Türkiye'yi bölme hedefleri ve Batı'nın 'Büyük Ermenistan' oyunu-I
Oğuz Köroğlu
Müslüman Türkler'de Medeniyet
Türk Milleti, tarihin her dönem ve devrinde teknikte, sanatta, zanaatte; kısaca medeniyette insanlığa örnek olmuş necip bir millettir.
Dini ve milli temelleri tarihin derinliklerine kadar uzanan milletimizin medeniyeti ve de sahip olduğu insanlık vasfları, denilebilir ki dünyanın hiç bir milletinde yoktur. Bu münasebetten olacak ki, geçmişimizde çeşitli dinlere mensup olan insanlara merhamet ufkumuz sonsuz olmuştur. Bizdeki inanç atmosferi her türlü insana merhameti, rifkati, şefkati gerektirirken, milli gelenek ve göreneklerimizde Yunuslarımız, Mevlanalarımız hep bu ölçüyü korumuşlardır. (1)
Ne hazin tecellidir ki, tarih boyunca hak ve adaletin, sevgi ve merhametin bayaktarlığını yapan Türk Milleti, aynı zamanda çok acı olaylara ve ihanetlere de şahit olmuş, güçlü olduğu dönemlerde sadık gibi gürenenler, zayıflayınca kendisini parçalama ve topraklarını paylaşma yarışına girmişlerdir.
Azınlıkların İhanet Yarışı
İşte, Osmanlı döneminde asırlarca millet-i sadıka olarak bu ülkede Müslüman Türkler ile birlikte kardeşçe yaşayıp sosyal, kültürel, askeri, dini, iktisadi her türlü hak ve hürriyetlerden, sayısız imtiyaz ve nimetlerden yararlanmış olan Ermeniler de, diğer gayr-ı müslim, azınlıklar gibi bu ihanet yarışında yer almışlar; Kazım Karabekir Paşa'nın tespitiyle, "Masonluk müessesesini, siyasi maksatlarına ulaşabilmek için bir basamak olarak kullananların aşılması sonucu, vatan ve insaniyet kelimelerine verdikleri zehirli manalarla" (2) harekete geçerek devleti ve milleti felaketten felakete sürüklemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki hakimiyetini yok etmek, topraklarını ve halkını parçalayarak kendi siyasi, iktisadi emellerine kavuşmak isteyen İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika'nın el altından kışkırtmaları ve Hıristiyan kiliselerin organize ettikleri misyonerlik faaliyetleri neticesinde Ermeniler, doğuda "Büyük Ermenistan" idealiyle ayaklanarak isyan çıkarmışlar, Anadolu'da ve Kafkaslar'da milyonlara varan Türk halkını acımasızca katletmişlerdir. Zira onlar, "Vatan ve insaniyete yemin ederken vatandan kendi müstakil vatanlarını anlamışlar; insaniyete de, Türk'ü imha etmek manasını vermişlerdi... " (3)
Osmanlı'da Ermeniler
Türkler, Anadolu'yu fethettiklerinde burada bağımsız ve egemen bir Ermeni varlığı ile karşılaşmamışlardı. Çünkü Ermeniler bu bölgede köklü bir devlet kurabilecek nüfusa ve de nüfuza sahip değillerdi. Bizans'ın ezici yönetiminde azınlık olarak yaşıyorlardı. Ermeniler, tarihen malum oldukları zamandan beri kuzeyde, Karadeniz ve Gürcistan; güneyde, Mezopotamya denilen bölge, İran ve Suriye; doğuda, Hazar Denizi; batıda ise Anadolu ile çevrili saha içerisinde dağınık bir biçimde yaşamakta idiler. Zaman zaman küçük prenslikler kurmuşsalar da, kısa süreli varlıklarını güçlü devletlere tabi olmak ve vergi vermek suretiyle uydu olarak sürdürebilmişlerdi. Dolayısıyla bu topraklarda hiç bir zaman devamlı, müstakil bir Ermeni varlığı mevcud olmamıştır. (4)
Tarih boyunca çeşitli milletlerin egemenliğinde hayat sürmüş olan Ermeniler, hiçbir dönem ve devirde Osmanlı yönetiminde olduğu kadar serbest ve müreffeh olmamışlardı. Fatih Sultan Mehmet Cennetmekan Hazzretleri'nin İstanbul'u fethiyle bu şehrin kapıları, Türkler'le birlikte Ermenilere de açılmıştı. Hesapsız ikram ve ihsanlara kavuşan Ermeni azınlıklar, Osmanlı Devleti'nin gayr-i müslimler ile ilgili müsamahalı politikası sayesinde dillerini koruyabilmiş, dinlerini özgürce yaşayabilmişlerdir. Ülkede istedikleri yerlere yerleşmiş; sanat, zanaat ve ticaretle uğraşmış, nazırlığa (bakanlık) varıncaya dek devletin en üst idari birimlerinde dahi görev almışlardır. Kaynaklar; Ermeniler'den 29 paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi ve 41 yüksek rütbeli memurun Osmanlı devlet hizmetinde bulunduklarını yazmaktadır. (5)
Osmanlı'nın Adalet Ufku
Koca Çınar Osmanlı, tarihlerinde ilk defa olarak Ermenilere; dinlerine, dillerine ve geleneklerine serbestçe sahip olabilmeleri hakkını tanımıştı. Çocuklarını diledikleri gibi okutma, kendi okullarını açma ve yönetme, öz dillerinde kitap ve gazete yayınlayabilme imkanlarını sağlamış; can, mal, ırz ve namusları teminat altına alınarak Türklerle birlikte huzur içinde yaşamaları temin edilmiştir. Varlık sahnesinde hiçbir devlet ve hükümdarlardan görmedikleri bu ilgi, Ermeni toplumunu Osmanlı'ya bağlayan en önemli etken olmuştu. Osmanlı Tarihinde Ermeniler'den "teb'a-i sadıka" olarak bahsedilmesi, onların, milletimiz nezdindeki güven ve itibarlarının bir ölçüsüydü. Öyle ki, Türkçe konuşmayan, Türk-İslam geleneklerini Türkler gibi benimsemeyen Ermeni ailesi yok gibiydi. Veya zikredilmeyecek kadar azdı. Doğu bölgelerimizde çoğu Ermeni kadını, Türk hanımları gibi çarşaf giyerlerdi. (6)
