Erdoğan'ın çağrısı karşılık bulmuyor
Ülkemizde doğurganlık hızının 2001'de 2,38 iken 2023'te 1,51'e gerilemesi nedeniyle 2025 yılı "aile yılı" olarak ilan edilmişti. Fakat 2025 yılında doğurganlık hızı daha da gerileyerek 1,48 seviyesine düştü. Peki Erdoğan'ın en son "5 çocuk yapın" çağrısı toplumda neden karşılık bulmuyor?
16.11.2025 16:48:00
Eyüp Kabil
Eyüp Kabil





Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Azerbaycan dönüşünde uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalarda, uzun süredir vurguladığı nüfus politikasında çıtayı yükseltti. Daha önce üç çocuk çağrısı yapan Erdoğan, bu kez "Niye dört olmasın, beş olmasın?" diyerek gençlere seslendi.
Erdoğan'ın bu açıklaması, Türkiye'de hızla düşen doğum oranları ve evlenme istatistiklerine bakıldığında bir uyarı niteliği taşıyor. TÜİK verilerine göre, doğurganlık hızı 2001'de 2,38 iken 2023'te 1,51'e geriledi ve 2025 itibarıyla 1,48 seviyelerine indi. Bu durum, ekonomik baskılar ve sosyal dönüşümlerin bir yansıması olarak görülüyor.
Çocuk yapmaktan kaçınmanın nedenleri
Türkiye'de gençler çocuk yapmaktan giderek uzaklaşıyor; bunun arkasında hem ekonomik hem de sosyal faktörler yatıyor. Ekonomik açıdan, yüksek enflasyon ve yaşam maliyetleri başlıca engeller. Gıda, konut ve eğitim giderlerindeki artış, aileleri çocuk sahibi olma kararını erteletiyor.
Örneğin, bir çocuğun yetiştirilme maliyeti, asgari ücretle geçinen aileler için sürdürülemez hale gelmiş durumda. Gelir dağılımındaki bozulma da bu eğilimi tetikliyor; orta sınıfın küçülmesiyle, gençler geleceğe dair güvensizlik hissediyor. Sosyal olarak ise, kadınların eğitim ve iş gücüne katılımı artıyor. Daha fazla kadın üniversite mezunu oluyor ve kariyer önceliği veriyor, bu da doğurganlık yaşını geciktiriyor.
Kentleşme ve bireyselleşme, geleneksel aile yapılarını zayıflatıyor; gençler özgürlük ve kişisel gelişime odaklanıyor. Pandemi sonrası stres ve mental sağlık sorunları da çocuk planlarını etkiliyor. Sonuçta, bu nedenler doğurganlık oranını alarm verici seviyelere çekiyor.
Evlenme oranlarının düşüşü
Evlenme oranlarındaki düşüş, nüfus dinamiklerini doğrudan etkileyen bir diğer sorun. TÜİK'e göre, son beş yılda evlilikler yüzde 10-15 azaldı, boşanmalar ise yüzde 20 arttı. Ekonomik nedenler burada da ön planda. Yüksek düğün masrafları, konut fiyatları ve işsizlik, gençleri evlilikten soğutuyor. Özellikle erkeklerde istihdam sorunları, evlilik yaşını 30'lu yaşlara kaydırıyor.
Sosyal açıdan, bireysel özgürlük talebi ve ilişki dinamiklerindeki değişim etkili. Sosyal medya ve dijital yaşam, geleneksel evlilik normlarını sorgulatıyor; gençler uzun süreli ilişkileri tercih etmiyor. Kadınların ekonomik bağımsızlığı artınca, evlilik bir zorunluluk olmaktan çıkıyor. Ayrıca, kültürel kaymalarla birlikte "yalnız yaşam" trendi yayılıyor. Bu düşüş, doğum oranlarını da aşağı çekiyor çünkü evlilik dışı doğumlar Türkiye'de hala düşük seviyede.
Türkiye nüfusunu bekleyen tehlikeler
Türkiye'yi bekleyen nüfus tehlikesi, yaşlanan toplum ve demografik çöküş olarak özetlenebilir. Doğurganlık oranı 1,48'e inince, nüfus yenilenemiyor; bu, 2050'ye kadar iş gücünde azalma anlamına geliyor. Ekonomik olarak, yaşlı nüfusun artması (son beş yılda yüzde 20 artış) sosyal güvenlik sistemini zorlayacak.
Emekli maaşları ve sağlık harcamaları yükselecek, genç nüfus azaldıkça vergi geliri düşecek. Sosyal açıdan, aile yapılarının küçülmesi yalnızlık epidemisine yol açabilir; kültürel devamlılık tehlikeye girecek. Düzensiz göç, kısa vadeli çözüm gibi görünse de entegrasyon sorunları yaratıyor. Uzun vadede, nüfus azalması ekonomik büyüme potansiyelini baltalayacak, inovasyon ve üretkenlik düşecek. Erdoğan'ın çağrısı bu tehlikeleri işaret ediyor, ancak çözüm için ekonomik istikrar ve sosyal destekler şart.
