Bir devletin bağımsız olabilmesi; siyasi, askeri, sosyal, hukuki v.s. her sahada herhangi bir dış gücün etkisinde kalmadan karar alıp, uygulayabilmesine bağlıdır.
Bağımsızlık önce düşünce olarak beyinlerde yerleşmeli, daha sonra topyekün milli bir ülkü halini almalıdır.
Bu sebeple başka bir millete özenme, hayranlık duyma ya da akıl danışma hastalığı bir toplumda baş gösterdiği zaman, artık o toplum için tam bağımsızlıktan söz etmek imkansızdır.
Zira, düşünceleri köleleşen bir millet, bir ileri adımda, devlet idaresi de dahil olmak üzere her sahada rahatlıkla teslim olur, ele geçirilir.
Osmanlı Devletinin yıkılışını hızlandıran temel faktör de bu batı hayranlığı idi. Halk arasında hatta devlet idaresinde bulunan şahsiyetlerde Tanzimatla başlayan süreçte, "Avrupalı olmak" şeklinde baş gösteren yersiz aşağılık duygusu topluma hakim oldu.
Bu batı hayranlığına ve batılılaşma hastalığına direniş Türk Devriminin özüdür.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hedefini muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak işaret eden Atatürk, yabancı tahakkümü ile ülkelerin bir noktaya gelemeyeceğini ısrarla vurgulayarak şunları söylemiştir:
"Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi.
Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir" (6 Mart 1922 / TBMM).
Bağımsızlığın önemine işaret ederek,
"Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun bireyi olmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur" diyen Mustafa Kemal, ulusal bağımsızlığın asla taviz verilemeyecek hayati bir mesele olduğunu ifade etmiştir.
Atatürk'ün, pek çok sözünde ve yaşamının her sahasında karşımıza çıkan ana fikir bağımsızlıktır.
Bağımsız bir millet, bağımsız bir vatan, bağımsız bir devlet...
En ufak bir dış müdahale hangi sahada olursa olsun, bu bütünü zedeleyeceği için kabulü mümkün değildir.
23-38 yılları arasında uygulanan milli politikalarda "bağımsızlık" esas alınarak şekillenmiştir.
Bu dönemde, bağımsız ve dış etkilerin altında kalmadan bir dış siyaset politikası benimsenmiştir.
Çok sınırlı kaynaklar bulunmasına rağmen ülke kaynakları kullanılarak, ekonomik kalkınmaya yön verilmiştir.
Hiç bir dış borç alınmadığı gibi Düyun-u Umumiye borçları dahi ödenmiştir.
Kültür, dil, din, sosyal hayat sahalarında, Türk ulusunun ihtiyaçları ve talepleri istikametinde milli projeler kullanılmıştır.
Yıkık bir harabeden, Devletimiz böyle milli bir iç ve dış politika ile oluşturulmuştur.
Bugün kurtuluş savaşı esnasında düşman devletler safında yer alan ülkelere el açan zihniyetler, Atatürk'ün hayatını tekrar tekrar okumalıdır.
Çünkü,onu ne anlayabilmişlerdir ne de onun izinden gitmektedirler.
AB sürecinde parçalanma noktasına kadar getirilen durum, Atatürk istismar edilerek meşru ve olması gereken gibi gösterilmektedir. Oysa, bugünkü hariciye politikamız ile gerçek Atatürkçülük taban tabana zıttır.
İstiklal savaşının ve sonrasında yapılan Türk Devriminin bu zihniyetlere ve kökleşmeye karşı verildiği ortadayken Atatürk'ü bir batı hayranı göstermek çok büyük bir cehalet, çok büyük bir gaflet değilse çok büyük bir komplodur.
Bu nedenle Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in tek Atatürkçü parti "Bağımsız Türkiye Partisidir" tespiti çok yerindedir.
AB'den veya okyanus ötesinden alınan icazetler Türkiye'nin çözümü değildir. Çözüm Atatürk'ün çizdiği tam bağımsızlık temeli üzerine bina edilmiş sivil-asker tek bilek, tek yürek gerçekleştirilecek milli bir kalkınma hamlesindedir.
Gerçek Atatürkçülük, onun koyduğu ölçülere göre hareket etmektir.
Kendi fikirlerine onu perde yapmak, sadece onu kullanmaya kalkanları küçültür.
Bugün onun arkasına sığınarak memleketi her sahada bağımlı hale getirenler, Atatürk'ün koyduğu ölçülerle hareket eden ve onu doğru okuyan tek partide birleşmelidir.