Devlet, ilk yıllardan itibaren beraber yaşadıkları sürece Ermeni sanatkar, tüccar ve köylüsüne ilgiyi hiç bir zaman esirgememiştir. Bu sayede Ermeniler iktisaden en müreffeh seviyeye ulaşmışlar, bilhassa sarraflık ve kuyumculukta çok ileri gitmişlerdi. Dünyanın çeşitli yerlerinde özellikle Rusya'da Ermeniler gayet hakir görülür ve türlü baskı ve zulüm altında yaşarken, Osmanlı idaresinde tarihlerinin en mes'ud yıllarında bulunuyorlardı. Bir Ermeni yazarın ifadesiyle söylemek gerekirse, "Ermenilerin zenginliği efsanevi bir hal almıştı." (7) Bu gerçeği teslim eden yazarlardan biri de M. Varantyan. Yazar, 'Ermeni Harekatının Tarihi' adlı Ermenice kitabında şunları ifade etmektedir: "Türkiye Ermenisi, Rus Ermenisine göre Ermeni kültürü, tarihi, lisanı, edebiyatı itibariyle çok kuvvetli ve serbest idi. 19. yüzyıl dönemlerinde Ermenilik bir millet olarak henüz Avrupa'da bilinmiyordu. Avrupalılar bunları İstanbul'dan biliyordu. Ermenileri yeryüzüne dağılmış tüccarlar, kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen Yahudiler gibi vatansız, milliyetsiz kimseler olarak tanıyorlardı." (8)
Emperyalizmin Ermeni Oyunu
Fakat; idaresinde bir 'teb'a-i sadıka' olarak yaşamışken bu defa Türkler'in ezeli hasımlarının tahriklerine kapılan Ermeniler, yüzyıllarca kendilerine en büyük nimetleri sunan Osmanlı'ya açıkça ihanet etmişler, başta İngiltere ve Rusya olmak üzere Batı'nın politika oyunlarında piyon olmayı yeğlemişlerdir. Bu durum, 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İngiltere ve Rusya arasındaki rekabetin yarattığı bir emperyalizm sorunu olarak açıkca belirmeye başladı. Ermeniler, bundan sonra Osmanlı Devletinin bütün Hıristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet kurmanın çabası içine girmişlerdi. Boğazlar üzerinden Akdeniz'e açılmak hususundaki tarihi emellerinin önüne, buraların stratejik önemi dolayısıyla Avrupa devletlerince set çekildiğini gören Rusya, sıcak denizlere inme gayesini gerçekleştirebilmek için Doğu Anadolu'da müstakil bir Ermenistan kurdurmak sonra da Ermenileri elde ederek, onları basamak olarak kullanmayı tasarlıyordu. Osmanlı Devleti üzerinde iktisadi, siyasi çok girift hesapları olan İngiltere ise, güneye inmek isteyen Rusya'ya karşı doğuda kendi emelleri doğrultusunda tampon bir Ermeni devleti kurulmasından yanaydı. Onlara göre Rus sınırına yakın bir bölgede kurulacak Ermeni devleti, Rus Ermenilerinin de kavmiyetçi duygularını harekete geçirecek, bu durum en azından Rusya'yı İngiltere karşısında zayıflatacaktı... Görüldüğü gibi Ermeni sorunu, Ermenilerin kendi içinden ve ihtiyaçlarından değil, güçlü devletlerin bölge üzerindeki çıkar hesaplarından kaynaklanıyordu. Bu oyunda Ermeniler, kukla olmanın ötesinde bir rol icra etmemişlerdir. Ne var ki, Osmanlı Devleti savaşta uğradığı ağır yenilginin baskısı altında imzaladığı Ayastefenos ve onun yerini alan Berlin antlaşmalarıyla, Ermenilerle ilgili ıslahatlar yapmayı kabul ediyordu. (9)
Osmanlı'yı Parçalama Faaliyetleri ve Misyonerlik
Kendi hesaplarını gizlemek için meseleyi bir insanlık ve Hıristiyanlık meselesiymiş gibi göstermeleri, kiliselerin ve misyonerlerin de bu emeldeki sinsi rolünü ortaya koymuştur. Esasen Osmanlı'yı parçalama gayesine yönelik plan ve projeler hep bu misyoner ajanlar vasıtasıyla bilfiil ortaya konmuştur. Batılı Katolik ve Protestan misyonerler 19. yüzyıl Osmanlı Devleti'nde aktif olarak faaliyet yapmışlardır. Bu amaçla misyoner kiliseler, okullar, hastaneler ve diğer hayır kurumları açmışlar; kapitülasyonların himayesinde, Avrupa güçlerinin diplomatik yardımlarına sığınarak faaliyetlerini rahatça yürütmüşlerdir. Sadece Elazığ'da 83, Diyarbakır'da 32, Erzurumda 24, Bitlis'te 22 misyoner okulun varlığı belirtilmektedir. 1904'te Osmanlı topraklarında Amerikan devlet okulu olarak 400, rahiplerin 306, rahibelerin 354 okulu vardı. Bu misyoner faaliyetleri, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Batı kültürünün ve fikrinin yayılmasında güçlü araçlar olmuşlar, bununla beraber imparatorluk bünyesindeki azınlıkların siyasi sadakatlerini yok etmeye çalışmışlardır. (10) Bu maksada yönelik olarak da İngilizler, Osmanlı toplum hayatında kavmiyetçilik, din ayrımı, mezhep ihtilafları, renk ayrımı, kabile ve arazi ihtilaflarını tutuşturmak üzere Ortadoğu ve başkent İstanbul'a yüzlerce ajan-misyoner göndermişlerdir. Bu misyonerlerin iki temel gayesi vardı: Birincisi, Osmanlı'yı yıkmak; diğeri, Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak. (11)
Ermeni Papazların Melanetleri
Dr. Rıza Nur, bu konuda şunları söylemiştir: "Merzifon ve sair Amerikan kolejlerinde okuyup Protestan ve bunlardan da papaz olan Ermeniler, yıllardan beri Amerika'da gayet hummalı bir propaganda yapıyorlardı. Ermenilerin mazlum, istiklale layık olduğunu, Anadolu'nun eski asırlardan beri kendilerinin olduğunu, Türklerin zalim olup din hürriyeti vermediklerini, Müslümanlığın, Hristiyanları kesmeyi sevap saydığını, Türklerin Ermenilere sırf bu yüzden katliam yaptıklarını söylüyorlardı. Zamanla bunlar yer tutmuş, sahih zannedilmiş, Amerikalılar'da Ermenilere karşı büyük bir teveccüh hasıl olmuştu. Hatta, Harb-i Umumi'de Ermeni katliamı diye ilk yaygarayı koparanlar da yine bu Ermeni Protestan Papazlardı. O vakit Amerika, İngiltere ve Fransa'da bu hususta aleyhimize yüzlerce risale ve makale neşredildi. Bunların hepsi de, bu papazların raporuna istinaden yazılıyordu." (12)
