Atatürkçülük
Atatürk hakkında “dinsizdir” şeklinde ithamların henüz hayatta iken başladığını yazmıştık
24.11.2025 00:11:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Atatürk hakkında "dinsizdir" şeklinde ithamların henüz hayatta iken başladığını yazmıştık.
Mesela, Falih Rıfkı gibi O'nunla yıllarını geçirmiş kader arkadaşlarının anılarında da hayatında bir kez dahi "Allah" dememiş bir Atatürk bulursunuz ve okurken bu sizi rahatsız eder.
Falih Rıfkı, "Atatürkçülük nedir?" kitabında, Atatürk'ün tezini kendi bakış açısı ile bakınız nasıl anlatır:
"Tanzimat'ın yapamadığı yapılmadıkça, medreseden yetişme şeriatçıların vicdanlar üzerindeki egemenliği yıkılıp laik bir devlet sisteminde dünya işlerini yalnız akıl yolu ile çözüp çevirmedikçe, dini sadece Tanrı ile kulu arasında bir vicdan işi olarak bırakmadıkça; baştaki istibdat yıkılsa bile Tanrı adına toplumu hükmü altında tutan geri medrese şeriatçılığının yarattığı yığın despotçuluğu önlenmedikçe; toplumu değiştirmeye, ilerletmeye, kalkındırmaya, vicdan ve kafa hürriyeti yolundan siyasî hürriyete kavuşturmaya, rejimi devamlı ve kararlı bir hürriyet rejimi yapmaya imkan yoktu."
Yıllar boyu beraber devlet hizmetinde bulunduğu Celal Bayar, Atatürk'ün anlaşılması noktasında bir anıdan bahseder. Hem de ta seneler evvel, İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın başına geçmek istemesiyle alakalıdır bu anı…
"Atatürk, İstanbul'da açılacak Meclis-i Mebusan'a Rauf Bey gibi arkadaşlarının gitmemesi için önce çok ısrar etmiş fakat Rauf Bey ve Kazım Karabekir, Ali Furat Cebesoy gibi dava arkadaşları 'Şevketmeab'ın arzusu böyledir' diye direnince meclisin hiç değilse İstanbul dışında bir vilayette kurulmasını çünkü İstanbul resmen işgal edilmemiş olsa bile, fiilen işgal edilmiş sayıldığını ileri sürmüş ama yine de onları fikirlerinden vazgeçirememişti.
Atatürk'ün bu çalışmaları Nutuk'tan da biliniyor ancak şimdi söyleyeceğim teşebbüse bir yerde rastlamadım. Bunu Mazhar Müfit'ten dinledim. Biliyorsunuz, Mazhar Müfit, Atatürk'ün yakın arkadaşlarındandır. O sıralar Ankara'da Atatürk'le beraber bulunuyordu. Atatürk kendisini bir gün çağırmış ve şöyle demiş:
'Arkadaşları İstanbul meclisine gitmemeye ikna edemedim. Gidecekler! Şimdi sana bir vazife veriyorum; gittiğiniz zaman Felah-ı Vatan gurubuna ve İstanbul Meclis Başkanlığı'na beni getirmelerini teklif et ve bunu sağlamaya çalış.'
Mazhar Müfit kabul etmiş ve İstanbul'a geldiği zaman, Felahı Vatan gurubuna, Mustafa Kemal Paşa'ın bu arzusunu bildirmiş. Mazhar Müfit diyor ki:
'Arkadaşlar adeta şoke oldular. Mustafa Kemal'in ihtirasına yordular bu isteğini; müzakere etmek bile gerek görmediler. Ben de durumu olduğu gibi kendisine bildirdim.'
Celal Bayar bunları anlattıktan sonra şöyle devam etti:
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Meclis Başkanlığı'nı istemesi, ileriyi doğru görüşünden başka bir şey değil.
Benim kanaatime göre eğer kendisini Meclis Başkanı seçmiş olsalardı, başkanlık etmek için İstanbul'a gitmeyeceğinden eminim. Fakat meclis dağıldığı zaman, başkan sıfatı ile meclisi Ankara'da toplantıya çağıracak ve meclisin meşruiyeti üzerinde açılan münakaşalar kendiliğinden ortadan kalkacaktı.
Mustafa Kemal Paşa'yı iyi tanımak lazımdır.
Mustafa Kemal Paşa ihtiras sahibi değildir, demek istemiyorum. Paşa'nın elbette iktidar ihtirası vardı fakat bu ihtiras, bir keman virtiözünün kemanını istemesi gibidir. Ondan bir kompozisyon çıkarmak için. Atatürk'ün elinde iktidar, bir virtiözün elindeki keman gibidir."
Hakikaten Atatürk'ü iyi tanımak lazım. Aksi bir bakış açısı ile O'nu değerlendirmeye çalışmak O'nun ufkundan, yapmak istediklerinden uzaklaştıracaktır.