Bağımsız düşüncenin, bağımsız vatanın, bağımsız devletin ve bağımsız milletin günümüzde tek sembolü Bağımsız Türkiye Partisidir.
Bağımsızlık önce düşünce olarak beyinlerde yerleşmeli, daha sonra topyekün milli bir ülkü halini almalıdır.
Bu sebeple başka bir millete özenme, hayranlık duyma ya da akıl danışma hastalığı bir toplumda baş gösterdiği zaman, artık o toplum için tam bağımsızlıktan söz etmek imkansızdır.
Zira, düşünceleri köleleşen bir millet, bir ileri adımda, devlet idaresi de dahil olmak üzere her sahada rahatlıkla teslim olur, ele geçirilir.
Osmanlı Devletinin yıkılışını hızlandıran temel faktör de bu batı hayranlığı idi. Halk arasında hatta devlet idaresinde bulunan şahsiyetlerde Tanzimatla başlayan süreçte, "Avrupalı olmak" şeklinde baş gösteren yersiz aşağılık duygusu topluma hakim oldu.
Bu batı hayranlığına ve batılılaşma hastalığına direniş Türk Devriminin özüdür.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hedefini muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak işaret eden Atatürk, yabancı tahakkümü ile ülkelerin bir noktaya gelemeyeceğini ısrarla vurgulayarak şunları söylemiştir:
"Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi.
Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir" (6 Mart 1922 / TBMM).
Bağımsızlığın önemine işaret ederek,
"Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun bireyi olmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur" diyen Mustafa Kemal, ulusal bağımsızlığın asla taviz verilemeyecek hayati bir mesele olduğunu ifade etmiştir.
Atatürk'ün, pek çok sözünde ve yaşamının her sahasında karşımıza çıkan ana fikir bağımsızlıktır.
Bağımsız bir millet, bağımsız bir vatan, bağımsız bir devlet...
En ufak bir dış müdahale hangi sahada olursa olsun, bu bütünü zedeleyeceği için kabulü mümkün değildir.
23-38 yılları arasında uygulanan milli politikalarda "bağımsızlık" esas alınarak şekillenmiştir.
Bu dönemde, bağımsız ve dış etkilerin altında kalmadan bir dış siyaset politikası benimsenmiştir.
Çok sınırlı kaynaklar bulunmasına rağmen ülke kaynakları kullanılarak, ekonomik kalkınmaya yön verilmiştir.
Hiç bir dış borç alınmadığı gibi Düyun-u Umumiye borçları dahi ödenmiştir.
Kültür, dil, din, sosyal hayat sahalarında, Türk ulusunun ihtiyaçları ve talepleri istikametinde milli projeler kullanılmıştır.
Yıkık bir harabeden, Devletimiz böyle milli bir iç ve dış politika ile oluşturulmuştur.
Bugün kurtuluş savaşı esnasında düşman devletler safında yer alan ülkelere el açan zihniyetler, Atatürk'ün hayatını tekrar tekrar okumalıdır.
Çünkü,onu ne anlayabilmişlerdir ne de onun izinden gitmektedirler.
AB sürecinde parçalanma noktasına kadar getirilen durum, Atatürk istismar edilerek meşru ve olması gereken gibi gösterilmektedir. Oysa, bugünkü hariciye politikamız ile gerçek Atatürkçülük taban tabana zıttır.
İstiklal savaşının ve sonrasında yapılan Türk Devriminin bu zihniyetlere ve kökleşmeye karşı verildiği ortadayken Atatürk'ü bir batı hayranı göstermek çok büyük bir cehalet, çok büyük bir gaflet değilse çok büyük bir komplodur.
Bu nedenle Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in tek Atatürkçü parti "Bağımsız Türkiye Partisidir" tespiti çok yerindedir.
AB'den veya okyanus ötesinden alınan icazetler Türkiye'nin çözümü değildir. Çözüm Atatürk'ün çizdiği tam bağımsızlık temeli üzerine bina edilmiş sivil-asker tek bilek, tek yürek gerçekleştirilecek milli bir kalkınma hamlesindedir.
Gerçek Atatürkçülük, onun koyduğu ölçülere göre hareket etmektir.
Kendi fikirlerine onu perde yapmak, sadece onu kullanmaya kalkanları küçültür.
Bugün onun arkasına sığınarak memleketi her sahada bağımlı hale getirenler, Atatürk'ün koyduğu ölçülerle hareket eden ve onu doğru okuyan tek partide birleşmelidir.
Bağımsız düşüncenin, bağımsız vatanın, bağımsız devletin ve bağımsız milletin günümüzde tek sembolü Bağımsız Türkiye Partisidir.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002