Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne
07.11.2025 00:00:00 / Güncelleme: 07.11.2025 01:08:53
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş, yaptığı bir değerlendirmede şöyle diyor:
"Benim kanaatim, Türkiye bugün ne İsrail'e ne Amerika'ya ne de Avrupa'ya karşı sert bir duruş sergileyebilecek durumda. Bizim eleştirdiğimiz nokta da bu: Devletin imkanlarını yabancılara açan bir anlayış, dış politikada dik duramaz."
Bu söz, aslında Türkiye'nin dış politika tarihine ayna tutan bir yorum. Çünkü Türkiye, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana "dışa karşı bağımsız ama dünyadan kopmayan bir ülke olma" dengesini korumaya çalışıyor. Kimi dönemlerde bu dengeyi tutturmak kolay olmadı; kimi zaman dış baskılar, kimi zaman da içteki zorluklar, ülkenin dış politikada "dik durma" kapasitesini sınadı.
İnönü Dönemi: Zor dönemde akılcı duruş
İsmet İnönü'nün başında bulunduğu II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, dev bir fırtınanın ortasında gemisini batırmadan yüzdürmeye çalışıyordu.
O yıllarda Almanya, Sovyetler Birliği ve Batılı müttefikler Türkiye'yi kendi taraflarına çekmek için yoğun baskı uyguluyordu.
İnönü, ülkeyi savaşa sokmadan hem Almanya'yla hem de İngiltere'yle diplomatik ilişkileri sürdürebildi.
Bu dönem, dış politikada temkinli bağımsızlık anlayışının temellerinin atıldığı yıllardı.
İnönü'nün "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır" sözü sadece bir temenni değil, aynı zamanda geleceğe dönük bir stratejiydi.
Türkiye'nin dış politikada dik durabilmesi, o günün koşullarında "savaşa girmemek" anlamına geliyordu.
Yani bağımsızlık sadece silahla değil, akılla korunmuştu.
Soğuk Savaş yılları: Dengeyi kaybetmeden Batı'yla ilişki
Savaş sonrası dönemde Türkiye, güvenlik kaygıları nedeniyle Batı ittifakına yöneldi.
1952'de NATO'ya katılması, Sovyet tehdidine karşı alınan stratejik bir önlemdi.
Ancak bu adım aynı zamanda Türkiye'yi Batı'ya daha fazla bağımlı hale getirdi.
Kıbrıs meselesi bunun en çarpıcı örneğidir.
1974'teki Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosu, bağımsız karar vermenin bedelini gösterdi.
O yıllarda Türkiye'nin "dik duruşu" sadece askeri bir mesele değil, siyasi bir cesaret göstergesiydi.
Ancak ambargo, dış politikanın sadece cesaretle değil, ekonomik ve diplomatik güçle de desteklenmesi gerektiğini ortaya koydu.
Özal Dönemi: Ekonomik açılım ve yeni bir bağımlılık türü
1980'ler Türkiye için farklı bir dönemdi.
Turgut Özal, dış politikada "açılım" kavramını öne çıkardı.
Ekonomiyle dış politika iç içe geçti; ihracat, yatırımlar, dış sermaye girişleri devlet politikasının merkezine oturdu.
Türkiye artık sadece güvenlik kaygılarıyla değil, ekonomik çıkarlarıyla da yön belirliyordu.
Ancak bu yeni model, başka bir bağımlılık biçimi yarattı.
Ülke dış borçlara, ithalata ve yabancı yatırımcılara daha fazla bağlı hale geldi.
Yani İnönü döneminde "askeri bağımlılıktan kaçınmak" ne kadar önemliyse, Özal döneminde de "ekonomik bağımlılığı yönetmek" o kadar önemliydi.
Hüseyin Baş'ın sözündeki "devlet imkanlarını yabancılara açmak" eleştirisi, aslında bu tarihsel sürecin bugünkü yansımasıdır.
2000'ler: Erdoğan dönemi ve aktif dış politika
2000'li yıllardan itibaren Türkiye, daha iddialı bir dış politika izlemeye başladı.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde uygulanan "komşularla sıfır sorun" politikası, başlangıçta bölgesel barışa katkı sunmayı hedefliyordu.
