En insafsız uygulamalara maruz kalan tabiatın tepkisidir yaşadıklarımız. İklim değişikliğinden, imar talanına, doğayı yok eden ve kirleten cehalete kadar ne varsa topunun önümüze koyduğu felaket tablosudur bu.
Dünya geneline baktığımızda büyük yatırımlar yapılırken çevre etkileri nedeniyle bundan vazgeçiliyor mu? Ozon tabakasının delinmesi, tabii afetlere yol açacak iklim değişiklikleri kimin ya da hangi ülkenin umurunda? Dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılan uluslararası toplantılardan sadre şifa sonuç alınamıyor. Kendimizden pay biçelim? Arabanızı almışsınız, halinizden memnunsunuz. Sadece dünyaya karbon salıyorsunuz diye böyle konforlu bir yatırımdan vazgeçer misiniz? Geçmeliyiz!
Ülkemize dönelim. Karadeniz bölgesinde an itibariyle yaşadığımız felaket; ağaçların ve dere yataklarının santraller uğruna hoyratça tahrip edilmesinin, sahil yollarının plansız programsız yapımının faturasıdır.
Ya imar barışına(!) ne demeli!? Yıkılmaya yüz tutmuş, ruhsatsız, alınan ruhsata ve projesine aykırı yapılara, gecekondu statüsündeki site ve gökdelenlere af geliyor? Bunların hepsi imar ihlâlleri ve bir bölümü de can güvenliğini tehdit eden imar cinayetleridir. Adına "barış" deseler de imar affıdır bu. Kent-planlama-siyaset üçgenindeki anafor da diyebiliriz buna.
Nüfusun dağılımı, bölgesel ve kentsel yerleşme, üretim, ulaşım kararları; kaynakların, doğal, kültürel ve tarihi değerlerin, kentsel dokunun korunması ve geliştirilmesi? Tüm bunlar "planlama"ya bağlıdır. Bir adım ötesi ise kentsel tasarım ve mimarlığa yaklaşımdır. Planlama ve iyi tasarım yoksa kentsel gelişme çarpık olur. İmar affı, siyasi otoritenin planlamaya olan inançsızlığının bir ürünüdür.
Bugün ülkemizdeki gelişmeler çoğunlukla plansız, programsız olarak, neo-liberal ekonomi kurallarına uygun şekilde, kent toprağının ranta dönüştürülmesi doğrultusunda sürüp gidiyor. Kent içinde ve çevresinde kalan son yeşil alanlar da yok edilerek yoğun ve yüksek yapılaşmayla en büyük parasal değer elde edilmeye çalışılıyor. Her yerde gökdelenler fışkırıyor. Eski Belediye Başkanı Dalan'ın İstanbul'u Hong Kong'a dönüştürme hayali gerçekleşmiş durumda.
Bir de "kentsel dönüşüm" olayı var. Aslında bu yeni değil; kentlerimiz uzun yıllardan beri siyasetin ödünleri ve baskısı, hatta "ben bilirim"ci girişimleriyle yıkılıp dönüştürülmekteydi zaten. Bugün yapılan, aynı anlayışın, daha baskıcı uzantıları olmanın ötesine geçmiyor.
Siyasetin arenası ve vitrini kentlerdir. Siyaset yoğun olarak kentler üzerinden yürütülür. Bu nedenle de siyasetçiler kentleri kendi anlayış ve amaçları doğrultusunda şekillendirmeye yönelirler. Bu eski çağlardan beri böyle olmuştur.
Siyasal yapı ve toplumsal gelişmeler kentlere yansır; bunların etkileri yüzyıllar sonra bile kentlerin morfolojisinde okunur. Eski Mısır, Eski Yunan, Eski Roma'da olduğu gibi günümüzde de durum böyledir.
Görüldüğü gibi, siyasi otoritenin görgü, bilgi ve siyasal anlayışı kentlerin kimliğine, görünümüne yansımaktadır. İyi ya da kötü şekilde? Yine aynı anlayış mimarlığın diline de yansıyor. Bugün ülkedeki kamu kurumları Osmanlı-Selçuklu tarzı diye ifade ettikleri, geriye dönük, taklitçi, güdümlü bir resmi mimarlık üretme peşindeler.
Ahalimizi sorarsanız eğer; "çevresel duyarsızlık" desek, çok mu haksızlık olur?