Resmi görevde bulunduğu Van ve Bitlis vilayetlerinde 5 sene dolaşarak buraların istatistiğini çıkaran Rize Konsolosu Rus General J. Mayewski'nin; yazmış olduğu "Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği" adlı eserinde önemli tespitleri vardır: "Ermeni ayaklanması Ermenilerin; kamuoyunda milliyetçilik, hürriyet ve bağımsızlık fikirlerinin yayılması sonucu siyaset ile meşgul olmaları, bu fikirlerin Batılı hükümetler tarafından tahrik edilmeleri ve Ermeni papazların gayretleri ve telkinleriyle ortaya çıkmıştır." (13) "Ermeni din adamlarının dini çalışmaları yok gibiydi.Buna karşın, Ermeni papazları kavmiyetçilik fikirlerini yaymak hususunda çok çalışmışlardır. Yüzyıllardan beri, din hizmetlerinin yerine, Müslümanlara karşı din düşmanlıklarının aşılandığı esrarengiz kiliselerin duvarları arasında bu tür fikirler gelişmiştir..."(14)
Ermeni ihtilal cemiyetleri ve tedhiş komiteleri
Ermenistan'ı ihya meselesi, 1839'da ilan edilen 'Tazminat Fermanı' ve 1856'da ilan olunan 'Islahat Fermanı' ile fikir sahasından çıkıp bir hedef haline geldi. Paris'te kurulan "Mıhtaryan-Muratyan Mektebi" Ermeni harekatını idare edecek gençleri yetiştirmeye başladı. Protestan misyonerlerin kurduğu "Ermeni İncil Cemiyeti" bu harekete önayak oldu. Bilahare, bu maksatla daha bir çok cemiyetler kuruldu. (15) 1860'lı yıllarda sosyal amaçlarla kurulmaya başlayan dernekler, sonradan dış teşvik ve yardımlarla Osmanlı Ermenilerini devlete karşı ayaklandıran komitelerin ilk tohumları olmuştur. İlk teşebbüs, 1860'ta kurulan "Hayırsever Cemiyeti" dir. Bunu, "Fedakarlar Cemiyeti" takip etmiştir. Daha sonra 1870 ile 1880 yılları arasında özellikle Van bölgesinde kurulan "Araratlı Cemiyeti", merkezleri Muş'ta bulunan, "Mektepsevenler", "Şarklı" ve "Kilikya" cemiyetleri kuruldu. 1880'de dört cemiyet birleşerek "Ermeni Müttehit Cemiyeti" adını almıştır. Yine 1880 yılında Erzurum'da "Silahlılar Cemiyeti" daha sonra da "Milletperver Kadınlar Cemiyeti" ve "Ermenistan'a Doğru Cemiyeti"; 1872'de Van'da, "İttihat ve Halas Cemiyeti", 1882'de yine Van'da "Karahaç Cemiyeti" kuruldu. İstanbul'da "Ermeni Vatanperver Cemiyeti", 1881'de Eruzurum'da "Suray-ı Alî Cemiyeti" (daha sonra adını değiştirmiş ve Müdafa-i Vatandaşlar Cemiyeti olmuştur.) 1890'da İstanbul'da "Sant" (Yıldırım) isimli ihilalci bir dernek, ile "Kurban" adlı küçük bir teşkilat kurulmuştur... Bu cemiyetlerin başlıca hedefleri, propaganda yapmak, ayaklanma çıkartmak, Ermeni gençlerini silahlandırmak ve düzenli olarak terörist eğitimine tabi tutmaktır. (16) Ermeni isyan ve ihtilal cemiyetlerinin en zararlısı, 1887'de İsviçre'nin Cenevre şehrinde kurulan "Hınçak Komitesi" ve 1890'da Rusya'nın Tiflis kentinde kurulan "Taşnak Komitesi"dir. Bunun yanında "Ramgavar" da ihtilalci komiteler arasındadır. Taşnak, Hınçak gibi komiteler, tedhiş amaçlı terör örgütleridir. Tek hedefleri: Doğu Anadolu'yu Ermeni yurdu yaptıktan sonra; İran'dan, Azerbaycan ve Rusya vilayetleriyle Rusya'nın, Hazar Denizine kadar olan Kafkas topraklarını ele geçirerek bir "Büyük Ermenistan Devleti" kurmaktır. Faaliyet sahasını ise, 'bu maksada ulaşabilmek için her türlü terör, katliam, yağma, tecavüz, çapul, talan...' (17) olarak özetleyebiliriz.
Dipnotlar:
1)Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur'an-ı Kerim'in Cevabı, İcmal yay. İst. 1998. s. 251-252.
2)Müslümanlığın Karşılaştığı Tehlikeler: 2.Masonluk, İslam-Türk Ans. Mecmuası. c.2. No. 79, 1947, s.8.
3)K. Karabekir. a.g.e.
4)Esat Uraz, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950, s. 89; Dr. Ali İhsan Gencer-Dr. Sabahattin Özel, Türk İnkılap Tarihi, İst. 1998, s.159. 5)Y. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler. İst. 1953, s. 244. 6)Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ank. 1976, s. 59.
7)Y. Çark, a.g.e, s. 242 8) M. Varantyan, Ermeni Harekatının Tarihi, Cenevre, 1914 (Ermenice)'den naklen Esat Uraz, a.g.e, s. 152.
9)Dr. A. İhsan Gencer, Dr. S. Özel, a.g.e, s. 160-161
10)Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğüne Yönelik Tehditler,İcmal yay. İst. 2000, s. 117-118.
11)Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.78-79.
12)Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Frankfurt, 1982. c.2 .s.498-499. 13)J.Mayewski, Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği, İstanbul. 1914. (Çev. M. Sadık, İst. Matbaa-i Askeriyye) s.16.
14)J. Mayewski, a.g.e, s.14
15)K. Mısıroğlu, Moskof Mezalimi, İst. 1992. C.1, s. 224.
16)Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İst. 1976 s. 158/17) M. Hocaoğlu, a.g.e., s.159-161.
Türklere karşı haksız isnatlar(!)-III
Emin ÜSTÜN
Türkler merhamet, şefkat ve yardımda bütün milletlerden hatta Hıristiyanlar'dan da üstündürler."
(M. Blaudier)
Ey bunca zaferler taşıyan cephe-i safvet,
Doğrul, yed-i vahşetle eğilmiş ser-i millet.
Ey şanlı duvarlar, sen ölmez kule bir gün,
Berkinle görün, sen niye nisyana gömüldün.
Sen ki cebinde gezer bin ulu kartal,
Bir seng-i mezar olma, bugün tak-ı zafer kal.
Hürmet sana, banine, mukaddes şühedana,
Hürmet seni mahveylemeyen dest-i zamana.
