü'minleri cennetlerine, kâfirleri ise cehennemlerine ulaştıran bir köprüdür. Ne yalan duymuşum ve ne de yalan konuştum."
Ordular düzenleniyor
İmam Hüseyin (a.s.), ashabına sabah namazından sonra yaptığı konuşmanın ardından artık savunma hattını oluşturmaya başladı.
Ordunun sağ kanadını Züheyr bin Kayn'a, sol kolunu Habib bin Mezahir'e, sancağı ise kardeşi Abbas'a verdi. Geri kalan ev halkını ise kendisi ile beraber merkezde topladı.
İmam'ın, ordusu için bu hazırlıkları yaptığı sırada, Ömer bin Sa'd komutasındaki onbinlerce kişilik ordu da saldırı pozisyonuna geçmişti. Bu manzarayı gören İmam Hüseyin (a.s.) ellerini Cenab-ı Hakka açarak şöyle yardım diledi:
"Allah'ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim Sensin. Kalpleri tazif eden, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran ve düşmanları sevindiren nice gam ve musibetler vardır; başkalarından ümidimi kesip Sana yönelerek onları Sana şikayet ettim."
Ömer bin Sa'd'ın ordusuna sesleniş
Ömer b. Sa'd'ın ordusundakilerin hâli şöyle idi: "Hepsi, Hüseyin (a.s.)'ın kanını akıtmakla Allaha yaklaşacaklarını zannediyorlardı."
İki tarafın da son hazırlıklarını yaptığı bir sırada İmam Hüseyin (a.s.) karşısındaki insan seli orduya tekrar nasihatte bulunmuştur.
Kendi çadırlarından uzaklaşarak karşısındaki düşman askerlerine yaklaşmış ve onlara atının üzerinde şu uyarıları yapmıştır:
"Ey insanlar! Beni dinleyin; üzerime düşen sizlere öğüt ve nasihatimi dinlemedikçe ve bu bölgeye gelmemin sebebini öğrenmedikçe savaş hususunda acele etmeyin.
Eğer delilimi kabul edip, sözümü tasdik eder de bana karşı insaflı davranırsanız, saadet yolunu bulursunuz, artık benimle de savaşmaya hiçbir sebep kalmaz.
Eğer delilimi kabul etmezseniz, daha sonra yaptığınız işin gam ve üzüntünüze sebep olmaması için de ortaklarınızı bir araya toplayıp düşünüp taşının ve hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın.
Şüphesiz benim yardımcım Kur'an'ı indiren Allah'tır. Sâlih kulların yardımcısı da O'dur."
İmam Hüseyin (a.s.) daha sonra Allah'a hamd etti; Resulüllah (s.a.v.)'e salat ettikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Şimdi benim soyumu araştırın ve bakın ben kimim? Sonra vicdanınızla baş başa kalın ve nefsinizi ayıplayın. Bakın bakalım beni öldürmeniz sizin için uygun mudur?
Ben Peygamberinizin (s.a.v.) kızının oğlu değil miyim? Peygamberinizin (s.a.v.) vasisi, Resulüllah (s.a.v.)'in Allah katından getirdiğini ilk tasdik eden, ilk mü'min Ali (a.s.)'ın oğlu değil miyim?
Şehitlerin efendisi Hamza benim amcam değil mi? Resulüllah (s.a.v.)'in benim ve kardeşimin hakkında, "Şu ikisi cennet gençlerinin efendileridir" dediğini duymadınız mı?
Eğer benim dediklerimi doğruluyorsanız -ki haktan ibarettir- Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın yalan söyleyenlere buğzettiğini öğrendiğim günden beri yalan söylemedim. Yok eğer, beni yalanlıyorsanız, içinizde, sorduğunuzda size doğruyu söyleyecek kimseler vardır.
Câbir bin Abdullah el-Ensarî'ye, Ebu Said el-Hudrî'ye, Sahl b. Sa'd es-Saidî'ye, Zed b. Erkam'a ve Enes bin Mâlik'e sorun. Resulüllah (s.a.v.)'in bu sözleri benim ve kardeşim hakkında söylediğini duyduklarını size söyleyeceklerdir. Kanımı dökmenizi engellemeye bu kadar yetmez mi?"
