Osman Bedreddin Hz.
Sonra onu yanına alıp evine götürdü. Eve varınca, Osman Bedreddin'in ilimdeki derecesini anlamak için bir kaç ibâre Arapça metin ve hadis-i şerif okuyup bunların mânâsını sordu. Aldığı fevkalade cevaplar üzerine çok memnun olup, onu ve yetiştiren hocasını medhetti. Sonra şöyle buyurdu: "Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, neticede insanı Hakk'a ulaştırır. İlmin muhtelif sahneleri ve safhaları vardır. İlmin çeşidi çoktur. Bizim sana vereceğimiz ilim, tasavvuf ilmidir. Meâlen; "Üzülme!.. Şüphesiz Allah-ü Teala bizimledir" (Tevbe Sûresi: 40) buyrulan âyet-i kerimenin tefsirine göre Hâlık ile mahluk arasında kavuşturucu bir rabıta vardır. Bundaki mânâ ve hikmet; kul, Halık'ını unutmazsa bitmez tükenmez nimetlere kavuşur. Bu mânânın tekamül (gelişmesi) ve tesanüdü (dayanağı) ise, huzûrdur. Huzur, Allah-ü Teala'yı hiç unutmamak demektir." Hâfız Osman Bedreddin'in bunları büyük bir dikkat ve şevkle dinlediğini gören o zat, onun istek ve meylini iyice anladı. Bundan sonra ders alacağı günleri tesbit etmek istedi. Osman Bedreddin hazretleri hergün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün gelip ders alması kararlaştırıldı. Sonra Erzurum'a döndü. Her gün Erzurum'dan Bevelkâsım köyüne gidip ders alıyor sonra dönüyordu. Şöyle ki, Erzurum ile Alvar köyü arası üç saatlik mesafe idi. Gece yarısı kalkıp yola düşer, sabah namazına Alvar köyünde kıldıktan sonra Bevelkâsım köyüne gider ders alırdı. Yaz, kış, tipi, fırtına, yağmur ve kar demeden her gün muntazaman derse devam etti. Feyz ve ilham aldığı bu hocasının derslerine devamı yıllarca sürdü. Erzurum ile Bevelkâsım köyü arası ona hiç mesabesinde idi. Bu yolda karşılaştığı meşakketlere ve zahmetlere hiç aldırmıyordu.
Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında aniden şiddetli bir tipiye tutuldu. Son derece bunalıp, çâresiz kaldı. Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ileri görülmüyordu. Osman Bedreddin hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allah-ü Teala'ya sığınarak yere diz çöküp oturdu. Annesini kendisine ninni yerine okuyarak büyütüğü şu ilâhiyi yavaş bir sesle tevekkül içinde okumaya başladı:
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Arif ânı seyreler,
Mevlam görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler.
Çaresiz bir halde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, aniden karşısına beyaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı. Selam verdikten sonra terkisine bindirdi. Sonra; "yolcu kardeş çok üşümüşsün" dedi. Meşin bir kırbadan, su kabından şerbet içirdi. "Dağarcığımızda nasibiniz ne varsa ondan arzu ettiğiniz kadar yiyiniz" diyerek dağarcığı uzattı. Hâfız Osman Bedreddin dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı. Kendisine yardımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselam idi. Bu kanâatkar halini görüp, sırtını okşayarak; "Nasibin açık olsun. Feyzin bereketli olsun. Sana gelen misafirler senin gibi kanâatkar olsun. Sofran mübarek olsun. Hocana selam söyle!" dedi ve gözden kayboldu.
Sonra onu yanına alıp evine götürdü. Eve varınca, Osman Bedreddin'in ilimdeki derecesini anlamak için bir kaç ibâre Arapça metin ve hadis-i şerif okuyup bunların mânâsını sordu. Aldığı fevkalade cevaplar üzerine çok memnun olup, onu ve yetiştiren hocasını medhetti. Sonra şöyle buyurdu: "Şunu bilesin ki, ilmin uçsuz bucaksız yolu, neticede insanı Hakk'a ulaştırır. İlmin muhtelif sahneleri ve safhaları vardır. İlmin çeşidi çoktur. Bizim sana vereceğimiz ilim, tasavvuf ilmidir. Meâlen; "Üzülme!.. Şüphesiz Allah-ü Teala bizimledir" (Tevbe Sûresi: 40) buyrulan âyet-i kerimenin tefsirine göre Hâlık ile mahluk arasında kavuşturucu bir rabıta vardır. Bundaki mânâ ve hikmet; kul, Halık'ını unutmazsa bitmez tükenmez nimetlere kavuşur. Bu mânânın tekamül (gelişmesi) ve tesanüdü (dayanağı) ise, huzûrdur. Huzur, Allah-ü Teala'yı hiç unutmamak demektir." Hâfız Osman Bedreddin'in bunları büyük bir dikkat ve şevkle dinlediğini gören o zat, onun istek ve meylini iyice anladı. Bundan sonra ders alacağı günleri tesbit etmek istedi. Osman Bedreddin hazretleri hergün gelip ders almayı arzû ve teklif edince, her gün gelip ders alması kararlaştırıldı. Sonra Erzurum'a döndü. Her gün Erzurum'dan Bevelkâsım köyüne gidip ders alıyor sonra dönüyordu. Şöyle ki, Erzurum ile Alvar köyü arası üç saatlik mesafe idi. Gece yarısı kalkıp yola düşer, sabah namazına Alvar köyünde kıldıktan sonra Bevelkâsım köyüne gider ders alırdı. Yaz, kış, tipi, fırtına, yağmur ve kar demeden her gün muntazaman derse devam etti. Feyz ve ilham aldığı bu hocasının derslerine devamı yıllarca sürdü. Erzurum ile Bevelkâsım köyü arası ona hiç mesabesinde idi. Bu yolda karşılaştığı meşakketlere ve zahmetlere hiç aldırmıyordu.
Bir kış günü yine bu yolda giderken, Nebiçayı dolaylarında aniden şiddetli bir tipiye tutuldu. Son derece bunalıp, çâresiz kaldı. Tipi gittikçe şiddetleniyor, bir adım ileri görülmüyordu. Osman Bedreddin hazretleri bu dehşet verici durum karşısında, Allah-ü Teala'ya sığınarak yere diz çöküp oturdu. Annesini kendisine ninni yerine okuyarak büyütüğü şu ilâhiyi yavaş bir sesle tevekkül içinde okumaya başladı:
Hak şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Arif ânı seyreler,
Mevlam görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler.
Çaresiz bir halde şiddetli tipi arasında oturmakta iken, aniden karşısına beyaz at üzerinde nûr yüzlü bir genç çıktı. Selam verdikten sonra terkisine bindirdi. Sonra; "yolcu kardeş çok üşümüşsün" dedi. Meşin bir kırbadan, su kabından şerbet içirdi. "Dağarcığımızda nasibiniz ne varsa ondan arzu ettiğiniz kadar yiyiniz" diyerek dağarcığı uzattı. Hâfız Osman Bedreddin dağarcığı tutup içinden bir hurma aldı. Kendisine yardımcı olan beyaz atlı, Hızır aleyhisselam idi. Bu kanâatkar halini görüp, sırtını okşayarak; "Nasibin açık olsun. Feyzin bereketli olsun. Sana gelen misafirler senin gibi kanâatkar olsun. Sofran mübarek olsun. Hocana selam söyle!" dedi ve gözden kayboldu.