Ancak Arap Baharı, Suriye iç savaşı ve Doğu Akdeniz'deki enerji rekabeti, Türkiye'nin çevresini yeniden hareketlendirdi.
Bu dönemde Türkiye hem Batı'yla hem Doğu'yla ilişki kurdu.
NATO üyesi olarak ABD'yle ortak hareket ettiği dönemler oldu; aynı zamanda Rusya ve Çin'le yakınlaşma girişimleri de dikkat çekti.
Bu tablo, çok eksenli bir dış politikanın yansımasıydı.
Fakat ekonomik sorunlar, enerji ihtiyaçları ve dış borçlar, "dik duruş" konusunda zaman zaman elini zayıflattı.
Bugün Türkiye'nin dış politikadaki çıkışları, zaman zaman sert söylemlerle desteklense de pratikte ekonomik ve diplomatik dengeler sözleri sınırlıyor.
Dünya ekonomisinin birbirine bağlı olduğu bir çağda, bağımsız duruş sadece askeri güce değil, ekonomik güce de dayanıyor.
Bağımsızlığın yeni tanımı: Üretim, bilim ve teknoloji
Artık bağımsızlık, sadece sınırlarını korumakla ölçülmüyor.
Bir ülke, kendi teknolojisini üretebiliyor, enerjisini sağlayabiliyor ve ekonomisini dış baskılara karşı koruyabiliyorsa, o ülke gerçekten bağımsız sayılıyor.
Savunma sanayisindeki yerlileşme çabaları, bu anlamda önemli bir adım.
Ancak ekonomideki dış açık, yabancı sermayeye bağımlılık ve üretim eksikliği hala en büyük kırılganlıklar arasında.
Hüseyin Baş'ın "devlet imkanlarını yabancılara açan bir anlayış, dış politikada dik duramaz" sözü, sadece bugünü değil, geçmişi de hatırlatıyor.
Türkiye'nin dış politikasında ne zaman iç güçler zayıflamışsa, dışa karşı duruş da o kadar kırılgan hale gelmiştir.
Sonuç: Güçlü duruş, güçlü iç yapıdan doğar
Türkiye'nin yüzyılı aşkın dış politika serüveni bize şunu öğretiyor:
Dik durmak sadece güçlü söylemlerde bulunmakla değil, güçlü üretim ile mümkündür.
İnönü'nün denge siyaseti, Özal'ın ekonomik açılımı ve Erdoğan'ın çok yönlü diplomasisi farklı yollar olsa da hepsinin hedefi aynıydı — bağımsız bir Türkiye.
Bugün de bu hedef değişmedi.
Fakat bağımsızlık artık askeri, ekonomik ve teknolojik olarak aynı anda güçlü olmayı gerektiriyor.
Gerçek dik duruş, dışarıya karşı değil, önce içeride ayakta kalabilmekle başlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025
- Hindistan'ın petrol dengesinde ince hesap: ABD'ye rağmen Rusya ile ticaret / 30.10.2025
- Balkanlar'da barut kokusu: Gerçek mi, algı mı? / 29.10.2025
- Avrupa'nın enerjide yeni yol arayışı / 28.10.2025
- Trump'ın "kirli oyun" çıkışı ve Asya turu / 26.10.2025
- Rusya ile Amerika: Oyunda yeni hamleler - Türkiye'nin tavrı ve Kuzey Kore'nin gölgesi / 25.10.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025
- Hindistan'ın petrol dengesinde ince hesap: ABD'ye rağmen Rusya ile ticaret / 30.10.2025
- Balkanlar'da barut kokusu: Gerçek mi, algı mı? / 29.10.2025
- Avrupa'nın enerjide yeni yol arayışı / 28.10.2025
- Trump'ın "kirli oyun" çıkışı ve Asya turu / 26.10.2025
- Rusya ile Amerika: Oyunda yeni hamleler - Türkiye'nin tavrı ve Kuzey Kore'nin gölgesi / 25.10.2025

















































