Sonra İmam Hüseyin (a.s.) onlara şöyle dedi:
"Eğer bundan şüphe ediyorsanız, benim Hazreti Peygamberin (s.a.v.) kızının oğlu olduğumdan da mı şüphe ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki, doğu ve batı arasında, ne sizin içinizde ne de başka topluluklar içerisinde benden başka Peygamberin (s.a.v.) kızının oğlu yoktur.
Yuh olsun size! Sizden birini öldürdüm de mi, buna karşılık beni öldürmek istiyorsunuz? Yoksa birinizin malını mı yedim? Ya da birinizi yaraladım da onun karşılığı olarak mı benim kanımı dökmek istiyorsunuz?"
Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Sonra şöyle seslendi:
"Ey Şebes b. Rib'i! Ey Haccar b. Ebcer! Ey Kays b.Eş'as! Ey Yezid b. Hâris! "Meyveler olgunlaştı, etraf yemyeşil kesildi. Gelip seni bekleyen hazır bir ordunun başına geçeceksin" diye bana yazanlar siz değil miydiniz?"
Kays b. Eş'as, "Ne dediğini anlayamıyoruz. Ama amcanın oğlunun egemenliğini kabul et" dedi.
Hüseyin (a.s.) ona şöyle dedi: "Hayır, Allah'a and olsun, size elimi alçaklar gibi vermeyeceğim ve köleler gibi de kaçmayacağım."
Sonra şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulları! Beni taşlamanıza karşı, sizin de, benim de Rabbim olan Allah'a sığındım. Hesap gününe inanmayan bütün büyüklük taslayan zorbalardan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığınıyorum!"
Bazı eserlerde bu konuşmanın içinde bir bölüm olarak şunlar yer almaktadır:
"Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun, dünyaya karşı ihtiyatlı davranın; eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimî kalacak olsa idi, peygamberler bâki kalmaya daha layık, riyazetleri, celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı.
Allah-u Teala dünyayı fâni olmak için yaratmıştır; yenileri eksilir, nimetleri zâil olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür) dünya engebeli bir menzil ve muvakkat bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın; en güzel azık ise sakınmaktır; Allah'tan sakının ta ki, kurtuluşa eresiniz.
Ey insanlar! Allah-u Teala dünyayı, ehlini hâlden hâle sokan fenâ ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse, dünyaya aldanan, bedbaht da ona bağlanan kimsedir. O hâlde, sakın bu dünya sizi aldatmasın.
Dünya kendisine itimat edenin ümidini kestiği gibi tamah edenin de umudunu boşa çıkarır. Sizin bir iş üzere toplandığınızı görüyorum; bu işle Allah'ı gazaplandırdınız, derken Allah da rahmetini sizden çevirdi ve size azabını gerekli kıldı.
Rabbimiz ne güzel bir Rabdır. Siz ise ne güzel kullarsınız. Allah'ın emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e de iman getirdiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehl-i Beyt'ini öldürmek için saldırıya geçtiniz.
Şeytan sizi sarıp kuşatmıştır; böylelikle de size Yüce Allah'ın zikrini unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi helak etsin. Biz Allah'tanız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." İmam (a.s.) daha sonra şöyle buyurdu: "Bunlar, inandıktan sonra kâfir olan kimselerdir. Bu zâlim kavim, Allah'ın rahmetinden uzak olsun."
Hikmetler
İmam Hüseyin (a.s.) ne karşısındaki ordudan korkuyor, ne de kıyam kararından vazgeçiyordu. Ancak onda öyle büyük bir Allah korkusu ve hesap verme şuuru vardı ki, karşısındaki askerleri yapacakları katliam için ikaz etmek zorunda hissediyordu. Aşura günü, kendisi için planlanan saldırının vebaline karşı defalarca askerleri uyarmıştır.
