Lise birinci sınıf öğrencisiydi. Gün boyu Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ile coşmuş, birazda yorgun düşmüştü.
Gün boyu okunan şiirler, atılan nutuklar, görkemli törende çalan trampet ve davul sesleri kulağında uğulduyordu.
Emekli öğretmen olan annesinin hazırladığı mütevazi sofraya oturup çorbasını yudumlarken, göz ucu ile televizyon haberlerini seyrediyordu.
Günün flaş haberi Cumhurbaşkanının resepsiyonu ve Bush'un Müslümanları ağırlayan iftar yemeği...
Birinci sahne Cumhuriyet Türkiye'sinde Cumhurbaşkanı Sezer, eşleri başörtülü olan milletvekillerini geceye eşsiz davet ediyordu.
Meclis üyesi olan bakanlar davete eşsiz icabet ediyor, sıradan vekiller daveti protesto ediyordu.
Cumhuriyet resepsiyonuna başörtülü eşler katılmıyor ama sakallı milletvekilleri kabul ediliyordu.
Başbakan konuyla ilgili soruları geçiştiriyor, "gerginlik istemiyoruz, konuyu millete havale ediyoruz" diyordu.
Çocuk dayanamayıp annesine soruyor, "Anne başörtülü eşleri Cumhuriyet için tehlike oluşturuyor diye içeri alınmıyor ama onların kocalarına devletin en üst makamları, yetkileri ve sırları nasıl emanet ediliyor?
Bu ne yaman çelişki anne!"
Anne "bilmiyorum yavrum" demekle yetiniyordu.
Çocuk yine soruyor: "Anne bugünkü tören konuşmalarında kadınların Cumhuriyet sayesinde hürriyete kavuştuğunu söylenmişti. Oysa Cumhurbaşkanı sakallı vekilleri davet ederken, başörtülü eşlerine yasak koyuyor. Bu kadınlara ikinci sınıf muamele değil mi?
Bu kadın haklarını hiçe saymak değil mi?"
Anne derin bir iç geçirmekle yetiniyordu.
Çocuk bu kez resepsiyon haberinde geçen şu cümlelere takılıyordu: "Cumhurbaşkanı Sezer kamusal olan başörtüsü ile girilemeyeceği gerekçesine dayanarak...."
Çocuk öğretmenlerinin attığı nutukları hatırladı: "Cumhuriyet sayesinde milletimiz tebaalıktan vatandaşlığa geçti. Türk kadını kamusal alana girdi."
Ve düşündü, "doğru" dedi. "Adı üzerinde kamusal alan, kamuya yani topluma yani millete ait alan, kişilere, imtiyazlı sınıflara değil herkese ait olan alan değil mi?"
"Öyleyse neden Cumhurbaşkanı kafi bir biçimde başörtülü olan kadınları dışlayarak başı açık olanlara imtiyazlı davranıyordu?"
"Hukukçu olan Cumhurbaşkanı Anayasanın eşitlik ilkesini niçin dikkate almıyordu. Hani Cumhuriyet eşit vatandaşların eşit haklara sahip olduğu rejimdi?"
Derken konuyla ilgili Genelkurmay Başkanı Özkök'ün açıklaması ile adeta şok oldu: "Cumhurbaşkanı yüce bir kişilik. Ne yapsa doğrudur."
Çocuk dayanamayıp sordu: "Anne biz Cumhuriyeti kutlarken, saltanat mı ilan edildi."
Anne dayanamayıp sesini yükseltti: "Oğlum nereden çıkarıyorsun!?
Çocukta sesini yükselterek, "Nereden olacak Genelkurmay Başkanını yanılmaz bir yüce kişilik olarak nitelemesinden. Bizim bildiğimiz Cumhuriyet halkın kendi içinden kendisi gibi yanılabilir kişileri özgürce ve eşit bir biçimde seçtiği ve beğenmediği zaman değiştirebildiği rejimin adıdır."
Anne çocuğuna dönerek "oğlum biz Cumhurbaşkanını değil Başbakan ve milletvekillerini seçtik. Onlar kendi eşlerine dahi sahip çıkamıyorlar. Bize nasıl sahip çıksınlar? Zaten başımıza ne geldiyse onların yüzünden geliyor."
Derken ikinci bir haberle şok oldular. ABD Başkanı Bush, Müslüman temsilciliklerine iftar veriyor. Başörtülü, takkeli, cüppeli konuklarına övgüler yağdırıyor.
Çocuk yine adeta isyan ediyor.
Anne geçen Ramazan Müslümanlara haçlı seferi ilan eden bu adam değil miydi?
"(ABD olarak İslam'ı kucaklıyoruz) diyen Bush'un generali daha geçen hafta Allah'ımıza küfretmemiş miydi? Onbinlerce Iraklının tepesine bomba yağdıran Bush şimdi Ramazanlarını kutluyor.
Bu yaman çelişki anne?"
Bu isyan karşısında kendini tutamayan anne, "ne bileyim oğlum belki de bu katilleri aklamak için."
Ve anne son noktayı koydu: "Bağımsız olmadan Cumhuriyet olmuyor. Bağımlı kadroların bu tiyatroları ile milletimiz Cumhuriyetinden koparılarak ABD'ye hayran bırakılıyor."