(Şair Emin Bülend)
Selçukluların yalnız devlet nizamı kurdukları devirde değil sonraki zamanlarda bile Süryani ve Ermenilerin, daha sonra da Rumların Bizans idaresine karşı Türklere yardım ettiklerine husûsiyle Bizans İmparatorluğunu müdafa etmediklerine ve muharebe meydanlarını toplu olarak terk ettiklerine dair Hıristiyan kaynaklarında çok zengin malzeme mevcuttur. Gerçekten ilk İslam fetihlerinde Bizans imparatorluğunun takip ettiği Otodoks ve Rumlaştırma siyaseti ve imparator Heraklius'un bütün akideleri "Monothelisme" adı ile yeni bir mezheb içerisinde birleştirme teşebbüsü bütün yakın şark Hıristiyanlarının Müslüman ordularını bir nevi kurtarıcı olarak karşılanmalarına, Mısır ve Suriye'nin kolayca alınmasına imkan verdi. Selçuklular devrinde Anadolu kavimleri de Bizans'ın aynı baskı ve zulüm siyasetinden şikayetçi olarak Fatih Türkleri yine böyle karşılıyorlardı. Süryani tarihçisi Mihael: "Hıristiyanlara ait memleketlerin çoğunu alan Türkler, Teslise dair bir fikre sahip olmadıkları ve Hıristiyanlığı bir hata saydıkları için Hıristiyanlık hakkında bilgi edinmek lüzumunu duymuyor; kimsenin dinine ve inancına karışmıyor; hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı." ifadesiyle bu durumu kısa ve veciz bir şeklide ifade etmiştir.
-Michel le Syrien, Chongive, 11, s. 222
Haçlı seferlerinin; Selçukluların zulümleri ve hususiyle fethedilen Kudüs'te Hıristiyanlara ve Haçlılara karşı fena muameleleri dolayısıyla vuku bulduğuna dair eski görüş, tamamiyla son devirlerin taassubu ve hayali neticesi olarak, meydana çıkmıştır. Bir Ermeni müellefi Kudüs'e sahip olan Artuk Bey'in "hakimiyeti kıyame" (Reserection) kilisesi tavanına attığı üç oku ile görülür. "Son günlerini orada geçirdi ve Süleyman mabedine giden yol üzerinde defnolundu" diye yazarken muahhar tarihçiler bu okların kiliseye bir hakaret ve tecavüze dalalet ettiğini ileri sürmüşler; bunu Türklerce bir hakimiyet işareti olduğunu düşünmemişlerdi. Nitekim Tuğrul Bey İstanbul Camii mihrabına ve Evliya Çelebi'ye göre Fatih'de Ayasofya tavanına ok koymuştu. Aslında Mısır Şii halifesi Mustanser ve el-Hakim, Mısır ve Suriye'de Hıristiyan, Yahudi ve sünni Müslümanlara yaptıkları zulümler arasında Kudüs kilisesi de tahrip edilmiş olup onlara ait bu fenalıklara da haksız yere Türklere isnad edilmiştir. Gerçekten Hazreti Ömer'in ve Türklerin Kudüs'ü fethinde hiçbir zarar ve katl mevcu bahis olmadığı halde Haçlı ordusunun" bu makaddes şehri 70.000 Müslüman'ın kanı ile boyadığı da Hıristiyan ve Müslüman kaynakların ittifakiyle sabittir. Yukarıda Türkler ile Haçlılar arasındaki münasebetlere temas ederken Bizanslılara yardım için gelen Avrupalıların Rumları hilekar, Hıristiyanlığa düşman oldukları kanaati ile döndüklerini, düşman olarak savaştıkları Türklerin kahramanlığı, şefkat ve merhametlerine karşı hayranlık duyduklarını belirttiğimiz gibi aşağıda bu husus çok dikkate şayan hadise ve misallerle de meydana konmuştur. Hatta Ermeni ve Süryanilerin yalnız Rumlara karşı değil, Haçlılara karşı bile Türkleri tercih ettiklerine dair kayıtlara da rastlanmıştır.
-Mathieu, Chronigue, s. 257.
Yani Türkler, İslam'dan önce İslam devrinde, yabancı din ve kavimlere karşı tarihte görülmemiş bir din hürriyeti, adalet ve şefkatle mümtaz bulunuyorlardı. Bu münasebetle ilk Osmanlı Tarihini yazan meşhur Avustralyalı alim Hammer'in fırsat buldukça büyük Osmanlı padişahlarının yüksek hasletlerini küçültmeye, çalışmıştır ki bu gibi hata ve iftiralar çok defa Türk ve Hıristiyan kaynaklarının şahadeti ile tekzibe uğramıştır. Orta Çağ Avrupa Tarihinin büyük mütahsasısı meşhur Belçikalı tarihçi Henri Pirenne de Türklere karşı tarihi hislerinden kurtulamamıştır.
Türklerin medeniyet tarihindeki rolleri de aynı taassuba kurban gitmiş ve İslam medeniyetinin sukutu bile Selçuklu Türklerinin hakimiyeti ile alakalı bir felaket olarak gösterilmiştir. Bu hususta en ileri giden ise Th. Nöldeke olmuştur. Halbuki Selçukluların İslam dünyasına hakimiyetleri İslam medeniyetini yalnız buhrandan kurtarmamış; onun yeni ve parlak bir devri idrakine sebep olmuş; hatta Avrupa medeniyetinin doğuşuna dahi yardım etmiştir. Nitekim Orta Asya tarihinin büyük mütahassısı olan Rus Şarkiyatçısı W. Barthold Türkler zamanında medeni yükselişe dair fikirleri ile bu haksız isnadları çürütmüştür. Türklerin yalnız Selçuklulardan sonra değil İslam medeniyetinin kuruluşunda da büyük hizmetleri artık anlaşılmıştır. İslam ve Hıristiyan dünyaları arasında başlayan tarihi cihan hakimiyeti ve nizamı mücadelesi son bin yıllık devirde İslam bayraklarını yükselten Türkler ile vuku bulduğu için uzun asırlar zarfında Türklere karşı teşekkül eden menfi hislerin, batıl inanış ve kanaatlerın kökünden sökülmesi kolay olmamış; tarih ilminin ve insanlık duygularının gelişmesine rağmen alışkanlığın mahsulü olan birçok tesir zamanımıza kadar devam etmiştir. Bu yüksek İslami ve insanı duygu ve ideallerinin tekamülü dolayısıyladır ki, Yunus Emre gibi büyük bir mutasavvıf Türk şairi, kâmil bir insan olmak için yetmişiki millete kurban olmayı ve onlara müsavi bir gözle bakmayı işaret ediyor; Mevlana Celaleddin Rûmi de "neyin" Allah'da, Hak yolunda birleşmek için ayrılıklardan hikaye ve şikayet ettiğini anlattığını söylüyordu. Bununla beraber Türkler ve tarihleri aleyhindeki menfi düşüncelerin mühim bir kısmı Türk ve Avrupalı alimler tarafından düzeltilmiştir.
