Türkiye'nin en önemli ekonomik sorunu iç borç stokudur. Hal böyle iken, ekonomi kurtarıcısı (!) son şans olarak takdim ettiği programa, iç borç stoku ile ilgili hiç bir madde koymadı. Bunun sebebi ne olabilir, hiç düşündük mü? Hemen söyleyelim, yüksek faizle iç borçlama yoluna gitmek, ekonominin gereği değil, siyasi ve ideolojik bir tercihtir. Onun için ekonomik program yer almamıştır. Türkiye'yi yönetenler, maalesef uzun yıllardır, bu şekilde siyasi bir tercih kullanmaktadırlar. Başka bir deyişle, üretim yapanlar zora sokuluyor, üretim yapmayanlar, faizle sermayesine sermaye katmak isteyenler destekleniyor. İç borçlanmanın özeti budur.
"İç borçlanma siyasi ve ideolojik bir tercihtir" dedik. Bazıları kafadan attığımızı zannedebilirler. Hayır kafadan atmıyoruz. Bu görüşte olan bir çok iktisatçı vardır. Onlardan birisi de Feder'dir. Feder, bir devletin yüksek faizle iç piyasaya borçlanmasını anlamakta güçlük çeker ve bunu ekonomik olarak izah etmenin imkansızlığından söz eder. İsterseniz Feder gibi düşünen iktisatçıların söylediklerini bir kenara bırakalım da, aklımıza danışalım. Çünkü aklın yolu birdir. Şimdi soralım; Bir devlet, yüksek faizle iç piyasaya borçlanacağına, senyoraj hakkını kullansa, yani para bassa, daha akılı bir iş yapmış olmaz mı? Bunu yapmayan bir devletin bir tek amacı olur. O da, üretmeden kazanmaya alışan faizcileri korumaktır, büyütmektir.
Bu tespitler ışığında Türkiye'nin son yıllarına bir bakalım. Türkiye, son 11 yıl içerisinde 153 milyar dolar iç borç faizi ödemiştir. Eğer iç borçların faizleri olmasaydı, Türkiye bütçesi her yıl büyük oranda fazlalık verirdi. İç borç sebebiyle Türkiye, her hafta bir borçlanma ve ödeme sıkıntısı yaşıyor. Piyasa, devletin hangi faiz oranıyla, ne kadar borçlanacağına kilitleniyor. Bu nasıl bir sistemdir ki, devlet bir hafta boçlanamazsa ödeme yapamıyor, ödeme yapamayınca da sistem çöküyor. Siz buna ekonomi yöntemi diyebilir misiniz? Devlet yüksek faizle borçlanırken, bankalar, üreticilere daha az faizle kredi verir mi? Tabii olarak vermiyor. Reel sektörü beslemesi gereken bankalar, devleti fonlayarak rahat rahat para kazanıyorlar.
Gerçekten ekonomi kurtarılmak isteniyorsa, iç borçların kesinlikle tasfiye edilmesi ve bu çarkın kırılması şarttır. Bunun yapabilmesi için ekonomik güce değil, siyasi iradeye ihtiyaç vardır. siyasi irade, ilk önce iç borçlanmaya, yani kamu kağıdı ihalesine bir son vermelidir. Buna son verdikten sonra, yapılması gereken ikinci iş, mevcut iç borç stokonu para basarak eritmektir. İç borçtan kurtulmanın başka bir çaresi yoktur.
Bu uygulama ile devlete borç verenlere bir haksızlık yapılmış olmayacaktır. Çünkü devlet, bugüne kadar bu sermaye kesimine büyük oranda kaynak aktarmıştır. Aynı sermaye kesimi, devletin 10 milyar dolar için kapı kapı dolaştığını, tavizlere zorlandığını görüyor, fakat kılı kıpırdamıyor. Halbuki bu kesim istese, devlete çok rahat 20 milyar dolar kaynak sağlayabilir. Ne yazık ki onlar, hala devletten faiz almanın peşinde. Başka ülkelere bakıyoruz, devleti en çok düşünen ve koruyan sermaye kesimidir. Bir Japon bakan, Japonya'nın ekonomik başarısını şöyle özetler: "İşçimiz, kendi işinden çok işyerini, işyeri sahibi de kendi işyerinden çok devleti düşündü ve böylece bu başarıyı elde ettik."
