İbrahim-i Havvâs Hz.
Hamid-i Esved hazretleri anlatır: İbrahim-i Havvâs hazretleri ile beraber yedi gün yolculuk yaptım. Yedi gün zarfında hiçbir şey yiyip içmedim. Sonra yürüyecek tâkatim kalmadı. Durumumun farkına vararak buyurdu ki: "Evladım! Sana ne oldu?" Ben de; "Efendim! Yürüyecek halim kalmadı" dedim. O; "Acıktın mı, susadın mı?" diye sordu. "Susadım" dedim. Bu sözüm üzerine, "Şu nehirden su iç de gel" dedi. Hemen nehre vardım suyundan içip, abdest aldım. Hayatımda bu kadar tatlı ve soğuk su içmemiştim. Kendisi hiç gelip içmedi. Daha sonra arkama dönüp baktığımda, su içtiğim yerin kupkuru bir ova olduğunu gördüm. Ortalıkta nehir falan yoktu.
İbrahim-i Havvâs hazretleri bir dağda ibadet ediyordu. Bir gece yarısı dereye abdest almaya indi. O sırada bir arslan karşısına çıktı. Arslan acılar içinde kıvranıyordu. Boynunu büktü, ayağını gösterdi. Ayağına taş batmış ve iltihaplanmıştı. İbrahim-i Havvâs hazretleri çakısını çıkardı, arslanın ayağını yararak yarayı temizleyip iyice sardı. Arslan fasih bir lisan ile teşekkür etti.
Mimşad-i Dineveri şöyle anlatıyor: "Bir gece geç vakitte dışarı çıktım. Bir tepeye vardım. Şiddetli soğuk vardı ve çok kar yağıyordu. Baktım ki, İbrahim-i Havvâs hazretleri orada oturuyor. Üzerinde sadece bir gömlek vardı. Etrafına düşen karlar hemen eriyordu ve bulunduğu yer, gayet kuruydu. Benimle müsafaha etti. Ellerinden sıcaklığı ile benim ellerim terledi. Biraz sohbet edip ayrıldık."
İbrahim-i Havvâs hazretleri, Medine'ye Peygamber Efendimizin Kabr-i Şerifini ziyarete gidiyordu. Çölde hayvanlar susamışlar, ölme derecesine gelmişlerdi. Yanında bulunan bir kayaya eli ile vurdu ve Allah-ü Teala'nın ihsanıyla oradan su fışkırdı. Bütün hayvanlar oraya gelip su içtiler. Yanına bir zat gelip sordu: "Nereye gidiyorsun?" İbrahim-i Havvâs da, "Resûllah Efendimizin kabirini ziyaret etmeye" dedi. Gelen kimse; "Bizden de selam söyler misiniz?" deyince, İbrahim-i Havvâs, "Olur, ama kimin selamı var diyeceğim?" dedi. O gelen de, "Kardeşin Hızır'ın selamı var dersiniz" dedi.
İbrahim-i Havvâs talebelerinden Ebû Hasan isminde birine "Bir yere gideceğim. Sen de gelir misin?" dedi. Talebe; "Peki efendim, izin verirseniz evden ayakkabılarımı giyip geleyim" deyip eve gitti. Eve vardığında "kaygana" isimli yemeğin hazırlanmış olduğunu gördü. Ondan bir miktar yedi. Sonra hocasını yanına geldi. Beraberce yola çıktılar. Bir nehirden geçmeleri icab etti. İbrahim-i Havvâs nehir üzerinde yürümeye başladı. Peşinden talebesi yürümek istedi ise de, suya battı. Bunun üzerine hocası geriye dönüp "Ne oluyor, yoksa, kaygana ayağına mı dolaştı?" buyurunca, o talebe hemen hocasının su üstünde yürümesine, hem de kendisinin o yemeği yediğini anlamasına hayret etti.
Kendisi anlatır: Bir zaman Şam civarındaydım. Nar ağacı gördüm tatlı nar yemek arzu ediyordum. Lakin gördüğüm narlar ekşi olduğu için, yemeyip sabrettim. Tatlı nar bulduğum zaman yerim deyip, yoluma devam ettim. Bir yere varınca, eli, ayağı olmayan, zayıf, halsiz, yaralı bir kimse gördüm. Yaralarına kurt düşmüş, hatta birçok eşek arısı yaralarına hücûm etmiş, zavallıya ızdırab veriyorlardı. Onun bu çaresiz ve muzdarib haline acıyarak, yanına varıp; "Bu halden kurtulmak ister misin?" dedim. "Hayır" dedi. Ben hayretle "Niçin?" dedim. "Sağ salim olmak nefsimin arzûsudur. Bu halde olmam ise Rabbimin muradıdır. O'nun muradının aksi bir şeyi O'ndan istemek, kulluğuma yakışmaz, takdirine razı olmak, elbette benim için hayırlıdır" dedi. "Müsaade et de hiç olmazsa arıları senden uzaklaştırayım, sana çok ızdırap veriyorlar" dedim. "Onlar bana ızdırap verdikçe, benim halim daha hoş oluyor. Ey Havvâs! Sen benim çektiğim sıkıntıları boş ver, sen tatlı nar yemek arzusunu kendinden uzaklaştırmaya bak" dedi. "Bütün bunları nereden biliyorsun?" dedim. "Allah-ü Teala bildiriyor" dedi. Sonra izin isteyip yoluma devam ettim.