Oğuz Köroğlu
Müslüman Türkler'de Medeniyet
Türk Milleti, tarihin her dönem ve devrinde teknikte, sanatta, zanaatte; kısaca medeniyette insanlığa örnek olmuş necip bir millettir.
Dini ve milli temelleri tarihin derinliklerine kadar uzanan milletimizin medeniyeti ve de sahip olduğu insanlık vasfları, denilebilir ki dünyanın hiç bir milletinde yoktur. Bu münasebetten olacak ki, geçmişimizde çeşitli dinlere mensup olan insanlara merhamet ufkumuz sonsuz olmuştur. Bizdeki inanç atmosferi her türlü insana merhameti, rifkati, şefkati gerektirirken, milli gelenek ve göreneklerimizde Yunuslarımız, Mevlanalarımız hep bu ölçüyü korumuşlardır. (1)
Ne hazin tecellidir ki, tarih boyunca hak ve adaletin, sevgi ve merhametin bayaktarlığını yapan Türk Milleti, aynı zamanda çok acı olaylara ve ihanetlere de şahit olmuş, güçlü olduğu dönemlerde sadık gibi gürenenler, zayıflayınca kendisini parçalama ve topraklarını paylaşma yarışına girmişlerdir.
Azınlıkların İhanet Yarışı
İşte, Osmanlı döneminde asırlarca millet-i sadıka olarak bu ülkede Müslüman Türkler ile birlikte kardeşçe yaşayıp sosyal, kültürel, askeri, dini, iktisadi her türlü hak ve hürriyetlerden, sayısız imtiyaz ve nimetlerden yararlanmış olan Ermeniler de, diğer gayr-ı müslim, azınlıklar gibi bu ihanet yarışında yer almışlar; Kazım Karabekir Paşa'nın tespitiyle, "Masonluk müessesesini, siyasi maksatlarına ulaşabilmek için bir basamak olarak kullananların aşılması sonucu, vatan ve insaniyet kelimelerine verdikleri zehirli manalarla" (2) harekete geçerek devleti ve milleti felaketten felakete sürüklemişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki hakimiyetini yok etmek, topraklarını ve halkını parçalayarak kendi siyasi, iktisadi emellerine kavuşmak isteyen İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika'nın el altından kışkırtmaları ve Hıristiyan kiliselerin organize ettikleri misyonerlik faaliyetleri neticesinde Ermeniler, doğuda "Büyük Ermenistan" idealiyle ayaklanarak isyan çıkarmışlar, Anadolu'da ve Kafkaslar'da milyonlara varan Türk halkını acımasızca katletmişlerdir. Zira onlar, "Vatan ve insaniyete yemin ederken vatandan kendi müstakil vatanlarını anlamışlar; insaniyete de, Türk'ü imha etmek manasını vermişlerdi... " (3)
Osmanlı'da Ermeniler
Türkler, Anadolu'yu fethettiklerinde burada bağımsız ve egemen bir Ermeni varlığı ile karşılaşmamışlardı. Çünkü Ermeniler bu bölgede köklü bir devlet kurabilecek nüfusa ve de nüfuza sahip değillerdi. Bizans'ın ezici yönetiminde azınlık olarak yaşıyorlardı. Ermeniler, tarihen malum oldukları zamandan beri kuzeyde, Karadeniz ve Gürcistan; güneyde, Mezopotamya denilen bölge, İran ve Suriye; doğuda, Hazar Denizi; batıda ise Anadolu ile çevrili saha içerisinde dağınık bir biçimde yaşamakta idiler. Zaman zaman küçük prenslikler kurmuşsalar da, kısa süreli varlıklarını güçlü devletlere tabi olmak ve vergi vermek suretiyle uydu olarak sürdürebilmişlerdi. Dolayısıyla bu topraklarda hiç bir zaman devamlı, müstakil bir Ermeni varlığı mevcud olmamıştır. (4)
Tarih boyunca çeşitli milletlerin egemenliğinde hayat sürmüş olan Ermeniler, hiçbir dönem ve devirde Osmanlı yönetiminde olduğu kadar serbest ve müreffeh olmamışlardı. Fatih Sultan Mehmet Cennetmekan Hazzretleri'nin İstanbul'u fethiyle bu şehrin kapıları, Türkler'le birlikte Ermenilere de açılmıştı. Hesapsız ikram ve ihsanlara kavuşan Ermeni azınlıklar, Osmanlı Devleti'nin gayr-i müslimler ile ilgili müsamahalı politikası sayesinde dillerini koruyabilmiş, dinlerini özgürce yaşayabilmişlerdir. Ülkede istedikleri yerlere yerleşmiş; sanat, zanaat ve ticaretle uğraşmış, nazırlığa (bakanlık) varıncaya dek devletin en üst idari birimlerinde dahi görev almışlardır. Kaynaklar; Ermeniler'den 29 paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite Öğretim Üyesi ve 41 yüksek rütbeli memurun Osmanlı devlet hizmetinde bulunduklarını yazmaktadır. (5)
Osmanlı'nın Adalet Ufku
Koca Çınar Osmanlı, tarihlerinde ilk defa olarak Ermenilere; dinlerine, dillerine ve geleneklerine serbestçe sahip olabilmeleri hakkını tanımıştı. Çocuklarını diledikleri gibi okutma, kendi okullarını açma ve yönetme, öz dillerinde kitap ve gazete yayınlayabilme imkanlarını sağlamış; can, mal, ırz ve namusları teminat altına alınarak Türklerle birlikte huzur içinde yaşamaları temin edilmiştir. Varlık sahnesinde hiçbir devlet ve hükümdarlardan görmedikleri bu ilgi, Ermeni toplumunu Osmanlı'ya bağlayan en önemli etken olmuştu. Osmanlı Tarihinde Ermeniler'den "teb'a-i sadıka" olarak bahsedilmesi, onların, milletimiz nezdindeki güven ve itibarlarının bir ölçüsüydü. Öyle ki, Türkçe konuşmayan, Türk-İslam geleneklerini Türkler gibi benimsemeyen Ermeni ailesi yok gibiydi. Veya zikredilmeyecek kadar azdı. Doğu bölgelerimizde çoğu Ermeni kadını, Türk hanımları gibi çarşaf giyerlerdi. (6)