İmam Hüseyin (a.s.), ordu savaş pozisyonunu aldıktan sonra ikinci bir hutbe daha irad etti. Bu hutbesini irad etmeden önce düşman kuvvetlerinin susmasını ve kendisini dinlemesini istedi. Ancak bunu başaramadı. O sırada şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun size! Niçin susup da sözlerimi dinlemiyorsunuz? Halbuki ben sizi doğru yola çağırıyorum . Kim bana uyarsa, doğru yolu bulanlardan, bana isyan eden de helak olanlardan olur. Hepiniz emrime muhalefet ediyor ve sözümü de dinlemiyorsunuz.
Evet, aldığınız haram hediyeler ve karnınızı dolduran haram lokmalardan dolayı Allah-u Teala kalplerinizi mühürlemiştir. Yazıklar olsun size, susmak ve dinlemek nedir bilmez misiniz?"
Bu sözler karşısında, ordu içinde "Niçin susup da sözlerini dinlemiyorsunuz?" diye birbirini kınama başladı. Sükut sağlandı ve İmam Hüseyin (a.s.) sözlerine şöyle devam etti:
"Ey cemaat! Allah sizi helak etsin, kalbinizi kederle doldursun! Şaşkınlık içinde olduğunuz bir hâlde, iştiyakla bizi yardımınıza çağırdınız, olumlu cevap verip süratle imdadınıza koştuk. (ama siz) aleyhimize kılıç çektiniz; ortak düşmanlarınızın çıkardığı fitne ateşini bizim aleyhimize alevlendirdiniz.
Dostlarınızın aleyhine toplanıp, aranızda hiçbir adaleti yaymayan (yararınıza bir adım dahi atmayan) ve kendilerinden ve dünya malından size ulaştıracakları haram bir noktadan ve göz diktiğiniz alçak bir yaşayıştan başka hiç bir şey ummadığınız düşmanlarınıza destek oldunuz.
Birazcık yavaş olun. Yazıklar olsun size! Bizden hiçbir şey vâki olmaksızın ve hiçbir hatalı görüş görülmeksizin horlanıp bizi terk ettiniz.
Kılıçlar kınında kalpler huzur içerisinde ve reyler sağlam olduğunda çekirge gibi süratle bize yöneldiniz ve sinekler gibi başımıza üşüştünüz.
Yüzünüz kara olsun! Şüphesiz sizler ümmetin tağutu, Kur'an'ı terk eden fâsık hiziplerin en son pislikleri, şeytanın balgamı kimselersiniz. Siz Kitabı tahrif eden, Sünneti söndüren, Peygamberin (s.a.v.) evlatlarını öldüren, vasilerin neslini kesen, zinazedeleri nesebe ilhak eden, mü'minleri inciten ve Kur'an'ı parçalayan alaycı önderlerin imdadına koşan kimselersiniz.
Sizler şimdi İbn-i Harb'a (Muaviye oğlu Yezid'e) ve onlara uyanlara itimad edip bize yardımda bulunmuyorsunuz. Allah'a and olsun ki, yardım etmemek ve hilekârlık sizin en bâriz sıfatlarınızdandır; damar ve kökleriniz onun üzerine boy salmış, dal ve gövdeniz onu miras edinmiş, gönülleriniz bu kınanmış âdet üzere rüşd etmiş, kalpleriniz bu sıfatlarla dolmuştur.
Siz bağ bekçisinin boğazında kalan veya gasıb bir kimsenin tatlı bir lokması olan habis bir meyve gibisiniz.
Allah'ın laneti, anlaşma kesinleştikten sonra Allah'ı kefil kılmakla birlikte onu bozanların üzerine olsun! Allah'a and olsun ki, sizler işte o kimselersiniz. Bilin ki, zinazede oğlu zinazede (Ubeydullah bin Ziyad) bizi iki şey; kılıç ve zillet arasında bırakmıştır; zillet ise bizden uzaktır…
Ne Allah, ne Peygamberi ve ne de mü'minler bunu kabul ederler ve ne de pâk ve tâhir olan anneler ve izzet-i nefsi olan kimseler, alçak kimselerin itaatını, kerim kişilerin katligâhına tercih etmeyi revâ görürler.
