Asırlara inen kökeni, derinliği ve nazım şekilleriyle Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip bulunan Divan şiirleri, tüm sanat dallarına ilham kaynağı olmaya devam ediyor...
Asırlara inen kökeni, derinliği ve nazım şekilleriyle Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip bulunan Divan şiirleri, tüm sanat dallarına ilham kaynağı olmaya devam ediyor Divan şiiri, 600 yıllık tarihi derinliği, niteliği ve nazım şekilleriyle Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip olmuştur. Şiirde işlenen çeşitli sanatlar, şiire kendine has musikisi ve ahengini kazandırmıştır. Şairler olmasaydı, bugün Leyla ile Mecnun ve Ferhat ile Şirin'i anlamak mümkün olmazdı. Özellikle Fuzuli'nin, Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şairlerden olması nedeniyle edebiyatımızda çok önemli bir yere sahiptir
Hazret-i Hüseyin'in türbesinin bekçisiFuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu. Soyca Türk Bayat aşiretindendir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirmiş, Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle yaşamını sürdürmüştür. En tanınmış eseri, Şark'ın efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir. Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü. Türbesi halen işgal altındaki bu topraktadır. Fuzulî, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir: "Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur"Şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı. Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir. Bütün şiirlerinde kendini Allah aşkına ve Peygamber (sav) sevgisine adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar. Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı. Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi. Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı.Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir. Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir.
Aşk imiş her ne var âlemdeGit, derdime sen devâ değilsinBigânesin, âşina değilsinGördü ki bir avcı dâm kurmuşDâmına gazâller yüz urmuş***Bir âhu esir-i dâmı olmuşKan yâşı karâ gözüne dolmuşBoynu burulu ayağı bağluŞehlâ gözü nemlü cânı dağlu***Sayyâd sakın cefa yamandırBilmezsin mi ki kana kandır?Aşk imiş her ne var alemdeİlim bir kil-ü-kal imiş ancak
Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir." der. Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı. Ona göre şiirin kaynakları ilahidir. Allah vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez. "Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal (dedikodu) imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir.Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir. Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir.