Muhammed bin Mansûr Tûsî haber veriyor: Bağdat'ta Ma'rûf-ı Kerhi'nin huzuruna gittim. Yüzünde bir yara izi gördüm. "Dün burada iken yüzünüzde bir şey yoktu. Bu nedir bir şey mi oldu?" diye sordum. "Seni ilgilendirmeyen şeyi sorma, sana yarayanı sor" dedi. "Allah aşkına söyle!" dedim. Şöyle anlattı: "Bu gece namaz kılıyordum. Mekke'ye gidip Kâbe'yi tavaf etmek istedim. Su içmek için zemzem kuyusuna gittim. Ayağım kaydı ve yüzüm oraya çarptı. Bu iz ondandır."
Abdest almak için Dicle'ye gitti. Kur'ân-ı Kerîm ve seccâdesini namaz kıldığı yerde bıraktı. Bir kadın gelip bunları alıp giderken Ma'rûf arkasından koştu ona yetişti ve yüzünü görmemek için başını eğip; "Kur'ân-ı Kerim okuyan çocuuğun var mı?" diye sordu. Kadın hayır deyince; "Kur'ân-ı Kerim'i bana ver, seccade senin olsun" buyurdu. Kadın onun bu güzel hareketine çok şaşırdı. Her ikisini de oraya bıraktı. Ma'rûf-ı Kerhî Hazretleri herkese merhamet eder ve herkesin ıslahı için çalışırdı. Bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturuyorlardı. Dicle'nin yukarısından bir kayık geldiğini gördüler. Kayıkta bir kaç erkek içki içiyor, nâra atıyordu. Bu nâhoş manzara karşısında talebeleri; "Efendim bir duâ edin de, Allah-ü Teâlâ bunları bu nehirde boğsun ve insanlar onların zararından kurtulsunlar" dediler. Şöyle buyurdu: "Yâ Rabbi! Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir". Talebeleri bu duanın mana ve sırrını anlamadıklarını söylediler. Bunun üzerine; "Benim söylediğimi (Allah-ü Teâlâ) bilir. Bekleyin şimdi görürsünüz" buyurdu. O topluluk Ma'rûf-ı Kerhî'yi görünce sazlarını kırdılar, şaraplarını döktüler ve titremeye başladılar. Hz. Ma'rûf'un el ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler. Ma'rûf-ı Kerhî; "Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu; ne onlar boğuldu, ne de bir kimse onlardan rahatsız oldu" buyurdular.
İbn-i Merdeveyh şöyle anlatır: "Biz Ma'rûf-ı Kerhî ile beraber oturduk. Yüzünden nur fışkırıyordu. O nur yayılarak her tarafı aydınlatıyordu." Kendisine "Ya Ebâ Mahfûz! Senin, suyun üzerinde yürüdüğünü işitim" dedim. Bunun üzerine; "Benim asla su üzerinde yürmem diye bir şey yoktur. Fakat bir tarafa geçmek istediğim zaman, nehrin iki kenarı birleşir o zaman geçerim" buyurdular.
Muhammed bin Muhalid dedi ki: Hasan bin Abdülvehhab'a Ma'rûf-ı Kerhî'nin hayatı okunuyordu. Buyurdu ki: "Ma'rûf-ı Kerhî'nin suyun üzerinde yürüdüğünü söylerler. Eğer bana onun havada yürüdüğü söyenilse; onu tasdik ederim."
Bir gün abdesti bozuldu. Hemen oracıkta teyemmüm etti. "İşte Dicle, niçin teyemüm ettiniz" dediklerinde; "Oraya gidinceye kadar acaba yaşabilir miyim? Ölüverirsem abdestsiz olmıayayım" dedi.
Halil Sayyâd anlatır: Oğlum Muhammed kaybolmuştu. Annesi ve ben şaşkına dönmüştük. Ma'rûf-ı Kerhî'ye geldim ve; "Ey Ebâ Mahfûz, oğlum kayboldu, annesinin aklı başından gitti" dedim. "Ne istiyorsun buyurdu?" "Allah'a dua edin de, çocuğumuzu bize iâde etsin" deim. "Yâ Rabbi, gök senin, yer senin, arasındakiler de senin. Muhammed'i gönder" dedi. Şam kapısına geldim. Oğlumu orada gördüm. "Oğlum Muhammed, geldin mi?" dedim. "Şimdi Enbâr şehrinde idim, birden kendimi burada buldum" dedi.