Bilin ki, ben hücceti tamamladım ve size olan inzar görevi mi yerine getirdim. Ben aile efradımın azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümekte devam edeceğim."
İmam (a.s.) bu sırada şu şiiri okudu:
"Eğer düşmanı yenersek, zaten önceden de yeniktiler.
Ama eğer yenilirsek, yine gerçekte yenilmiş biz değiliz.
Biz korkaklık nedir bilmeyiz fakat başımıza bir takım olaylar gelmiş, devlet başkalarının eline geçmiştir.
Bizi alaya almak isteyenlere de ki, kendinize gelin. Çünkü bizim uğradığımız şeye onlar da uğrayacaktır.
Ölüm, devesini birisinin kapısından kaldırdığında şüphesiz diğerlerinin kapısına yatıracaktır."
Daha sonra İmam (a.s.) şöyle buyurdu:
"Bilin, Allah'a and olsun ki, bu savaştan sonra siz ancak süvarinin bineğine bindiği bir süre miktarınca eğlenip durursunuz (arzularınıza ulaşırsınız). Nitekim olaylar, bir değirmenin döndüğü gibi sizi döndürür ve bir eksenin sarsıntısı gibi sizi sarsıp mustarip eder. İşte bu, babam Ali (a.s.)'ın, ceddim Resulüllah (s.a.v.)'den naklettiği bir vasiyettir."
Ve İmam Hüseyin (ra), ellerini göğe kaldırıp, Ömer b. Sa'd'ın ordusuna şöyle beddua etti:
"Allah'ım! Onlara bir damla olsun yağmur yağdırma! Onlara Yusuf'un yılları gibi (zor ve kurak) yıllar yaşat, onlara, Sakifli genci (Muhtar veya Haccac) musallat kıl ki, acı (zillet ) kabıyla onları doyursun (onlara kan kustursun) ve onlardan hiç birisini cezasız bırakmasın; katledenleri katletsin, vuranlarını ise vursun; böylece onlardan Ehl-i Beyt'imin ve sevenlerimin intikamını alsın!
Zira onlar bizi tekzip ettiler (düşmanlar karşısında bize yardımda bulunmadılar). Ey Allah'ım! Sen bizim Rabbimizsin, Sana tevekkül ederiz. Şüphesiz ki, dönüşümüz Sanadır."
İmam Hüseyin (a.s.) savaşın her an başlayacağı bu ortamda irad ettiği hutbeleri ile vazifesini tamamlamıştı. Son olarak Ömer b. Sa'd'ın ordusuna, "… Zorbalardan benim ve sizin Rabbimiz olan Allah'a sığınıyorum" dedi.
İmam Hüseyin'in (as) bu son hutbesi ve ikazının içeriği, kendisinin ve ashabının hangi gerekçelerle canları pahasına hakkı ayakta tuttuğunu ve karşısındaki bâtıl ve zalim güruhun vaziyetinin ne olduğunu anlamak bakımından da mânidârdır. (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hüseyin eserinden)
"Allah-u Teala, bugün benim ve sizin ölümünüze müsaade etmiştir, öyleyse direnin, düşmana karşı savaşın ."
Artık savaşın kaçınılmaz olduğu kesinlik kazanmıştı. Verilen mühlet sona ermiş ve ordu saldırı pozisyonunu almıştı. Bu anda Rabbine yalvaran İmam Hüseyin (a.s.) ellerini açtı ve şöyle yakardı:
"Allah'ım! Her kederde benim güvencem Sensin. Her zorlukta benim ümidim Sensin. Karşıma çıkan her meselede benim güvencem ve donanımım Sensin.