Erdoğan'ın bu açıklaması, Türkiye'de hızla düşen doğum oranları ve evlenme istatistiklerine bakıldığında bir uyarı niteliği taşıyor. TÜİK verilerine göre, doğurganlık hızı 2001'de 2,38 iken 2023'te 1,51'e geriledi ve 2025 itibarıyla 1,48 seviyelerine indi. Bu durum, ekonomik baskılar ve sosyal dönüşümlerin bir yansıması olarak görülüyor.
Çocuk yapmaktan kaçınmanın nedenleri
Türkiye'de gençler çocuk yapmaktan giderek uzaklaşıyor; bunun arkasında hem ekonomik hem de sosyal faktörler yatıyor. Ekonomik açıdan, yüksek enflasyon ve yaşam maliyetleri başlıca engeller. Gıda, konut ve eğitim giderlerindeki artış, aileleri çocuk sahibi olma kararını erteletiyor.
Örneğin, bir çocuğun yetiştirilme maliyeti, asgari ücretle geçinen aileler için sürdürülemez hale gelmiş durumda. Gelir dağılımındaki bozulma da bu eğilimi tetikliyor; orta sınıfın küçülmesiyle, gençler geleceğe dair güvensizlik hissediyor. Sosyal olarak ise, kadınların eğitim ve iş gücüne katılımı artıyor. Daha fazla kadın üniversite mezunu oluyor ve kariyer önceliği veriyor, bu da doğurganlık yaşını geciktiriyor.
Kentleşme ve bireyselleşme, geleneksel aile yapılarını zayıflatıyor; gençler özgürlük ve kişisel gelişime odaklanıyor. Pandemi sonrası stres ve mental sağlık sorunları da çocuk planlarını etkiliyor. Sonuçta, bu nedenler doğurganlık oranını alarm verici seviyelere çekiyor.
Evlenme oranlarının düşüşü
Evlenme oranlarındaki düşüş, nüfus dinamiklerini doğrudan etkileyen bir diğer sorun. TÜİK'e göre, son beş yılda evlilikler yüzde 10-15 azaldı, boşanmalar ise yüzde 20 arttı. Ekonomik nedenler burada da ön planda. Yüksek düğün masrafları, konut fiyatları ve işsizlik, gençleri evlilikten soğutuyor. Özellikle erkeklerde istihdam sorunları, evlilik yaşını 30'lu yaşlara kaydırıyor.
Sosyal açıdan, bireysel özgürlük talebi ve ilişki dinamiklerindeki değişim etkili. Sosyal medya ve dijital yaşam, geleneksel evlilik normlarını sorgulatıyor; gençler uzun süreli ilişkileri tercih etmiyor. Kadınların ekonomik bağımsızlığı artınca, evlilik bir zorunluluk olmaktan çıkıyor. Ayrıca, kültürel kaymalarla birlikte "yalnız yaşam" trendi yayılıyor. Bu düşüş, doğum oranlarını da aşağı çekiyor çünkü evlilik dışı doğumlar Türkiye'de hala düşük seviyede.
Türkiye nüfusunu bekleyen tehlikeler
Türkiye'yi bekleyen nüfus tehlikesi, yaşlanan toplum ve demografik çöküş olarak özetlenebilir. Doğurganlık oranı 1,48'e inince, nüfus yenilenemiyor; bu, 2050'ye kadar iş gücünde azalma anlamına geliyor. Ekonomik olarak, yaşlı nüfusun artması (son beş yılda yüzde 20 artış) sosyal güvenlik sistemini zorlayacak.
Emekli maaşları ve sağlık harcamaları yükselecek, genç nüfus azaldıkça vergi geliri düşecek. Sosyal açıdan, aile yapılarının küçülmesi yalnızlık epidemisine yol açabilir; kültürel devamlılık tehlikeye girecek. Düzensiz göç, kısa vadeli çözüm gibi görünse de entegrasyon sorunları yaratıyor. Uzun vadede, nüfus azalması ekonomik büyüme potansiyelini baltalayacak, inovasyon ve üretkenlik düşecek. Erdoğan'ın çağrısı bu tehlikeleri işaret ediyor, ancak çözüm için ekonomik istikrar ve sosyal destekler şart.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.















































































