Ey kalbimin sancağı, ruhumun istiklali Canım Haydar Hocam;
Senin için dökülen gözyaşım, senin için atan bir kalbim var. Adını ne zaman ansam nefesim bayrak gibi dalgalanır. Varlığın zihnimde bir destan gibi yankılanır. Ben seni nasıl anlatayım? Hangi satıra, hangi cümleye sığdırayım?..
Ey suskunluğun ortasında yankılanan büyük ses;
Senin adını tarihe yazmadılar, çünkü sen tarihi yeniden yazanlardandın. Seni ekranlara çıkarmaya korktular, çünkü sen ekranlara sığmayacak kadar hakikattin. Senin sözlerini hep kulak ardı ettiler, dinlemediler, çünkü senin her sözün, bu milletin alnındaki pası silen bir rahmetti.
Sen bu milleti yüceltmek için ne şehir bıraktın ne de gece. Her konuşman bir çağrı, her adımın bir uyanıştı. "İnsan gönüldür, gönül" dedin. Gönlümüzü en kıymetli yere, Allah'a yönelttin.
Ehl-i Beyt'i öyle güzel anlatırdın ki seni dinleyince sanki Kerbela yeniden düşerdi gözlerimize. Fatıma Annemizin gözyaşları yüreğimize dokunurdu. İmam Ali Efendimizin suskunluğu boğazımıza düğüm olurdu.
"Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'tir" dedin. Zaten Bektaşi hamuruyla yoğurulmuş bu milleti; Şii, Sünni, Alevi, Caferi, Bektaşi demeden hepsini birleştirdin. Kalplerimizde köz olan Ehl-i Beyt sevgisini yeniden alevlendirdin.
Atatürk'ü anlatırken yalnızca bir lideri değil, bir millete unutturulan kimliği hatırlatırdın. Onun gözlerindeki kararlılığı, senin sesinde duyardık.
"Atatürk vatandır, vatan!" dedin; "Hoş Geldin Atatürk" eserini yazdın, Türk Milletini atasıyla barıştırdın. Çünkü sen bilirdin atasını seven bir millet, kökünü inkar etmez ve sen o kökün hem ilmini hem hikmetini taşıyan bir neferdin.
Sen vatan derken herhangi bir toprak parçasından değil, bir halkın gözünde biriken yaşlardan, bir annenin evlatsız kaldığı bayraktan bahsediyordun.
Sen milletine öyle aşıktın ki, hepimize kendi evladın gibi baktın. Büyüttün, yetiştirdin; uzaktan da olsa hepimizin derdiyle dertlenmekten hiç vazgeçmedin. Kadroların oldu, boyunu geçen eserler yazdın. Senin kaleminle doğan her eser, bu millete bırakılmış bir hakikat aynasıydı.
Ve bütün bunların ötesinde, senin asıl gücün sesinde değil, sessizliğindeki asaletindeydi. Bizi en çabuk da susuşun büyüttü.
Biz sensizliğe alışamadık, her an seninle olmanın sıcaklığını hissederken, birden soğuyan bu dünyada senin yanında bulduğumuz huzuru bulamıyoruz.
Zihnimiz seni ararken, gönlümüz hala peşinde koşuyor. Her adımda seni anıyor, her nefeste seni hissediyoruz. Senin yokluğunda, yıllar geçse de, ne zaman geçer bu hasret, ne zaman silinir bu boşluk bilmiyoruz. Çünkü biz, sana alıştık, seninle büyüdük, seninle güçlendik ama hocam, sensizliğe alışamadık.
Şimdi siz söyleyin? Sessizliğinde bile büyük bir ses olan Haydar Hocamı size nasıl anlatayım? Hangi satıra, hangi cümleye sığdırayım?
Haydar Hocamı izlemek, onu dinlemek bir insanı dinlemek değildi. Bir hakikati tanımak gibiydi. Haydar Hocam inan bana, sana bakan gözler değil, kalpler öğrenirdi.
Unutulmuş ne varsa bu milletin mayasında, hepsini avuçlarında taşıyordun. Ve şimdi bu satırları yazarken ne sana veda edebiliyorum ne de senden geçebiliyorum. Sadece bilmeni istiyorum: Bir insan, bir insanda ancak bu kadar kalabilir…
- FATIMA MELEK ÖZYER: Haydar Baş: Bir davanın adı / 15.04.2025
- ÇİĞDEM PALA: Açık mektup / 14.04.2025
- SEÇİL DAMLA KAYAALP - Öğrenme / 08.03.2025
- BURHAN BORAN: Deprem / 27.02.2025
- FATİH HAYDAR GÜNER - Maarif yüzyılı mı, masallar yüzyılı mı? / 20.02.2025
- FATİH HAYDAR GÜNER - Parayı kim basarsa düzeni o kurar / 19.02.2025
- FATİH HAYDAR GÜNER - Petro-Dolar Tuzağından Kurtuluş: Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Vizyonu / 18.02.2025
- AYŞE ZIVALI: Hoca Atatürk / 08.02.2025
- OZANCAN DERNEK /Efendi kim, köle kim? / 17.01.2025