Kalbi zayıf düşüren, insanı çaresiz bırakan, dostların bırakıp kaçmasına ve düşmanların şamata yapmasına neden olan nice felaketleri, başkasından yüz çevirip Sana yönelerek, Sana sundum, Sana şikayet ettim. Sen de beni bu felaketlerden kurtardın, bana çıkış yolu gösterdin. Her nimetin velisi, her güzelliğin sahibi ve her arzunun mercii Sensin."
Ölüme hazır olan ashabına da şöyle seslenmiştir:
"Ey Kerimzâdeler! Sabırlı olun, ölüm sizi sıkıntı ve mihnetten geçirip, geniş cennet ve daimî nimetlere ulaştıran köprüden başka bir şey değildir.
Hanginiz zindandan saraya gitmeyi sevmez? Halbuki ölüm düşmanlarınız için saraydan zindana ve azaba intikal etmeye benzer.
Babam, Resulüllah (s.a.v.)'den naklen şöyle buyurdu:
"Dünya mü'mine zindan, kâfire ise cennettir. Ölüm, mü'minleri cennetlerine, kâfirleri ise cehennemlerine ulaştıran bir köprüdür. Ne yalan duymuşum ve ne de yalan konuştum."
Ordular düzenleniyor
İmam Hüseyin (a.s.), ashabına sabah namazından sonra yaptığı konuşmanın ardından artık savunma hattını oluşturmaya başladı.
Ordunun sağ kanadını Züheyr bin Kayn'a, sol kolunu Habib bin Mezahir'e, sancağı ise kardeşi Abbas'a verdi. Geri kalan ev halkını ise kendisi ile beraber merkezde topladı.
İmam'ın, ordusu için bu hazırlıkları yaptığı sırada, Ömer bin Sa'd komutasındaki onbinlerce kişilik ordu da saldırı pozisyonuna geçmişti. Bu manzarayı gören İmam Hüseyin (a.s.) ellerini Cenab-ı Hakka açarak şöyle yardım diledi:
"Allah'ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim Sensin. Kalpleri tazif eden, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran ve düşmanları sevindiren nice gam ve musibetler vardır; başkalarından ümidimi kesip Sana yönelerek onları Sana şikayet ettim."
Ömer bin Sa'd'ın ordusuna sesleniş
Ömer b. Sa'd'ın ordusundakilerin hâli şöyle idi: "Hepsi, Hüseyin (a.s.)'ın kanını akıtmakla Allaha yaklaşacaklarını zannediyorlardı."
İki tarafın da son hazırlıklarını yaptığı bir sırada İmam Hüseyin (a.s.) karşısındaki insan seli orduya tekrar nasihatte bulunmuştur.
Kendi çadırlarından uzaklaşarak karşısındaki düşman askerlerine yaklaşmış ve onlara atının üzerinde şu uyarıları yapmıştır:
"Ey insanlar! Beni dinleyin; üzerime düşen sizlere öğüt ve nasihatimi dinlemedikçe ve bu bölgeye gelmemin sebebini öğrenmedikçe savaş hususunda acele etmeyin.
Eğer delilimi kabul edip, sözümü tasdik eder de bana karşı insaflı davranırsanız, saadet yolunu bulursunuz, artık benimle de savaşmaya hiçbir sebep kalmaz.
Eğer delilimi kabul etmezseniz, daha sonra yaptığınız işin gam ve üzüntünüze sebep olmaması için de ortaklarınızı bir araya toplayıp düşünüp taşının ve hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın.
Şüphesiz benim yardımcım Kur'an'ı indiren Allah'tır. Sâlih kulların yardımcısı da O'dur."
İmam Hüseyin (a.s.) daha sonra Allah'a hamd etti; Resulüllah (s.a.v.)'e salat ettikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Şimdi benim soyumu araştırın ve bakın ben kimim? Sonra vicdanınızla baş başa kalın ve nefsinizi ayıplayın. Bakın bakalım beni öldürmeniz sizin için uygun mudur?
Ben Peygamberinizin (s.a.v.) kızının oğlu değil miyim? Peygamberinizin (s.a.v.) vasisi, Resulüllah (s.a.v.)'in Allah katından getirdiğini ilk tasdik eden, ilk mü'min Ali (a.s.)'ın oğlu değil miyim?