Devlet, ilk yıllardan itibaren beraber yaşadıkları sürece Ermeni sanatkar, tüccar ve köylüsüne ilgiyi hiç bir zaman esirgememiştir. Bu sayede Ermeniler iktisaden en müreffeh seviyeye ulaşmışlar, bilhassa sarraflık ve kuyumculukta çok ileri gitmişlerdi. Dünyanın çeşitli yerlerinde özellikle Rusya'da Ermeniler gayet hakir görülür ve türlü baskı ve zulüm altında yaşarken, Osmanlı idaresinde tarihlerinin en mes'ud yıllarında bulunuyorlardı. Bir Ermeni yazarın ifadesiyle söylemek gerekirse, "Ermenilerin zenginliği efsanevi bir hal almıştı." (7) Bu gerçeği teslim eden yazarlardan biri de M. Varantyan. Yazar, 'Ermeni Harekatının Tarihi' adlı Ermenice kitabında şunları ifade etmektedir: "Türkiye Ermenisi, Rus Ermenisine göre Ermeni kültürü, tarihi, lisanı, edebiyatı itibariyle çok kuvvetli ve serbest idi. 19. yüzyıl dönemlerinde Ermenilik bir millet olarak henüz Avrupa'da bilinmiyordu. Avrupalılar bunları İstanbul'dan biliyordu. Ermenileri yeryüzüne dağılmış tüccarlar, kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen Yahudiler gibi vatansız, milliyetsiz kimseler olarak tanıyorlardı." (8)
Emperyalizmin Ermeni Oyunu
Fakat; idaresinde bir 'teb'a-i sadıka' olarak yaşamışken bu defa Türkler'in ezeli hasımlarının tahriklerine kapılan Ermeniler, yüzyıllarca kendilerine en büyük nimetleri sunan Osmanlı'ya açıkça ihanet etmişler, başta İngiltere ve Rusya olmak üzere Batı'nın politika oyunlarında piyon olmayı yeğlemişlerdir. Bu durum, 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde, özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İngiltere ve Rusya arasındaki rekabetin yarattığı bir emperyalizm sorunu olarak açıkca belirmeye başladı. Ermeniler, bundan sonra Osmanlı Devletinin bütün Hıristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet kurmanın çabası içine girmişlerdi. Boğazlar üzerinden Akdeniz'e açılmak hususundaki tarihi emellerinin önüne, buraların stratejik önemi dolayısıyla Avrupa devletlerince set çekildiğini gören Rusya, sıcak denizlere inme gayesini gerçekleştirebilmek için Doğu Anadolu'da müstakil bir Ermenistan kurdurmak sonra da Ermenileri elde ederek, onları basamak olarak kullanmayı tasarlıyordu. Osmanlı Devleti üzerinde iktisadi, siyasi çok girift hesapları olan İngiltere ise, güneye inmek isteyen Rusya'ya karşı doğuda kendi emelleri doğrultusunda tampon bir Ermeni devleti kurulmasından yanaydı. Onlara göre Rus sınırına yakın bir bölgede kurulacak Ermeni devleti, Rus Ermenilerinin de kavmiyetçi duygularını harekete geçirecek, bu durum en azından Rusya'yı İngiltere karşısında zayıflatacaktı... Görüldüğü gibi Ermeni sorunu, Ermenilerin kendi içinden ve ihtiyaçlarından değil, güçlü devletlerin bölge üzerindeki çıkar hesaplarından kaynaklanıyordu. Bu oyunda Ermeniler, kukla olmanın ötesinde bir rol icra etmemişlerdir. Ne var ki, Osmanlı Devleti savaşta uğradığı ağır yenilginin baskısı altında imzaladığı Ayastefenos ve onun yerini alan Berlin antlaşmalarıyla, Ermenilerle ilgili ıslahatlar yapmayı kabul ediyordu. (9)
Osmanlı'yı Parçalama Faaliyetleri ve Misyonerlik
Kendi hesaplarını gizlemek için meseleyi bir insanlık ve Hıristiyanlık meselesiymiş gibi göstermeleri, kiliselerin ve misyonerlerin de bu emeldeki sinsi rolünü ortaya koymuştur. Esasen Osmanlı'yı parçalama gayesine yönelik plan ve projeler hep bu misyoner ajanlar vasıtasıyla bilfiil ortaya konmuştur. Batılı Katolik ve Protestan misyonerler 19. yüzyıl Osmanlı Devleti'nde aktif olarak faaliyet yapmışlardır. Bu amaçla misyoner kiliseler, okullar, hastaneler ve diğer hayır kurumları açmışlar; kapitülasyonların himayesinde, Avrupa güçlerinin diplomatik yardımlarına sığınarak faaliyetlerini rahatça yürütmüşlerdir. Sadece Elazığ'da 83, Diyarbakır'da 32, Erzurumda 24, Bitlis'te 22 misyoner okulun varlığı belirtilmektedir. 1904'te Osmanlı topraklarında Amerikan devlet okulu olarak 400, rahiplerin 306, rahibelerin 354 okulu vardı. Bu misyoner faaliyetleri, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Batı kültürünün ve fikrinin yayılmasında güçlü araçlar olmuşlar, bununla beraber imparatorluk bünyesindeki azınlıkların siyasi sadakatlerini yok etmeye çalışmışlardır. (10) Bu maksada yönelik olarak da İngilizler, Osmanlı toplum hayatında kavmiyetçilik, din ayrımı, mezhep ihtilafları, renk ayrımı, kabile ve arazi ihtilaflarını tutuşturmak üzere Ortadoğu ve başkent İstanbul'a yüzlerce ajan-misyoner göndermişlerdir. Bu misyonerlerin iki temel gayesi vardı: Birincisi, Osmanlı'yı yıkmak; diğeri, Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak. (11)
Ermeni Papazların Melanetleri
Dr. Rıza Nur, bu konuda şunları söylemiştir: "Merzifon ve sair Amerikan kolejlerinde okuyup Protestan ve bunlardan da papaz olan Ermeniler, yıllardan beri Amerika'da gayet hummalı bir propaganda yapıyorlardı. Ermenilerin mazlum, istiklale layık olduğunu, Anadolu'nun eski asırlardan beri kendilerinin olduğunu, Türklerin zalim olup din hürriyeti vermediklerini, Müslümanlığın, Hristiyanları kesmeyi sevap saydığını, Türklerin Ermenilere sırf bu yüzden katliam yaptıklarını söylüyorlardı. Zamanla bunlar yer tutmuş, sahih zannedilmiş, Amerikalılar'da Ermenilere karşı büyük bir teveccüh hasıl olmuştu. Hatta, Harb-i Umumi'de Ermeni katliamı diye ilk yaygarayı koparanlar da yine bu Ermeni Protestan Papazlardı. O vakit Amerika, İngiltere ve Fransa'da bu hususta aleyhimize yüzlerce risale ve makale neşredildi. Bunların hepsi de, bu papazların raporuna istinaden yazılıyordu." (12)
