Tarihe bir not düşüldü; 20 Mayıs 2001.
Yeryüzünün müstesna bir yüzünde o gün tatlı bir telaş, tatlı bir heyecan vardı.
Yüzbinler yüzyüze geldi o gün.
Beşyüzelli sene önce, Nevebi lisanla "ne güzel komutan, ne güzel asker" şeklinde vasfedilen dedelerinin, gemilerini yüzdürdüğü tepelerden, meydanlardan çağlayan gibi insan seli aktı. Dereler çay oldu, çaylar ırmağa dönüştü. Irmaklar birbirine kavuştu ve bir denizde buluştular.
İnsanların oluşturduğu bu denizde sadece tek tip bir gemi yüzüyordu: Ayyıldızlı albayrak.
Minik çocuklar, minik minik bayraklarını, koca koca adamlar, kadınlar da kocaman kocaman bayraklarını hep dik tutmaya özen gösteriyorlardı. İki büklüm bir ninenin elindeki bayrak da saatler boyunca hep dimdik dalgalandı. Tekerlekli sandalyelerle gelen güzel insanların bayrakları da hep dalgalandı.
Yüzbinler Çağlayan'da çağladılar. An geldi ağladılar, "Gölgende bana da bana da yer ver" diyenler vardı, "ışık ışık dalga dalga bayrağım" diyenler vardı. "Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım" diyen çatık kaşlı delikanlılar ve dahi ihtiyar delikanlılar vardı.
Çağlayan'da çağladılar, an geldi ağladılar.
Yüzbinler, Çağlayan Meydanındaki sevgi denizinde yüzüyordu. Bir vakar bir ciddiyet abidesi gibiydi herkes. Canım İstanbul'un ufuklarında yankılanan gür bir ses vardı; o ses "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak/O benim milletimin yıldızıdır parlayacak/O benimdir benim milletimindir ancak".
"Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale" diyerek yeri-göğü inleten yüzbinler hem sözleriyle hem de çok anlamlı duruşları ile dostları, bu cennet vatanın dostlarını umutlandırdılar, düşmanlarının yüreklerine ise yaman korku saldılar.
Saatler ilerledikçe deniz kabarıyordu, dalgalar büyüyor büyüyor bütün bir Anadolu'ya yayılıyordu. Gelemeyenler ve bu anlamlı denizde bir damla olamayanlar mahcuptu, mahzundu. Meydanda hatiplerin konuşmalarına bağlı olarak gözyaşlarını silenlerle birlikte onlar da ekran başında ağlamalarını sürdürdüler.
Yüzbinler bütün varlıkları ile, yürekleri ile, çocukları ile yüz yaş civarındaki ihtiyarları ile haykırdılar; biz bu vatanın sahibiyiz. Dedelerimiz, kanları ve canları karşılığında bu toprakları bize emanet ettiler. Bir takım ayak oyunları ile modern Sevr'i hortlatmaya çalışanlar boşuna heveslenmesinler, hevesleri kursaklarında kalmaya mahkumdur.
Çağlayan'da çağladılar, an
geldi ağladılar...
Yeryüzünün müstesna bir yüzünde o gün tatlı bir telaş, tatlı bir heyecan vardı.
Yüzbinler yüzyüze geldi o gün.
Beşyüzelli sene önce, Nevebi lisanla "ne güzel komutan, ne güzel asker" şeklinde vasfedilen dedelerinin, gemilerini yüzdürdüğü tepelerden, meydanlardan çağlayan gibi insan seli aktı. Dereler çay oldu, çaylar ırmağa dönüştü. Irmaklar birbirine kavuştu ve bir denizde buluştular.
İnsanların oluşturduğu bu denizde sadece tek tip bir gemi yüzüyordu: Ayyıldızlı albayrak.
Minik çocuklar, minik minik bayraklarını, koca koca adamlar, kadınlar da kocaman kocaman bayraklarını hep dik tutmaya özen gösteriyorlardı. İki büklüm bir ninenin elindeki bayrak da saatler boyunca hep dimdik dalgalandı. Tekerlekli sandalyelerle gelen güzel insanların bayrakları da hep dalgalandı.
Yüzbinler Çağlayan'da çağladılar. An geldi ağladılar, "Gölgende bana da bana da yer ver" diyenler vardı, "ışık ışık dalga dalga bayrağım" diyenler vardı. "Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım" diyen çatık kaşlı delikanlılar ve dahi ihtiyar delikanlılar vardı.
Çağlayan'da çağladılar, an geldi ağladılar.
Yüzbinler, Çağlayan Meydanındaki sevgi denizinde yüzüyordu. Bir vakar bir ciddiyet abidesi gibiydi herkes. Canım İstanbul'un ufuklarında yankılanan gür bir ses vardı; o ses "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak/O benim milletimin yıldızıdır parlayacak/O benimdir benim milletimindir ancak".
"Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale" diyerek yeri-göğü inleten yüzbinler hem sözleriyle hem de çok anlamlı duruşları ile dostları, bu cennet vatanın dostlarını umutlandırdılar, düşmanlarının yüreklerine ise yaman korku saldılar.
Saatler ilerledikçe deniz kabarıyordu, dalgalar büyüyor büyüyor bütün bir Anadolu'ya yayılıyordu. Gelemeyenler ve bu anlamlı denizde bir damla olamayanlar mahcuptu, mahzundu. Meydanda hatiplerin konuşmalarına bağlı olarak gözyaşlarını silenlerle birlikte onlar da ekran başında ağlamalarını sürdürdüler.
Yüzbinler bütün varlıkları ile, yürekleri ile, çocukları ile yüz yaş civarındaki ihtiyarları ile haykırdılar; biz bu vatanın sahibiyiz. Dedelerimiz, kanları ve canları karşılığında bu toprakları bize emanet ettiler. Bir takım ayak oyunları ile modern Sevr'i hortlatmaya çalışanlar boşuna heveslenmesinler, hevesleri kursaklarında kalmaya mahkumdur.
Çağlayan'da çağladılar, an
geldi ağladılar...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- At izinin karıştığı izler ne seçiliyor ne de sayılıyor / 15.09.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- Son düzlükte her şey dümdüz / 04.09.2025
- Zalime karşı dönmeyen diller ebediyen dönmesin / 03.09.2025
- İnsanlığın yüzkarası / 01.09.2025
- Bütün sırların ortaya saçılacağı gün… / 26.08.2025
- Bağlandı yollarım kaldım çaresiz / 23.08.2025
- Ne zaman bir şafak atar bu dağda? / 11.09.2025
- Üç Y üç B’yi sildi süpürdü / 10.09.2025
- Sessizliğe isyanım var / 09.09.2025
- Dost odur ki dar gününde yar ola Geniş günde düşman bile yar olur / 06.09.2025
- Son düzlükte her şey dümdüz / 04.09.2025
- Zalime karşı dönmeyen diller ebediyen dönmesin / 03.09.2025
- İnsanlığın yüzkarası / 01.09.2025
- Bütün sırların ortaya saçılacağı gün… / 26.08.2025
- Bağlandı yollarım kaldım çaresiz / 23.08.2025