Şehitlerin efendisi Hamza benim amcam değil mi? Resulüllah (s.a.v.)'in benim ve kardeşimin hakkında, "Şu ikisi cennet gençlerinin efendileridir" dediğini duymadınız mı?
Eğer benim dediklerimi doğruluyorsanız -ki haktan ibarettir- Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın yalan söyleyenlere buğzettiğini öğrendiğim günden beri yalan söylemedim. Yok eğer, beni yalanlıyorsanız, içinizde, sorduğunuzda size doğruyu söyleyecek kimseler vardır.
Câbir bin Abdullah el-Ensarî'ye, Ebu Said el-Hudrî'ye, Sahl b. Sa'd es-Saidî'ye, Zed b. Erkam'a ve Enes bin Mâlik'e sorun. Resulüllah (s.a.v.)'in bu sözleri benim ve kardeşim hakkında söylediğini duyduklarını size söyleyeceklerdir. Kanımı dökmenizi engellemeye bu kadar yetmez mi?"
Sonra İmam Hüseyin (a.s.) onlara şöyle dedi:
"Eğer bundan şüphe ediyorsanız, benim Hazreti Peygamberin (s.a.v.) kızının oğlu olduğumdan da mı şüphe ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki, doğu ve batı arasında, ne sizin içinizde ne de başka topluluklar içerisinde benden başka Peygamberin (s.a.v.) kızının oğlu yoktur.
Yuh olsun size! Sizden birini öldürdüm de mi, buna karşılık beni öldürmek istiyorsunuz? Yoksa birinizin malını mı yedim? Ya da birinizi yaraladım da onun karşılığı olarak mı benim kanımı dökmek istiyorsunuz?"
Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Sonra şöyle seslendi:
"Ey Şebes b. Rib'i! Ey Haccar b. Ebcer! Ey Kays b.Eş'as! Ey Yezid b. Hâris! "Meyveler olgunlaştı, etraf yemyeşil kesildi. Gelip seni bekleyen hazır bir ordunun başına geçeceksin" diye bana yazanlar siz değil miydiniz?"
Kays b. Eş'as, "Ne dediğini anlayamıyoruz. Ama amcanın oğlunun egemenliğini kabul et" dedi.
Hüseyin (a.s.) ona şöyle dedi: "Hayır, Allah'a and olsun, size elimi alçaklar gibi vermeyeceğim ve köleler gibi de kaçmayacağım."
Sonra şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulları! Beni taşlamanıza karşı, sizin de, benim de Rabbim olan Allah'a sığındım. Hesap gününe inanmayan bütün büyüklük taslayan zorbalardan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığınıyorum!"
Bazı eserlerde bu konuşmanın içinde bir bölüm olarak şunlar yer almaktadır:
"Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun, dünyaya karşı ihtiyatlı davranın; eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimî kalacak olsa idi, peygamberler bâki kalmaya daha layık, riyazetleri, celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı.
Allah-u Teala dünyayı fâni olmak için yaratmıştır; yenileri eksilir, nimetleri zâil olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür) dünya engebeli bir menzil ve muvakkat bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın; en güzel azık ise sakınmaktır; Allah'tan sakının ta ki, kurtuluşa eresiniz.
Ey insanlar! Allah-u Teala dünyayı, ehlini hâlden hâle sokan fenâ ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse, dünyaya aldanan, bedbaht da ona bağlanan kimsedir. O hâlde, sakın bu dünya sizi aldatmasın.
Dünya kendisine itimat edenin ümidini kestiği gibi tamah edenin de umudunu boşa çıkarır. Sizin bir iş üzere toplandığınızı görüyorum; bu işle Allah'ı gazaplandırdınız, derken Allah da rahmetini sizden çevirdi ve size azabını gerekli kıldı.
Rabbimiz ne güzel bir Rabdır. Siz ise ne güzel kullarsınız. Allah'ın emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e de iman getirdiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehl-i Beyt'ini öldürmek için saldırıya geçtiniz.
