Yüce Allah (c.c), Habibi Hz. Muhammed'in yaptığı peygamberlik görevine bir bedel biçmiştir. O bedel, Ehl-iş Beyt'i sevmektir. (Şura 23)
O Ehl-i Beyt ki, bizzat Yüce Allah tarafından maddi-manevi her türlü yanlıştan, günahtan uzak tutulmuş ve tertemiz kılınmışlardır.
Kısaca Ehl-i Beyt'i seçen bizzat Allah'tır. Tertemiz kılan ve sevin (tabi olun) emrini veren de bizzat Yüce Allah'tır.
Ehl-i Beyt, Rasulullah'tan bir parçadır. Sünnet eşittir Ehl-i Beyt'tir. Hz. Muhammed (s.a.a.v) "Bana sonu kesik salâvat getirmeyin" emriyle kendisi ile Ehl-i Beyt'ini bir tutmuştur.
'Kesik salavat nedir', diye sorduklarında; Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Allahumme salli alâ Muhammed" şeklinde deyip, durmanızdır. Siz salâvatı şöyle söyleyin: Allahumme salli alâ Muhammed'in ve alâ âl-i Muhammed" (İbn Hacer el- Mekki, es-Savaik'ul-Muhrika, s.87).
Nitekim, "Allah ve melekleri, Hz. Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de O'na tam bir teslimiyetle salât ve selâm edin" (Ahzab Suresi, 56) ayet-i kerimenin nazil olmasından sonra bizzat sahabe nasıl salat ve selam edileceğini Rasulullah'tan (saav) sorup öğrenmiştir.
İbn Ebî Leyla şöyle rivayet etmiştir: Bir defasında Ka'b b. Ucre ile karşılaştım, bana şöyle dedi: "Sana, Peygamber'den (saav) işittiğim bir hediye vereyim mi? Bir gün Peygamber (sav) bizim yanımıza çıkageldi.
Biz, O'na, Ya Resulullah! Bizler, Sana nasıl selam okuyacağımızı öğrendik. Fakat nasıl salat okuyacağız, dedik.
Resulüllah (sav) şöyle okuyun buyurdu: "Âllahümme sallî alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kema salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamîdun Mecîdun. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin. Kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrahime inneke Hamidun Mecîdun /
Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âli üzerine, İbrahim'in âli üzerine salât ettiğin gibi salât et. Şüphe yok ki, Sen Hamid'sin, Macit'sin.
Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in âline, İbrahim'in âline bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen Hamid'sin Macit'sin" (Buharî, sahih, Enbiyâ,10; Daavât, 31, 32; Müslim, Sahih, Salat, 65, 66, 69).
Anlaşılacağı üzere Resulullah, kendisine salat ve selamı tarif ederken, Ehl-i Beyt'ini, kendisiyle birlikte zikrediyor, birlikte salat ve selam edilmesini emir buyuruyor.
"Ali bendendir, ben de ondanım", "Fatıma, benden bir parçadır", "Hasan ve Hüseyin benden bir parçadır" şeklindeki hadis-i şerifler, Ehl-i Beyt'i ile Resulullah'ın bir bütün olduklarına işarettir.
Aynı şekilde Hz. Fatıma'ya, İmam Ali'ye, Hz. Hasan ve Hüseyin'e buğz etmenin, düşmanlık etmenin kendisine düşmanlık etmek, kendisine düşmanlık etmenin ise Allah'a düşmanlık etmek olduğunu yine birçok hadisinde buyurmuştur.
Peygamberimizin, iman edenlere iki emaneti vardır. Kuran ve Ehl-i Beyt. Yani kıyamet sabahına kadar her iman eden kişi bu emanetlerden sorumludur.
Peygamberimizden bugüne yaşananlar ortada. Tarih boyu birileri bu emanetlere gereken değeri vermemiş hatta bizzat yok etme gayretine girmiş. O, onların küfrü, kaybedişi.
Peki, biz ne yapıyoruz? O iki emanet aynen ilk günkü tazeliği ve berraklığı ile karşımızda. Bu emanetlere ne kadar değer veriyoruz, daha doğrusu iman ölçüsü olan bu emanetlerle iman iddiasında bulunabiliyor muyuz?
Hem fert olarak, hem millet olarak hem de ümmet olarak yaşadığımız maddi-manevi bunalımlar, sosyal çöküşler, kardeşin kardeşe düşman olması ve de İslam coğrafyasının kan gölüne dönmesinin temelinde bu iki emanete sahip çıkmamak var, hıyanet etmek var.
Bugün İslam toplumlarının önüne geçenler, birbirlerine kem gözler bakarken diğer taraftan da İsrail'den, batıda, ABD'den şikayetçi oluyorlar.
Neden? Allah'ın emrettiği kardeşliğin gereklerini yerine getirmedikleri için. Tevhidin merkezinde bulaşmadıkları için. O iki emanete sahip çıkmadıkları için.
Ehl-i Beyt Külliyatının sahibi, 'Tevhidin (İslam'ın) merkezi Ehl-i Beyt'tir' diyen Prof. Dr. Haydar Baş, İslam dünyasının zulümden kurtulması ve ayağı kalkması için 13 yıl önce ilk Ehl-i Beyt sempozyumumda şöyle diyordu:
"Her iki dünyada Ehl-i Beyt etrafında akaidini ve İslami şartlarını yaşamalıdır. Bu aynılık, sosyal hayata da yansımalı siyasette, kültürde, medeniyette bir ve beraber olarak İslam kardeşliği temin edilmelidir.
Esasen Şii ve Sünni dünyası birbirinin kardeşidir. Birbirinin itikat ve ibadetine her konuda sahip çıkacak; can, mal ve namus emniyetini koruyacaktır.
Böylece vücuda gelen İslam kardeşliği adındaki birlik, bu dünyanın canına, malına, namusuna, din ve vicdan emniyetine savaş açan Haçlı dünyasının karşısında bir bilek ve bir yürek olabilecektir. Bu sayede İslam coğrafyasının yeraltı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesinin de önüne geçilecektir…
İslam kardeşliği anlayışı ile vücuda gelecek Şii-Sünni bloğu aynı zamanda, Müslüman olan bütün ırkların kardeşliğine sebep olarak, suni Şii-Sünni ayrılığı kullanılarak ortaya çıkabilecek muhtemel savaşların da önüne geçecektir.
İslam âlemi üzerine yönelen kaynaklar savaşının yaşandığı günümüzde İslam kardeşliği birliği bir zarurettir.
Kaldı ki, insanlığın hangi dinden olursa olsun can, mal, namus, din ve vatan emniyetini temin edecek olan Ehl-i Beyt etrafındaki İslam kardeşliğidir. Çünkü yalnızca bu birlik dil, din farkı gözetmeksizin bütün insanların hayat garantisi olacaktır".
- Erdoğan dünyanın derdi ile meşgul / 22.05.2025
- ‘Türkiye yüz yılı’ dediler, yüz yılın kumpasına ortak oldular / 21.05.2025
- Sevr’i bitirdiğimiz 19 Mayıs ruhu ile BOP’u da bitirebiliriz / 19.05.2025
- Ahtapot / 18.05.2025
- Anadolu’da hayvan yetişmiyor mu? / 17.05.2025
- Birileri unutsa bile tarih unutmaz / 16.05.2025
- Hüseyin Baş’a 8 yıl istemişler / 15.05.2025
- Barışa değil bölünmeye gidiyoruz / 13.05.2025
- Suikasttan itibar çıkarmak / 12.05.2025