"Bohem" ve "behime" kelimeleri arasında gezinirken Cem Bayındır imzalı bir çalışmaya takıldım.
Biraz özetleyerek paylaşayım.
**
Türkiye'de "bohem yaşam" denince akla ilk gelen ad kuşkusuz Fikret Adil. Fikret Adil, 1901-1973 yılları arasında yaşamış gazeteci, yazar, çevirmen, ressam, eleştirmen olarak çok sayıda yapıt üretmiştir.
Anılarını anlatan yazarın, Elif Naci, İbrahim Çallı, Peyami Safa, Mesut Cemil gibi birçok tanınmış arkadaşı arasında günümüz muhafazakar dünyasının saygın kişisi o dönemin bohem kişiliği Necip Fazıl Kısakürek de vardır.
...
"Necip Fazıl her şeyden önce hotgamdır (bencil). Memleketimizde bohem hayatı yaşayan sanatçı pek azdır. Hakiki bohem, her şeyden evvel çalışır ve sanat eseri meydana getirir. Ve bohem kazanır, bütün kazancını bir günde bitirir. Onun zaman telakkisi yoktur. İlcaidir. (dürtülerine bağlı) Necip Fazıl bohemdir."
"Bir cuma günü, Necip Fazıl ve ben, ikimiz de parasızdık. Öğle yemeği zamanı çoktan geçmiş ve Beyoğlu'nda Petrograf'ta (Tepebaşı Petrograd Pastanesi) önümüzdeki çayları, çabuk bitmesin diye yudum yudum içiyor, bir taraftan Peyami Safa'nın idare ettiği 'Cumhuriyet'in edebiyat sayfası için yazılarımızı hazırlıyorduk. Açlık ikimizi de asabileştirmişti.
...Yavaşça ensesinden baktım. Serlevha (başlık) "Açlık" idi.
Bir göz gezdirdim. Hatırımda kaldığına göre Necip, açlığın insana "perspective" (derinlik) hususunda vermiş olduğu hisleri tahlil ediyordu.
Bu aralık tanıdık bir arkadaş kapıdan göründü. Necip Fazıl farkında olmadan kendisinden birkaç lira aldım ve birdenbire:
–Haydi, dedim yemeğe gidelim.
Durdu. Hayretle yüzüme baktı. Bir şey söylemeden kalktık, Amerikan lokantasına gittik. Necip her ihtimale karşı kapıya yakın bir tarafa oturdu, az yedi. Fakat doymuştu.
Hiç konuşmadan çıktık, tekrar pastahaneye gelerek birer kahve ısmarladık; yazılarımıza, yine ayrı ayrı masalarda, devama başladık. Necip düşünüyordu. Elindeki kalemi kemiriyor, fakat bir türlü "Açlık" nesrinin (düzyazı) sonunu getiremiyordu. Nihayet yerinden fırladı:
–Allah belanı versin, dedi, karnım doydu, açlık fikirlerim kayboldu.
...Necip Fazıl, açlığı kaybolunca, ölümü düşünür. Bu iki his onda sabittir. Fakat biri ruhuna, öteki uzviyetine (bedenine) hâkimdir.
Necip Fazıl oynar. Kazanmak için değil. Tripo'ya (kumarhane) gider ve her zaman kaybeder.
...Bir gece gene parasızdık. -Elân (şimdi) da öyle.- Eve döndük. Parasızlığın verdiği üzücü sıkıntıyı unutmak için yattım. Necip, mindere, yere, uzandı, soyunmamıştı. Yüzünü duvara çevirmiş, bütün vücudu, asabiyet (sinir bozukluğu) şimşeklerimizin paratoneri imiş gibi titreyerek ertesi günü "Hayat mecmuası"na satılmak üzere bir şiir yazmaya uğraşıyordu. Bu şiirin ilk iki mısraı şu idi:
İçim öyle dolgun öyle ezgin ki/Ağlarım, değmesin dizime dizin
Yataktan, yarı aralık gözlerle kendisini seyrederken kalktı, köşesine çekilip perdeyi kapattı. Necip burada bir mum yakar, yazısını yazar, hem de -gülmeyiniz- ışıkla ısınırdı.
"Uzlet (yalnız kalma) bir fener, bense/İçinde yanan bir mum"
şiirini de burada yazmıştır.
Köşesine çekilmiş olmasına rağmen, ben, onun aklından geçenleri, bir yaz günü, öğle üstü, yeşil panjurları kapanık beyaz bir köşkün içerisinde geçen esrarlı şeyler gibi müphem (belirsiz) bir emniyetle görüyordum.
Birdenbire, fırladı. Aynaya yaklaşırken başını tavana çarptı. Okkalı bir küfür savurdu. Bağlana bağlana kaytana dönmüş kravatını genişletti, düzeltti. Ensesini şişirerek, yüzüne hilâlin kavsini resmettirip kendini aynada bir süzdü. Ve bir kelime söylemeden çıktı. Sokak kapısının şiddetle kapandığını duydum, ev, kökünden sallandı.
Uyudum.
Bilmem ne kadar sonra odanın kapısı aynı şiddetle açıldı.
Necip Fazıl yumruğunu yüzüme doğru hizalamış, kelimenin bütün mana ve adiliğiyle sırıtarak içeri hücum etti.
–Kalk be, otomobil kapıda duruyor.
Ah bu otomobil merakımız. Bir zamanlar Köprü'yü geçmek için paramız olmaz ve Beyoğlu'ndan Babıâli'ye otomobille gelir, ya Cumhuriyet'in yahut Peyami Safa'nın tabiinden (bağlı) bir lira ödünç alıp otomobil parasını verirdik.
Bunları bir saniyede düşündüm. Necip muhakkak otomobille gezdikten sonra parayı vermemiş, aynı belaya benim de başımı sokmak istiyordu.
–Haydi diyorum, kalksana, Peyami'ye uğradım, yok. Şeyh Memduh da yok!…
Necip hem beni tartaklıyor, hem de bunları söylüyordu.
Şüphelerim teeyyüt etti (doğru çıktı) ve düşündüklerimi söyledim, güldü, bir elini kalçasına dayayarak tahkir (onuru kırılmış) edilmiş bir şövalye vaziyetini aldı ve:
–Aptal, karşında kim var zannediyordun, işte kartvizitim… diyerek, bir deste para fırlattı. Saydım tam yüz seksen lira.
Necip hayatında ilk defa -şüphesiz sonuncu olacak- kumarda kazanmıştı."
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024