(dünden devam…)
Dün gibi hatırlarım. Daha çocuk yaştayım. Babaannem Haziran ayı geldi mi köyün yaylasına çıkar. Komşularla birlikte. İki ay köyden uzakta zaman geçirilir. Hayvanlar daha iyi şartlarda beslensin, köyde kışa hazırlık daha verimli yapılmasıdır amaç. Beni de babaannemin yanında yaylaya göndermek isterler. Ona destek olmak için. Ama babamdan bir şartım var.
"Baba bana bir adet uzun ince kuyruklu, Trabzon kuzusu alırsan" giderim. "Köylümüz Temel amcada olanlardan" diye de eklemişim.
Kırmadı beni. Aldı kuzuyu. Nasıl sevindirmişti beni babam… Tam 40 yıl geçse de unutamam bu anımı. Küçük çocuklar babasından oyuncak araba, tabanca isterken ben ise kuzu istemişim akıl ya işte…
Babalık duygusu…
Dişinden tırnağından arttırarak dört çocuğunu annemin "biz okumadık çocuklarımız okusunlar" ısrarlı sözleri ile köyden kalkıp 1970 yılların sonunda Gümüşhane'ye gelmesi, okuyalım diye türlü fedakârlıklara katlanması unutulmaz.
Ne mutlu ki onu hiçbir zaman mahcup etmedi hiçbirimiz.
Karaer Mahallesindeki evimize akşam toplandığımızda katıksız bir ciddiyet hiç eksik olmazdı yüzünden. Bazen ellerinde pişirip soframıza koyduğu yemeklerin tadı damağımdadır.
Köyde kazandığı yeteneklerini, saf ve temiz duygularını çelik zırh gibi üzerinden hiçbir zaman çıkarmadı. Sonradan görmüşler gibi değil, ağırbaşlı, oturaklı işyeri ve çevresi tarafından sevilen sayılan bir "Hasan Baba" edası vardı.
Hoşgörüsü ve merhameti gönül dünyasındaki şefkat ateşinde erimişti. Yüreğinde sakladığı sevgisi, yatağına sığmayan koskoca bir ırmaktı. Yalnız, sert ve aşılmaz bir duvarın ardından akan, kendinden doğup yine kendine dökülen bir ırmak...
Zamanın su misali akıp gittiği zamanlar. Sene 2004. Gümüşhane'den Eskişehir'e tayinle geldiğimiz yıl.
Babamla en uzun ayrılık günlerinin de başladığı tarih. Ta ki 2013 yılına kadar.
Ayrılırken kulağına eğilip, "Tüm yaz tatillerini Gümüşhane'de geçireceğim. Dini bayramların birinde nasip olursa sizin yanınızda olacağım" sözünü verince sevinmişti.
Öyle de oldu. Her gittiğimde uzun sohbetler ediyor eşin dostun davetlerine babamı da yanımda götürüyordum.
Bazen anamla bazen de yalnız gelirdi Eskişehir'e… Ankara'ya tedavi için geldiğinde Eskişehir'e uğramadan gitmezdi. Geldiğinde komşu il Kütahya'da askerlik anılarından bahsederdi.
Takvim yaprakları hazan mevsimindeki yaprak gibi geçip giderken 2009 yılında dünyaya gelen son torununun ismini "Hasan" koyduğumuzu telefonda söyleyince mutluluktan kelimelerin boğazında düğümlendiği anı dün gibi hatırlarım.
Yaşı seksenlere yaklaştığı günlerde sağ ayağındaki rahatsızlığı sonucu bastona yaslanarak yürüyebiliyordu.
Yine böyle bir zamanda baş başa sohbet ettiğimiz bir günde; yüzüme bakarak gönül defterime yazdığım cümleler döküldü ağzından: "Beni iyi dinle oğlum. Kardeşlerin dâhil hepinizi imkânlarım ölçüsünde okuttum. Benim sağ kolumsun. Öyle hizmetler yap ki, insanların hayır dua etmesine vesile ol! Müşküle yardım et. İnsanları sev. Büyüklere saygıda kusur etme. Annenize iyi bakın."
Bu cümlelerden sonra kirpiklerimde titreyip duran yaşlara yenik düşmek üzereydim. Dilimden dökülemese de, yüreğimde öyle sözler kaynıyordu ki, kâğıtlara, defterlere sığacak gibi değil...
12 Aralık 2019… Babamın aramızdan ayrılışının sene-i devriyesi. Tam altı yıl önce yine böyle bir kış mevsiminde zemheri soğuğunda, 2013 yılında kanatlanıp uçtu Rabbine. Rahmeti bol olsun.
Ve geride sadece 81 yıllık yaşam öyküsünde bir faniyi tarif edecek iki kelime bırakarak: "Hasan Baba."
Binlerce rahmet... Babama ve bütün babalara…
- Bir anketin düşündürdükleri / 26.03.2024
- Ramazanın getirdiği bir demet güzellikler / 12.03.2024
- 106. yıl sonra Eskişehir’de… / 27.02.2024
- Emekliler kervanının yeni üyesi / 20.02.2024
- Perşembe akşamı izlenimlerim! / 13.02.2024
- Yerel seçimler üzerine / 07.02.2024
- Bu bizim insanlık namına görevimiz! / 30.01.2024
- Bir nefes sıhhat / 23.01.2024
- Üç cilt çıkan kitaplarımın öyküsü / 16.01.2024