Atatürk'ün demokrat ve ileri görüşlülüğü hakkında örnekler veren Kılıç Ali, konu inanç olduğunda nedense topluma ters bir kimlik çizer:
"Millî Mücadele'nin ilk günleriydi. Memleket içeriden dışarıdan düşmanların tazyiki altında bulunuyordu. 'Dinsizler, imansızlar' feryadı ile memleketin her tarafında isyanlar başlamış. Vaziyet keşmekeş içinde, bir kördüğüm halindeydi.
İşte o günlerin birinde Mustafa Kemal Paşa ile bayram namazını kılmak için yanımızda bazı arkadaşlarda olduğu halde Ankara Hacı Bayram Veli Camii'ne gitmiştik.
Memleketin o günkü vaziyet ve manzarası ve yapılan birtakım kötü propagandalar karşısında Atatürk'ün bu bayram namazına gitmesi bir zaruret halini almıştı. Cami hıncahınç dolmuş, halk cami dışında sokaklarda, hasır, kilim, hatta paltolarını sererek üzerlerinde namaz kılmaya hazırlanmıştı.
İçeride yer bulamadığımız için araya araya sokakta diz çöküp halkın arasında müşkülatla bir yer bulduk ve biz de hasırların üzerine oturduk.
O esnada bir hoca vaaz ediyordu. Hoca bir günahkâr Müslümanın öldükten sonra yedi başlı bir yılandan çekeceği kabir azaplarını anlatıyordu.
Paşa, hocayı dinledikten sonra, bir aralık eğilerek kulağıma,'Sabretmek lazım! Bu saçmaları daha birkaç zaman çarnaçar dinleyeceğiz' diyerek hocanın masallarını sonuna kadar dinleme tahammülünü gösterdi."
Şimdi düşününüz, bu anıdan, işgale karşı savaşmaya karar veren, işgal sonrasında kendini başa getirmek isteyen bunun için de halkın inancıyla oynamayı planlayan bir asker canlanıyor.
Bu asker, 8 yaşında hafızlık yapmış, ömrü savaş meydanlarında geçmiş, hayatını Türk milletinin ve hatta beyanlarına baktığınızda Müslüman Türk milletine adayan bir insanı böyle tanıtmanın amacı ne sizce?
Türk milleti Müslüman olacak, dinsiz Mustafa Kemal onları şahsî emelleri için kullanacak, bunun yolunu da Hıristiyan dünya ile savaşmakta bulacak?
Ne bu Atatürkçülüktür, ne de bu zihniyet Atatürk'ü anlamaktır." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Mesela, Falih Rıfkı gibi O'nunla yıllarını geçirmiş kader arkadaşlarının anılarında da hayatında bir kez dahi "Allah" dememiş bir Atatürk bulursunuz ve okurken bu sizi rahatsız eder.
Falih Rıfkı, "Atatürkçülük nedir?" kitabında, Atatürk'ün tezini kendi bakış açısı ile bakınız nasıl anlatır:
"Tanzimat'ın yapamadığı yapılmadıkça, medreseden yetişme şeriatçıların vicdanlar üzerindeki egemenliği yıkılıp laik bir devlet sisteminde dünya işlerini yalnız akıl yolu ile çözüp çevirmedikçe, dini sadece Tanrı ile kulu arasında bir vicdan işi olarak bırakmadıkça; baştaki istibdat yıkılsa bile Tanrı adına toplumu hükmü altında tutan geri medrese şeriatçılığının yarattığı yığın despotçuluğu önlenmedikçe; toplumu değiştirmeye, ilerletmeye, kalkındırmaya, vicdan ve kafa hürriyeti yolundan siyasî hürriyete kavuşturmaya, rejimi devamlı ve kararlı bir hürriyet rejimi yapmaya imkan yoktu."
Yıllar boyu beraber devlet hizmetinde bulunduğu Celal Bayar, Atatürk'ün anlaşılması noktasında bir anıdan bahseder. Hem de ta seneler evvel, İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın başına geçmek istemesiyle alakalıdır bu anı…
"Atatürk, İstanbul'da açılacak Meclis-i Mebusan'a Rauf Bey gibi arkadaşlarının gitmemesi için önce çok ısrar etmiş fakat Rauf Bey ve Kazım Karabekir, Ali Furat Cebesoy gibi dava arkadaşları 'Şevketmeab'ın arzusu böyledir' diye direnince meclisin hiç değilse İstanbul dışında bir vilayette kurulmasını çünkü İstanbul resmen işgal edilmemiş olsa bile, fiilen işgal edilmiş sayıldığını ileri sürmüş ama yine de onları fikirlerinden vazgeçirememişti.