Türkiye'de niçin böyle olmuyor? Sermaye kesimi, devleti değil, hep kendini düşünüyor. Devleti düşünmek, maalesef yine ezilen, sömürülen ve horlanan halka düşüyor. Halkın çektiği çile, katlandığı fedakarlık yetmezmiş gibi her ekonomik programda gözler ona çevriliyor, yük onun sırtına vuruluyor. Artık, bu tercih değişmeli, üreten, çalışan kesim desteklenmelidir.
"İç borçlanma siyasi ve ideolojik bir tercihtir" dedik. Bazıları kafadan attığımızı zannedebilirler. Hayır kafadan atmıyoruz. Bu görüşte olan bir çok iktisatçı vardır. Onlardan birisi de Feder'dir. Feder, bir devletin yüksek faizle iç piyasaya borçlanmasını anlamakta güçlük çeker ve bunu ekonomik olarak izah etmenin imkansızlığından söz eder. İsterseniz Feder gibi düşünen iktisatçıların söylediklerini bir kenara bırakalım da, aklımıza danışalım. Çünkü aklın yolu birdir. Şimdi soralım; Bir devlet, yüksek faizle iç piyasaya borçlanacağına, senyoraj hakkını kullansa, yani para bassa, daha akılı bir iş yapmış olmaz mı? Bunu yapmayan bir devletin bir tek amacı olur. O da, üretmeden kazanmaya alışan faizcileri korumaktır, büyütmektir.
Bu tespitler ışığında Türkiye'nin son yıllarına bir bakalım. Türkiye, son 11 yıl içerisinde 153 milyar dolar iç borç faizi ödemiştir. Eğer iç borçların faizleri olmasaydı, Türkiye bütçesi her yıl büyük oranda fazlalık verirdi. İç borç sebebiyle Türkiye, her hafta bir borçlanma ve ödeme sıkıntısı yaşıyor. Piyasa, devletin hangi faiz oranıyla, ne kadar borçlanacağına kilitleniyor. Bu nasıl bir sistemdir ki, devlet bir hafta boçlanamazsa ödeme yapamıyor, ödeme yapamayınca da sistem çöküyor. Siz buna ekonomi yöntemi diyebilir misiniz? Devlet yüksek faizle borçlanırken, bankalar, üreticilere daha az faizle kredi verir mi? Tabii olarak vermiyor. Reel sektörü beslemesi gereken bankalar, devleti fonlayarak rahat rahat para kazanıyorlar.
Gerçekten ekonomi kurtarılmak isteniyorsa, iç borçların kesinlikle tasfiye edilmesi ve bu çarkın kırılması şarttır. Bunun yapabilmesi için ekonomik güce değil, siyasi iradeye ihtiyaç vardır. siyasi irade, ilk önce iç borçlanmaya, yani kamu kağıdı ihalesine bir son vermelidir. Buna son verdikten sonra, yapılması gereken ikinci iş, mevcut iç borç stokonu para basarak eritmektir. İç borçtan kurtulmanın başka bir çaresi yoktur.
Bu uygulama ile devlete borç verenlere bir haksızlık yapılmış olmayacaktır. Çünkü devlet, bugüne kadar bu sermaye kesimine büyük oranda kaynak aktarmıştır. Aynı sermaye kesimi, devletin 10 milyar dolar için kapı kapı dolaştığını, tavizlere zorlandığını görüyor, fakat kılı kıpırdamıyor. Halbuki bu kesim istese, devlete çok rahat 20 milyar dolar kaynak sağlayabilir. Ne yazık ki onlar, hala devletten faiz almanın peşinde. Başka ülkelere bakıyoruz, devleti en çok düşünen ve koruyan sermaye kesimidir. Bir Japon bakan, Japonya'nın ekonomik başarısını şöyle özetler: "İşçimiz, kendi işinden çok işyerini, işyeri sahibi de kendi işyerinden çok devleti düşündü ve böylece bu başarıyı elde ettik."
Türkiye'de niçin böyle olmuyor? Sermaye kesimi, devleti değil, hep kendini düşünüyor. Devleti düşünmek, maalesef yine ezilen, sömürülen ve horlanan halka düşüyor. Halkın çektiği çile, katlandığı fedakarlık yetmezmiş gibi her ekonomik programda gözler ona çevriliyor, yük onun sırtına vuruluyor. Artık, bu tercih değişmeli, üreten, çalışan kesim desteklenmelidir.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018