Resmi görevde bulunduğu Van ve Bitlis vilayetlerinde 5 sene dolaşarak buraların istatistiğini çıkaran Rize Konsolosu Rus General J. Mayewski'nin; yazmış olduğu "Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği" adlı eserinde önemli tespitleri vardır: "Ermeni ayaklanması Ermenilerin; kamuoyunda milliyetçilik, hürriyet ve bağımsızlık fikirlerinin yayılması sonucu siyaset ile meşgul olmaları, bu fikirlerin Batılı hükümetler tarafından tahrik edilmeleri ve Ermeni papazların gayretleri ve telkinleriyle ortaya çıkmıştır." (13) "Ermeni din adamlarının dini çalışmaları yok gibiydi.Buna karşın, Ermeni papazları kavmiyetçilik fikirlerini yaymak hususunda çok çalışmışlardır. Yüzyıllardan beri, din hizmetlerinin yerine, Müslümanlara karşı din düşmanlıklarının aşılandığı esrarengiz kiliselerin duvarları arasında bu tür fikirler gelişmiştir..."(14)
Ermeni ihtilal cemiyetleri ve tedhiş komiteleri
Ermenistan'ı ihya meselesi, 1839'da ilan edilen 'Tazminat Fermanı' ve 1856'da ilan olunan 'Islahat Fermanı' ile fikir sahasından çıkıp bir hedef haline geldi. Paris'te kurulan "Mıhtaryan-Muratyan Mektebi" Ermeni harekatını idare edecek gençleri yetiştirmeye başladı. Protestan misyonerlerin kurduğu "Ermeni İncil Cemiyeti" bu harekete önayak oldu. Bilahare, bu maksatla daha bir çok cemiyetler kuruldu. (15) 1860'lı yıllarda sosyal amaçlarla kurulmaya başlayan dernekler, sonradan dış teşvik ve yardımlarla Osmanlı Ermenilerini devlete karşı ayaklandıran komitelerin ilk tohumları olmuştur. İlk teşebbüs, 1860'ta kurulan "Hayırsever Cemiyeti" dir. Bunu, "Fedakarlar Cemiyeti" takip etmiştir. Daha sonra 1870 ile 1880 yılları arasında özellikle Van bölgesinde kurulan "Araratlı Cemiyeti", merkezleri Muş'ta bulunan, "Mektepsevenler", "Şarklı" ve "Kilikya" cemiyetleri kuruldu. 1880'de dört cemiyet birleşerek "Ermeni Müttehit Cemiyeti" adını almıştır. Yine 1880 yılında Erzurum'da "Silahlılar Cemiyeti" daha sonra da "Milletperver Kadınlar Cemiyeti" ve "Ermenistan'a Doğru Cemiyeti"; 1872'de Van'da, "İttihat ve Halas Cemiyeti", 1882'de yine Van'da "Karahaç Cemiyeti" kuruldu. İstanbul'da "Ermeni Vatanperver Cemiyeti", 1881'de Eruzurum'da "Suray-ı Alî Cemiyeti" (daha sonra adını değiştirmiş ve Müdafa-i Vatandaşlar Cemiyeti olmuştur.) 1890'da İstanbul'da "Sant" (Yıldırım) isimli ihilalci bir dernek, ile "Kurban" adlı küçük bir teşkilat kurulmuştur... Bu cemiyetlerin başlıca hedefleri, propaganda yapmak, ayaklanma çıkartmak, Ermeni gençlerini silahlandırmak ve düzenli olarak terörist eğitimine tabi tutmaktır. (16) Ermeni isyan ve ihtilal cemiyetlerinin en zararlısı, 1887'de İsviçre'nin Cenevre şehrinde kurulan "Hınçak Komitesi" ve 1890'da Rusya'nın Tiflis kentinde kurulan "Taşnak Komitesi"dir. Bunun yanında "Ramgavar" da ihtilalci komiteler arasındadır. Taşnak, Hınçak gibi komiteler, tedhiş amaçlı terör örgütleridir. Tek hedefleri: Doğu Anadolu'yu Ermeni yurdu yaptıktan sonra; İran'dan, Azerbaycan ve Rusya vilayetleriyle Rusya'nın, Hazar Denizine kadar olan Kafkas topraklarını ele geçirerek bir "Büyük Ermenistan Devleti" kurmaktır. Faaliyet sahasını ise, 'bu maksada ulaşabilmek için her türlü terör, katliam, yağma, tecavüz, çapul, talan...' (17) olarak özetleyebiliriz.
Dipnotlar:
1)Prof. Dr. Haydar Baş, Din Tahripçilerine Kur'an-ı Kerim'in Cevabı, İcmal yay. İst. 1998. s. 251-252.
2)Müslümanlığın Karşılaştığı Tehlikeler: 2.Masonluk, İslam-Türk Ans. Mecmuası. c.2. No. 79, 1947, s.8.
3)K. Karabekir. a.g.e.
4)Esat Uraz, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950, s. 89; Dr. Ali İhsan Gencer-Dr. Sabahattin Özel, Türk İnkılap Tarihi, İst. 1998, s.159. 5)Y. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler. İst. 1953, s. 244. 6)Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ank. 1976, s. 59.
7)Y. Çark, a.g.e, s. 242 8) M. Varantyan, Ermeni Harekatının Tarihi, Cenevre, 1914 (Ermenice)'den naklen Esat Uraz, a.g.e, s. 152.
9)Dr. A. İhsan Gencer, Dr. S. Özel, a.g.e, s. 160-161
10)Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğüne Yönelik Tehditler,İcmal yay. İst. 2000, s. 117-118.
11)Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.78-79.
12)Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Frankfurt, 1982. c.2 .s.498-499. 13)J.Mayewski, Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği, İstanbul. 1914. (Çev. M. Sadık, İst. Matbaa-i Askeriyye) s.16.
14)J. Mayewski, a.g.e, s.14
15)K. Mısıroğlu, Moskof Mezalimi, İst. 1992. C.1, s. 224.
16)Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İst. 1976 s. 158/17) M. Hocaoğlu, a.g.e., s.159-161.
Türklere karşı haksız isnatlar(!)-III
Emin ÜSTÜN
Türkler merhamet, şefkat ve yardımda bütün milletlerden hatta Hıristiyanlar'dan da üstündürler."
(M. Blaudier)
Ey bunca zaferler taşıyan cephe-i safvet,
Doğrul, yed-i vahşetle eğilmiş ser-i millet.
Ey şanlı duvarlar, sen ölmez kule bir gün,
Berkinle görün, sen niye nisyana gömüldün.
Sen ki cebinde gezer bin ulu kartal,
Bir seng-i mezar olma, bugün tak-ı zafer kal.
Hürmet sana, banine, mukaddes şühedana,
Hürmet seni mahveylemeyen dest-i zamana.