Atatürk'ün bu çalışmaları Nutuk'tan da biliniyor ancak şimdi söyleyeceğim teşebbüse bir yerde rastlamadım. Bunu Mazhar Müfit'ten dinledim. Biliyorsunuz, Mazhar Müfit, Atatürk'ün yakın arkadaşlarındandır. O sıralar Ankara'da Atatürk'le beraber bulunuyordu. Atatürk kendisini bir gün çağırmış ve şöyle demiş:
'Arkadaşları İstanbul meclisine gitmemeye ikna edemedim. Gidecekler! Şimdi sana bir vazife veriyorum; gittiğiniz zaman Felah-ı Vatan gurubuna ve İstanbul Meclis Başkanlığı'na beni getirmelerini teklif et ve bunu sağlamaya çalış.'
Mazhar Müfit kabul etmiş ve İstanbul'a geldiği zaman, Felahı Vatan gurubuna, Mustafa Kemal Paşa'ın bu arzusunu bildirmiş. Mazhar Müfit diyor ki:
'Arkadaşlar adeta şoke oldular. Mustafa Kemal'in ihtirasına yordular bu isteğini; müzakere etmek bile gerek görmediler. Ben de durumu olduğu gibi kendisine bildirdim.'
Celal Bayar bunları anlattıktan sonra şöyle devam etti:
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Meclis Başkanlığı'nı istemesi, ileriyi doğru görüşünden başka bir şey değil.
Benim kanaatime göre eğer kendisini Meclis Başkanı seçmiş olsalardı, başkanlık etmek için İstanbul'a gitmeyeceğinden eminim. Fakat meclis dağıldığı zaman, başkan sıfatı ile meclisi Ankara'da toplantıya çağıracak ve meclisin meşruiyeti üzerinde açılan münakaşalar kendiliğinden ortadan kalkacaktı.
Mustafa Kemal Paşa'yı iyi tanımak lazımdır.
Mustafa Kemal Paşa ihtiras sahibi değildir, demek istemiyorum. Paşa'nın elbette iktidar ihtirası vardı fakat bu ihtiras, bir keman virtiözünün kemanını istemesi gibidir. Ondan bir kompozisyon çıkarmak için. Atatürk'ün elinde iktidar, bir virtiözün elindeki keman gibidir."
Hakikaten Atatürk'ü iyi tanımak lazım. Aksi bir bakış açısı ile O'nu değerlendirmeye çalışmak O'nun ufkundan, yapmak istediklerinden uzaklaştıracaktır.
Atatürk'ün demokrat ve ileri görüşlülüğü hakkında örnekler veren Kılıç Ali, konu inanç olduğunda nedense topluma ters bir kimlik çizer:
"Millî Mücadele'nin ilk günleriydi. Memleket içeriden dışarıdan düşmanların tazyiki altında bulunuyordu. 'Dinsizler, imansızlar' feryadı ile memleketin her tarafında isyanlar başlamış. Vaziyet keşmekeş içinde, bir kördüğüm halindeydi.
İşte o günlerin birinde Mustafa Kemal Paşa ile bayram namazını kılmak için yanımızda bazı arkadaşlarda olduğu halde Ankara Hacı Bayram Veli Camii'ne gitmiştik.
Memleketin o günkü vaziyet ve manzarası ve yapılan birtakım kötü propagandalar karşısında Atatürk'ün bu bayram namazına gitmesi bir zaruret halini almıştı. Cami hıncahınç dolmuş, halk cami dışında sokaklarda, hasır, kilim, hatta paltolarını sererek üzerlerinde namaz kılmaya hazırlanmıştı.
İçeride yer bulamadığımız için araya araya sokakta diz çöküp halkın arasında müşkülatla bir yer bulduk ve biz de hasırların üzerine oturduk.
O esnada bir hoca vaaz ediyordu. Hoca bir günahkâr Müslümanın öldükten sonra yedi başlı bir yılandan çekeceği kabir azaplarını anlatıyordu.
Paşa, hocayı dinledikten sonra, bir aralık eğilerek kulağıma,'Sabretmek lazım! Bu saçmaları daha birkaç zaman çarnaçar dinleyeceğiz' diyerek hocanın masallarını sonuna kadar dinleme tahammülünü gösterdi."
Şimdi düşününüz, bu anıdan, işgale karşı savaşmaya karar veren, işgal sonrasında kendini başa getirmek isteyen bunun için de halkın inancıyla oynamayı planlayan bir asker canlanıyor.
Bu asker, 8 yaşında hafızlık yapmış, ömrü savaş meydanlarında geçmiş, hayatını Türk milletinin ve hatta beyanlarına baktığınızda Müslüman Türk milletine adayan bir insanı böyle tanıtmanın amacı ne sizce?
Türk milleti Müslüman olacak, dinsiz Mustafa Kemal onları şahsî emelleri için kullanacak, bunun yolunu da Hıristiyan dünya ile savaşmakta bulacak?
Ne bu Atatürkçülüktür, ne de bu zihniyet Atatürk'ü anlamaktır." (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.














































