Hamid-i Esved hazretleri anlatır: İbrahim-i Havvâs hazretleri ile beraber yedi gün yolculuk yaptım. Yedi gün zarfında hiçbir şey yiyip içmedim. Sonra yürüyecek tâkatim kalmadı. Durumumun farkına vararak buyurdu ki: "Evladım! Sana ne oldu?" Ben de; "Efendim! Yürüyecek halim kalmadı" dedim. O; "Acıktın mı, susadın mı?" diye sordu. "Susadım" dedim. Bu sözüm üzerine, "Şu nehirden su iç de gel" dedi. Hemen nehre vardım suyundan içip, abdest aldım. Hayatımda bu kadar tatlı ve soğuk su içmemiştim. Kendisi hiç gelip içmedi. Daha sonra arkama dönüp baktığımda, su içtiğim yerin kupkuru bir ova olduğunu gördüm. Ortalıkta nehir falan yoktu.
İbrahim-i Havvâs hazretleri bir dağda ibadet ediyordu. Bir gece yarısı dereye abdest almaya indi. O sırada bir arslan karşısına çıktı. Arslan acılar içinde kıvranıyordu. Boynunu büktü, ayağını gösterdi. Ayağına taş batmış ve iltihaplanmıştı. İbrahim-i Havvâs hazretleri çakısını çıkardı, arslanın ayağını yararak yarayı temizleyip iyice sardı. Arslan fasih bir lisan ile teşekkür etti.
Mimşad-i Dineveri şöyle anlatıyor: "Bir gece geç vakitte dışarı çıktım. Bir tepeye vardım. Şiddetli soğuk vardı ve çok kar yağıyordu. Baktım ki, İbrahim-i Havvâs hazretleri orada oturuyor. Üzerinde sadece bir gömlek vardı. Etrafına düşen karlar hemen eriyordu ve bulunduğu yer, gayet kuruydu. Benimle müsafaha etti. Ellerinden sıcaklığı ile benim ellerim terledi. Biraz sohbet edip ayrıldık."
İbrahim-i Havvâs hazretleri, Medine'ye Peygamber Efendimizin Kabr-i Şerifini ziyarete gidiyordu. Çölde hayvanlar susamışlar, ölme derecesine gelmişlerdi. Yanında bulunan bir kayaya eli ile vurdu ve Allah-ü Teala'nın ihsanıyla oradan su fışkırdı. Bütün hayvanlar oraya gelip su içtiler. Yanına bir zat gelip sordu: "Nereye gidiyorsun?" İbrahim-i Havvâs da, "Resûllah Efendimizin kabirini ziyaret etmeye" dedi. Gelen kimse; "Bizden de selam söyler misiniz?" deyince, İbrahim-i Havvâs, "Olur, ama kimin selamı var diyeceğim?" dedi. O gelen de, "Kardeşin Hızır'ın selamı var dersiniz" dedi.
İbrahim-i Havvâs talebelerinden Ebû Hasan isminde birine "Bir yere gideceğim. Sen de gelir misin?" dedi. Talebe; "Peki efendim, izin verirseniz evden ayakkabılarımı giyip geleyim" deyip eve gitti. Eve vardığında "kaygana" isimli yemeğin hazırlanmış olduğunu gördü. Ondan bir miktar yedi. Sonra hocasını yanına geldi. Beraberce yola çıktılar. Bir nehirden geçmeleri icab etti. İbrahim-i Havvâs nehir üzerinde yürümeye başladı. Peşinden talebesi yürümek istedi ise de, suya battı. Bunun üzerine hocası geriye dönüp "Ne oluyor, yoksa, kaygana ayağına mı dolaştı?" buyurunca, o talebe hemen hocasının su üstünde yürümesine, hem de kendisinin o yemeği yediğini anlamasına hayret etti.
Kendisi anlatır: Bir zaman Şam civarındaydım. Nar ağacı gördüm tatlı nar yemek arzu ediyordum. Lakin gördüğüm narlar ekşi olduğu için, yemeyip sabrettim. Tatlı nar bulduğum zaman yerim deyip, yoluma devam ettim. Bir yere varınca, eli, ayağı olmayan, zayıf, halsiz, yaralı bir kimse gördüm. Yaralarına kurt düşmüş, hatta birçok eşek arısı yaralarına hücûm etmiş, zavallıya ızdırab veriyorlardı. Onun bu çaresiz ve muzdarib haline acıyarak, yanına varıp; "Bu halden kurtulmak ister misin?" dedim. "Hayır" dedi. Ben hayretle "Niçin?" dedim. "Sağ salim olmak nefsimin arzûsudur. Bu halde olmam ise Rabbimin muradıdır. O'nun muradının aksi bir şeyi O'ndan istemek, kulluğuma yakışmaz, takdirine razı olmak, elbette benim için hayırlıdır" dedi. "Müsaade et de hiç olmazsa arıları senden uzaklaştırayım, sana çok ızdırap veriyorlar" dedim. "Onlar bana ızdırap verdikçe, benim halim daha hoş oluyor. Ey Havvâs! Sen benim çektiğim sıkıntıları boş ver, sen tatlı nar yemek arzusunu kendinden uzaklaştırmaya bak" dedi. "Bütün bunları nereden biliyorsun?" dedim. "Allah-ü Teala bildiriyor" dedi. Sonra izin isteyip yoluma devam ettim.