Sultan Mahmut iftarda
Dürrizade Abdullah Molla zenginliği, cömertliği ve kibarlığı ile meşhur bir şeyhülislam. Bunun Sultan Mahmud-ı Adli biliyorsa da anlatılanları biraz mübalağalı sayıyor, ama merak da etmiyor değil. Bunu bizzat tahlik için bir Ramazan Üsküdar'a geçiyor. Yeni Camii ziyaret ediyor. İkindi namazını iskeledeki Mihriman Sultan Camii'nde kılıyor. O tarihde yeni yapılmış Nizamiye Karakolhanesi'ne geçerek oturuyor. Meğerse kendi tertibi ile vükela ve ricalden davet ettikleri de orada toplanacaklarmış. Abdullah Molla da Doğancılar'da yeni yaptırdığı şimdiki Adliye Dairesi yerindeki konakta oturuyor. Lakin Şeyhülislam değil, ma'zul. Topa yarım saat kala rikab merasimi ile vükela ve rical önünde birbirini takiben Doğancılar'a yürünüyor. Padişah da maiyetiyle arkadan geliyor. Akşam ezanına beş on dakika kala Dürrizade Konağı'na geliyor. Lakin konakta bu ani ve şahane ziyaret baskınından kimsenin haberi yok. Muhteşem misafirleri kahya görünce telaşa düşüyor. Molla'ya Zat'ı Şahanenin teşrifini haber veriyor. Dürrizade kethüdaya sakin bir halde "Neye telaş ediyorsun? Hareme haber yolla. Harem tablalarından bir iki tanesini dışarı versinler. Benim yemeğimi de Efendimize takdim ediniz" emrini vererek kendisi Zat-ı Şahane ve onun maiyetiyle davetlilerini istikbal ediyor.
Zaten vakit gelmiş, herkes iftar sofrasına oturmuş. Top atılınca umduklarından ziyade nefis yemekleri yemişler. Sultan Mahmud ise kendisine takdim olunan Dürrizade sofrasını şereflendirmiş. İkbali ile Dürrizade'yi karşısına alarak iftar etmişler. Bundan sonra günler geçmiş. Şöyle bir rivayet kulaktan kulağa duyulmuş. Padişah, bu yemeklerin lezzetini takdir etmiş ve her birinin gayet kıymetli güzel kaplarda olduğunu görmüş, lakin pilavdan sonra gelen hoşafın konduğu kabın billur olmakla beraber diğerleri kadar kıymetli ve gösterişli olmaması sebebini güya Dürrizade'den sormuş, o da:
"Hoşafın lezzetini bozmasın diye buz parçalarını hoşafın içine attırmıyorum da manzur-ı Şahaneleri olduğu gibi buzdan kase yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum" demiş. Güya Padişah da: "Bunu kendiliğinden anlayamadığından pek utandım" demiş.
Yemekten sonra Sultan Mahmud, iltifaten:
"Efendi ! Sizin aşçı pek iyi. İsterseniz bizim aşçı ile değişelim", demiş. Bundan sonra Dürrizade'nin ismi ne vakit huzurunda zikrolunursa Sultan Mahmud; "Herif kibardır" dermiş...
Dürrizade Abdullah Molla zenginliği, cömertliği ve kibarlığı ile meşhur bir şeyhülislam. Bunun Sultan Mahmud-ı Adli biliyorsa da anlatılanları biraz mübalağalı sayıyor, ama merak da etmiyor değil. Bunu bizzat tahlik için bir Ramazan Üsküdar'a geçiyor. Yeni Camii ziyaret ediyor. İkindi namazını iskeledeki Mihriman Sultan Camii'nde kılıyor. O tarihde yeni yapılmış Nizamiye Karakolhanesi'ne geçerek oturuyor. Meğerse kendi tertibi ile vükela ve ricalden davet ettikleri de orada toplanacaklarmış. Abdullah Molla da Doğancılar'da yeni yaptırdığı şimdiki Adliye Dairesi yerindeki konakta oturuyor. Lakin Şeyhülislam değil, ma'zul. Topa yarım saat kala rikab merasimi ile vükela ve rical önünde birbirini takiben Doğancılar'a yürünüyor. Padişah da maiyetiyle arkadan geliyor. Akşam ezanına beş on dakika kala Dürrizade Konağı'na geliyor. Lakin konakta bu ani ve şahane ziyaret baskınından kimsenin haberi yok. Muhteşem misafirleri kahya görünce telaşa düşüyor. Molla'ya Zat'ı Şahanenin teşrifini haber veriyor. Dürrizade kethüdaya sakin bir halde "Neye telaş ediyorsun? Hareme haber yolla. Harem tablalarından bir iki tanesini dışarı versinler. Benim yemeğimi de Efendimize takdim ediniz" emrini vererek kendisi Zat-ı Şahane ve onun maiyetiyle davetlilerini istikbal ediyor.
Zaten vakit gelmiş, herkes iftar sofrasına oturmuş. Top atılınca umduklarından ziyade nefis yemekleri yemişler. Sultan Mahmud ise kendisine takdim olunan Dürrizade sofrasını şereflendirmiş. İkbali ile Dürrizade'yi karşısına alarak iftar etmişler. Bundan sonra günler geçmiş. Şöyle bir rivayet kulaktan kulağa duyulmuş. Padişah, bu yemeklerin lezzetini takdir etmiş ve her birinin gayet kıymetli güzel kaplarda olduğunu görmüş, lakin pilavdan sonra gelen hoşafın konduğu kabın billur olmakla beraber diğerleri kadar kıymetli ve gösterişli olmaması sebebini güya Dürrizade'den sormuş, o da:
"Hoşafın lezzetini bozmasın diye buz parçalarını hoşafın içine attırmıyorum da manzur-ı Şahaneleri olduğu gibi buzdan kase yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum" demiş. Güya Padişah da: "Bunu kendiliğinden anlayamadığından pek utandım" demiş.
Yemekten sonra Sultan Mahmud, iltifaten:
"Efendi ! Sizin aşçı pek iyi. İsterseniz bizim aşçı ile değişelim", demiş. Bundan sonra Dürrizade'nin ismi ne vakit huzurunda zikrolunursa Sultan Mahmud; "Herif kibardır" dermiş...