(Şair Emin Bülend)
Selçukluların yalnız devlet nizamı kurdukları devirde değil sonraki zamanlarda bile Süryani ve Ermenilerin, daha sonra da Rumların Bizans idaresine karşı Türklere yardım ettiklerine husûsiyle Bizans İmparatorluğunu müdafa etmediklerine ve muharebe meydanlarını toplu olarak terk ettiklerine dair Hıristiyan kaynaklarında çok zengin malzeme mevcuttur. Gerçekten ilk İslam fetihlerinde Bizans imparatorluğunun takip ettiği Otodoks ve Rumlaştırma siyaseti ve imparator Heraklius'un bütün akideleri "Monothelisme" adı ile yeni bir mezheb içerisinde birleştirme teşebbüsü bütün yakın şark Hıristiyanlarının Müslüman ordularını bir nevi kurtarıcı olarak karşılanmalarına, Mısır ve Suriye'nin kolayca alınmasına imkan verdi. Selçuklular devrinde Anadolu kavimleri de Bizans'ın aynı baskı ve zulüm siyasetinden şikayetçi olarak Fatih Türkleri yine böyle karşılıyorlardı. Süryani tarihçisi Mihael: "Hıristiyanlara ait memleketlerin çoğunu alan Türkler, Teslise dair bir fikre sahip olmadıkları ve Hıristiyanlığı bir hata saydıkları için Hıristiyanlık hakkında bilgi edinmek lüzumunu duymuyor; kimsenin dinine ve inancına karışmıyor; hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı." ifadesiyle bu durumu kısa ve veciz bir şeklide ifade etmiştir.
-Michel le Syrien, Chongive, 11, s. 222
Haçlı seferlerinin; Selçukluların zulümleri ve hususiyle fethedilen Kudüs'te Hıristiyanlara ve Haçlılara karşı fena muameleleri dolayısıyla vuku bulduğuna dair eski görüş, tamamiyla son devirlerin taassubu ve hayali neticesi olarak, meydana çıkmıştır. Bir Ermeni müellefi Kudüs'e sahip olan Artuk Bey'in "hakimiyeti kıyame" (Reserection) kilisesi tavanına attığı üç oku ile görülür. "Son günlerini orada geçirdi ve Süleyman mabedine giden yol üzerinde defnolundu" diye yazarken muahhar tarihçiler bu okların kiliseye bir hakaret ve tecavüze dalalet ettiğini ileri sürmüşler; bunu Türklerce bir hakimiyet işareti olduğunu düşünmemişlerdi. Nitekim Tuğrul Bey İstanbul Camii mihrabına ve Evliya Çelebi'ye göre Fatih'de Ayasofya tavanına ok koymuştu. Aslında Mısır Şii halifesi Mustanser ve el-Hakim, Mısır ve Suriye'de Hıristiyan, Yahudi ve sünni Müslümanlara yaptıkları zulümler arasında Kudüs kilisesi de tahrip edilmiş olup onlara ait bu fenalıklara da haksız yere Türklere isnad edilmiştir. Gerçekten Hazreti Ömer'in ve Türklerin Kudüs'ü fethinde hiçbir zarar ve katl mevcu bahis olmadığı halde Haçlı ordusunun" bu makaddes şehri 70.000 Müslüman'ın kanı ile boyadığı da Hıristiyan ve Müslüman kaynakların ittifakiyle sabittir. Yukarıda Türkler ile Haçlılar arasındaki münasebetlere temas ederken Bizanslılara yardım için gelen Avrupalıların Rumları hilekar, Hıristiyanlığa düşman oldukları kanaati ile döndüklerini, düşman olarak savaştıkları Türklerin kahramanlığı, şefkat ve merhametlerine karşı hayranlık duyduklarını belirttiğimiz gibi aşağıda bu husus çok dikkate şayan hadise ve misallerle de meydana konmuştur. Hatta Ermeni ve Süryanilerin yalnız Rumlara karşı değil, Haçlılara karşı bile Türkleri tercih ettiklerine dair kayıtlara da rastlanmıştır.
-Mathieu, Chronigue, s. 257.
Yani Türkler, İslam'dan önce İslam devrinde, yabancı din ve kavimlere karşı tarihte görülmemiş bir din hürriyeti, adalet ve şefkatle mümtaz bulunuyorlardı. Bu münasebetle ilk Osmanlı Tarihini yazan meşhur Avustralyalı alim Hammer'in fırsat buldukça büyük Osmanlı padişahlarının yüksek hasletlerini küçültmeye, çalışmıştır ki bu gibi hata ve iftiralar çok defa Türk ve Hıristiyan kaynaklarının şahadeti ile tekzibe uğramıştır. Orta Çağ Avrupa Tarihinin büyük mütahsasısı meşhur Belçikalı tarihçi Henri Pirenne de Türklere karşı tarihi hislerinden kurtulamamıştır.
Türklerin medeniyet tarihindeki rolleri de aynı taassuba kurban gitmiş ve İslam medeniyetinin sukutu bile Selçuklu Türklerinin hakimiyeti ile alakalı bir felaket olarak gösterilmiştir. Bu hususta en ileri giden ise Th. Nöldeke olmuştur. Halbuki Selçukluların İslam dünyasına hakimiyetleri İslam medeniyetini yalnız buhrandan kurtarmamış; onun yeni ve parlak bir devri idrakine sebep olmuş; hatta Avrupa medeniyetinin doğuşuna dahi yardım etmiştir. Nitekim Orta Asya tarihinin büyük mütahassısı olan Rus Şarkiyatçısı W. Barthold Türkler zamanında medeni yükselişe dair fikirleri ile bu haksız isnadları çürütmüştür. Türklerin yalnız Selçuklulardan sonra değil İslam medeniyetinin kuruluşunda da büyük hizmetleri artık anlaşılmıştır. İslam ve Hıristiyan dünyaları arasında başlayan tarihi cihan hakimiyeti ve nizamı mücadelesi son bin yıllık devirde İslam bayraklarını yükselten Türkler ile vuku bulduğu için uzun asırlar zarfında Türklere karşı teşekkül eden menfi hislerin, batıl inanış ve kanaatlerın kökünden sökülmesi kolay olmamış; tarih ilminin ve insanlık duygularının gelişmesine rağmen alışkanlığın mahsulü olan birçok tesir zamanımıza kadar devam etmiştir. Bu yüksek İslami ve insanı duygu ve ideallerinin tekamülü dolayısıyladır ki, Yunus Emre gibi büyük bir mutasavvıf Türk şairi, kâmil bir insan olmak için yetmişiki millete kurban olmayı ve onlara müsavi bir gözle bakmayı işaret ediyor; Mevlana Celaleddin Rûmi de "neyin" Allah'da, Hak yolunda birleşmek için ayrılıklardan hikaye ve şikayet ettiğini anlattığını söylüyordu. Bununla beraber Türkler ve tarihleri aleyhindeki menfi düşüncelerin mühim bir kısmı Türk ve Avrupalı alimler tarafından düzeltilmiştir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.