Karşılaşmalar tek boyutlu değildir; zamanlama ve ağırlıkları değişse de bütün alanlarda gerçekleşir. Rönesans'tan bu yana kah güçlenerek, kah şekil değiştirerek esen Batı fırtınası yüzyılın başında devlet mekanizmamızı çökertti. Minesi hasar görmüş bir diş gibi uygarlığımız ve milletimiz koruyucu tabakadan mahrum kaldı. Kültür dokusu her zamankinden daha fazla dış etkiye açık hale geldi. Savunma çabası egemen gücün kültürüne hayranlığa, kendini değiştirmeye dönüştü.
Herşeye rağmen inanç katmanı varlığını sürdürdü bu güne kadar. Ekonomik ve toplumsal yapıdan dışlanma pahasına özgürlüğünü ve özgünlüğünü korudu. Toplumsal yapının şuur altını belirleyen bir unsur olarak, hiç umulmadık anda, bir refleks biçiminde de olsa varoluş belirtileri ortaya koydu.
Ne var ki yok edici Batı fırtınası bir türlü durmadı. Örgütlenmesini daha da güçlendirmiş olarak, bütün yeryüzünde, vahiy bağlantısından koparılmış tek bir yaşam anlayış ve kabulünü icbar ediyor. Coğrafi ve ekonomik yapıdan sonra, kültürel yapı-zihnî işleyiş teslim olma aşamasında. Şimdi ısrarlı ve planlı bir biçimde inanç özümüze saldırıyorlar. Uygarlık ağacımızın yeraltındaki köklerine. Sürprizler, beklenmedik çıkışlar da tam bu noktada gerçekleşir: Kendini korumayı başaran inanç özü, kendini yok etmeye geleni de değiştirir. Bütün bir Anadolu'yu baştan başa kavuran keskin Moğol kılıcı Mevlana'nın müşfik duruşu, kuşatıcı nefesiyle karşılaşınca ipekten bir kumaşa dönüştü.
Varlığımızı korumak uygarlık katmanlarının bütün alanlarındaki faaliyetlerle mümkündür kuşkusuz. Edebiyat ve sanat faaliyetleri ise duyarlıkları yenileyen inanç özüyle bağlantılıdır. Karşılaşmanın her zaman sürprize açık olan yüzüyle.