Şeytan sizi sarıp kuşatmıştır; böylelikle de size Yüce Allah'ın zikrini unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi helak etsin. Biz Allah'tanız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." İmam (a.s.) daha sonra şöyle buyurdu: "Bunlar, inandıktan sonra kâfir olan kimselerdir. Bu zâlim kavim, Allah'ın rahmetinden uzak olsun."
Hikmetler
İmam Hüseyin (a.s.) ne karşısındaki ordudan korkuyor, ne de kıyam kararından vazgeçiyordu. Ancak onda öyle büyük bir Allah korkusu ve hesap verme şuuru vardı ki, karşısındaki askerleri yapacakları katliam için ikaz etmek zorunda hissediyordu. Aşura günü, kendisi için planlanan saldırının vebaline karşı defalarca askerleri uyarmıştır.
İmam Hüseyin (a.s.), ordu savaş pozisyonunu aldıktan sonra ikinci bir hutbe daha irad etti. Bu hutbesini irad etmeden önce düşman kuvvetlerinin susmasını ve kendisini dinlemesini istedi. Ancak bunu başaramadı. O sırada şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun size! Niçin susup da sözlerimi dinlemiyorsunuz? Halbuki ben sizi doğru yola çağırıyorum . Kim bana uyarsa, doğru yolu bulanlardan, bana isyan eden de helak olanlardan olur. Hepiniz emrime muhalefet ediyor ve sözümü de dinlemiyorsunuz.
Evet, aldığınız haram hediyeler ve karnınızı dolduran haram lokmalardan dolayı Allah-u Teala kalplerinizi mühürlemiştir. Yazıklar olsun size, susmak ve dinlemek nedir bilmez misiniz?"
Bu sözler karşısında, ordu içinde "Niçin susup da sözlerini dinlemiyorsunuz?" diye birbirini kınama başladı. Sükut sağlandı ve İmam Hüseyin (a.s.) sözlerine şöyle devam etti:
"Ey cemaat! Allah sizi helak etsin, kalbinizi kederle doldursun! Şaşkınlık içinde olduğunuz bir hâlde, iştiyakla bizi yardımınıza çağırdınız, olumlu cevap verip süratle imdadınıza koştuk. (ama siz) aleyhimize kılıç çektiniz; ortak düşmanlarınızın çıkardığı fitne ateşini bizim aleyhimize alevlendirdiniz.
Dostlarınızın aleyhine toplanıp, aranızda hiçbir adaleti yaymayan (yararınıza bir adım dahi atmayan) ve kendilerinden ve dünya malından size ulaştıracakları haram bir noktadan ve göz diktiğiniz alçak bir yaşayıştan başka hiç bir şey ummadığınız düşmanlarınıza destek oldunuz.
Birazcık yavaş olun. Yazıklar olsun size! Bizden hiçbir şey vâki olmaksızın ve hiçbir hatalı görüş görülmeksizin horlanıp bizi terk ettiniz.
Kılıçlar kınında kalpler huzur içerisinde ve reyler sağlam olduğunda çekirge gibi süratle bize yöneldiniz ve sinekler gibi başımıza üşüştünüz.
Yüzünüz kara olsun! Şüphesiz sizler ümmetin tağutu, Kur'an'ı terk eden fâsık hiziplerin en son pislikleri, şeytanın balgamı kimselersiniz. Siz Kitabı tahrif eden, Sünneti söndüren, Peygamberin (s.a.v.) evlatlarını öldüren, vasilerin neslini kesen, zinazedeleri nesebe ilhak eden, mü'minleri inciten ve Kur'an'ı parçalayan alaycı önderlerin imdadına koşan kimselersiniz.
Sizler şimdi İbn-i Harb'a (Muaviye oğlu Yezid'e) ve onlara uyanlara itimad edip bize yardımda bulunmuyorsunuz. Allah'a and olsun ki, yardım etmemek ve hilekârlık sizin en bâriz sıfatlarınızdandır; damar ve kökleriniz onun üzerine boy salmış, dal ve gövdeniz onu miras edinmiş, gönülleriniz bu kınanmış âdet üzere rüşd etmiş, kalpleriniz bu sıfatlarla dolmuştur.
