Doğup büyüdüğümüz dağlar yine çekti bizi. Sevilenler, öteye uğurlananlar yeni bir can'a, minik yavruya bağırlarını açtılar. Gözlerimiz buğulu, minik ellerini topraklara bıraktık. Yüzongün "merhaba dünya" diyen küçük kız aramızdan sessizce ayrılıp, gitti.
O dağları adım gibi bilirim. Sırası gelene koyunlarında bir köşe açarlar. Sert eser rüzgarı, dik yamaçlarında hayat çilekeş insanın elinde yoğrulur. Belki en sessiz, en kuytu yerlerinden birindedir kabristanı... Ve o kabristanda yorgunlukla ve üzüntülerle içiçe geçen ömrümüzün kilometre taşı olan insanlar... Temel dede, Rahime nine, Yüksel anne, Pamuk hala, Perihan yenge, Feyza, diğerleri ve nihayet Dilara... O hepsinden farklı... Çünkü sadece üç aylık bir melek. Sessiz, masum ve çaresiz. Hiçbir günahla tanışmadan, geldiği gibi gitti. Bizi üzüntüye ve düşünceye boğarak...
Dilara... Çok şey anlattı aslında. Anlayana... 70'lik ninesiyle ve ömrünün baharında dünyadan ayrılan ablacığıyla komşu olurken; ölümün yaşının olmadığını bir kez daha haykırdı içinden. Duyana... Herşeyin geçici olduğu alemde, iç dünyamıza daha bir dönmemiz gerektiğini yaşattı. Hissedene... Ve Dilara... Gönül alan cennet kızı... Senin gibi, günahsız ve tertemiz gitmeyi nasıl isterdim bir bilsen. İnsanların herşeyinin madde, menfaat ve ego tatmini olduğu bu alemde yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilmeni isterdim.
Henüz kırklanmadan gördüğüm güzel yüzünü hep tebessümle ve özlemle hatırlayacağım. Teselli etmek istediğimde metanet dağına çarptığımı hissettiren babacığın ve sabrederken ikinci yangınında da "razı olma" halini yansıtan anacığında seni sevgiyle anacaktır. Ta mahşerde buluşana ve sen onların ve bizlerin elinden tutana kadar.
Güle güle Dilara... Gönül alan gül kızım....
O dağları adım gibi bilirim. Sırası gelene koyunlarında bir köşe açarlar. Sert eser rüzgarı, dik yamaçlarında hayat çilekeş insanın elinde yoğrulur. Belki en sessiz, en kuytu yerlerinden birindedir kabristanı... Ve o kabristanda yorgunlukla ve üzüntülerle içiçe geçen ömrümüzün kilometre taşı olan insanlar... Temel dede, Rahime nine, Yüksel anne, Pamuk hala, Perihan yenge, Feyza, diğerleri ve nihayet Dilara... O hepsinden farklı... Çünkü sadece üç aylık bir melek. Sessiz, masum ve çaresiz. Hiçbir günahla tanışmadan, geldiği gibi gitti. Bizi üzüntüye ve düşünceye boğarak...
Dilara... Çok şey anlattı aslında. Anlayana... 70'lik ninesiyle ve ömrünün baharında dünyadan ayrılan ablacığıyla komşu olurken; ölümün yaşının olmadığını bir kez daha haykırdı içinden. Duyana... Herşeyin geçici olduğu alemde, iç dünyamıza daha bir dönmemiz gerektiğini yaşattı. Hissedene... Ve Dilara... Gönül alan cennet kızı... Senin gibi, günahsız ve tertemiz gitmeyi nasıl isterdim bir bilsen. İnsanların herşeyinin madde, menfaat ve ego tatmini olduğu bu alemde yaşamanın ne kadar zor olduğunu bilmeni isterdim.
Henüz kırklanmadan gördüğüm güzel yüzünü hep tebessümle ve özlemle hatırlayacağım. Teselli etmek istediğimde metanet dağına çarptığımı hissettiren babacığın ve sabrederken ikinci yangınında da "razı olma" halini yansıtan anacığında seni sevgiyle anacaktır. Ta mahşerde buluşana ve sen onların ve bizlerin elinden tutana kadar.
Güle güle Dilara... Gönül alan gül kızım....
Ahmet Emin Bektaş / diğer yazıları
- Sancaktar / 11.05.2020
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013