Siz bağ bekçisinin boğazında kalan veya gasıb bir kimsenin tatlı bir lokması olan habis bir meyve gibisiniz.
Allah'ın laneti, anlaşma kesinleştikten sonra Allah'ı kefil kılmakla birlikte onu bozanların üzerine olsun! Allah'a and olsun ki, sizler işte o kimselersiniz. Bilin ki, zinazede oğlu zinazede (Ubeydullah bin Ziyad) bizi iki şey; kılıç ve zillet arasında bırakmıştır; zillet ise bizden uzaktır…
Ne Allah, ne Peygamberi ve ne de mü'minler bunu kabul ederler ve ne de pâk ve tâhir olan anneler ve izzet-i nefsi olan kimseler, alçak kimselerin itaatını, kerim kişilerin katligâhına tercih etmeyi revâ görürler.
Bilin ki, ben hücceti tamamladım ve size olan inzar görevi mi yerine getirdim. Ben aile efradımın azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümekte devam edeceğim."
İmam (a.s.) bu sırada şu şiiri okudu:
"Eğer düşmanı yenersek, zaten önceden de yeniktiler.
Ama eğer yenilirsek, yine gerçekte yenilmiş biz değiliz.
Biz korkaklık nedir bilmeyiz fakat başımıza bir takım olaylar gelmiş, devlet başkalarının eline geçmiştir.
Bizi alaya almak isteyenlere de ki, kendinize gelin. Çünkü bizim uğradığımız şeye onlar da uğrayacaktır.
Ölüm, devesini birisinin kapısından kaldırdığında şüphesiz diğerlerinin kapısına yatıracaktır."
Daha sonra İmam (a.s.) şöyle buyurdu:
"Bilin, Allah'a and olsun ki, bu savaştan sonra siz ancak süvarinin bineğine bindiği bir süre miktarınca eğlenip durursunuz (arzularınıza ulaşırsınız). Nitekim olaylar, bir değirmenin döndüğü gibi sizi döndürür ve bir eksenin sarsıntısı gibi sizi sarsıp mustarip eder. İşte bu, babam Ali (a.s.)'ın, ceddim Resulüllah (s.a.v.)'den naklettiği bir vasiyettir."
Ve İmam Hüseyin (ra), ellerini göğe kaldırıp, Ömer b. Sa'd'ın ordusuna şöyle beddua etti:
"Allah'ım! Onlara bir damla olsun yağmur yağdırma! Onlara Yusuf'un yılları gibi (zor ve kurak) yıllar yaşat, onlara, Sakifli genci (Muhtar veya Haccac) musallat kıl ki, acı (zillet ) kabıyla onları doyursun (onlara kan kustursun) ve onlardan hiç birisini cezasız bırakmasın; katledenleri katletsin, vuranlarını ise vursun; böylece onlardan Ehl-i Beyt'imin ve sevenlerimin intikamını alsın!
Zira onlar bizi tekzip ettiler (düşmanlar karşısında bize yardımda bulunmadılar). Ey Allah'ım! Sen bizim Rabbimizsin, Sana tevekkül ederiz. Şüphesiz ki, dönüşümüz Sanadır."
İmam Hüseyin (a.s.) savaşın her an başlayacağı bu ortamda irad ettiği hutbeleri ile vazifesini tamamlamıştı. Son olarak Ömer b. Sa'd'ın ordusuna, "… Zorbalardan benim ve sizin Rabbimiz olan Allah'a sığınıyorum" dedi.
İmam Hüseyin'in (as) bu son hutbesi ve ikazının içeriği, kendisinin ve ashabının hangi gerekçelerle canları pahasına hakkı ayakta tuttuğunu ve karşısındaki bâtıl ve zalim güruhun vaziyetinin ne olduğunu anlamak bakımından da mânidârdır. (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hüseyin eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.