Ma'ruf-ı Kerhî Hz.
Âmir bin Abdullah el-Kehrî anlatır: Benim Hıristiyan bir komşum vardı. Bir gün bana geldi ve "Ey Ebâ Âmir, benim senin üzerinde komşuluk hakkım vardır. Senden bir ricâm var. Beni, bir evlat verip dua etmesi için Allah-ü Teâlâ'nın sevgili bir kuluna götürmedin" dedi. Bunun üzerine komşumu Ma'rûf-ı Kerhî'ye götürdüm. Onun durumunu ve ricasını anlattım. Ma'rûf-ı Kerhî de onu İslam'a davet etti. Müslüman olmasını istedi. Komşum; "Yâ Ma'rûf, benim hidayetim senin elinde değildir. Ancak Allah-ü Teâlâ hidayet eder, bir kimseyi doğru yola kavuşturur. Ben senden dua istemeğe geldim. Müslüman olmağa gelmedim" dedi. Bunun üzerine Ma'rûf-ı Kerhî ellerini kaldırdı; "Allah'ım senden bu kimseye anne ve babasına itâatkâr bir evlat vermeni istiyorum. Anne ve babası da onun elinde Müslüman olsun" diye dua etti. Allah-ü Teâlâ duasını kabul etti ve bu kimsenin bir oğlu oldu. Bu çocuk zamanındaki çocuklardan ve akranlarından çok akıllı ve çok zeki oldu. Büyüdüğü zaman babası onu bir râhibe götürdü. Ona Hıristiyanlığı ve İncil'i öğretmesinin istedi. Râhip onu önüne oturttu. Kendisine bir yazı tahtası verdi ve benim okuduğum, söylediğim şeyleri söyle dedi. Bu çocuk; "Hayır söylemem, dilim teslisi söylemeye (Allah üçtür demeye) kapalıdır. Kalbim ise, Allah-ü Teâlâ'nın sevgisiyle meşguldür" dedi. Rahip; "Ey oğlum ben sana bunu sormadım" dedi. Çocuk; "Peki neyi sordun?" dedi. Rahip; "Ben sana, benden sorup öğrenmek ve anlamak istediğin şeyi sordum" dedi. Bunun üzerine çocuk; "Aklımın kabul edeceği, zihnimin ve kalbimin idrak edeceği şeyi bana öğret" dedi. Rahip; "Ey oğlum, Elif de" diyerek alfabenin ilk harfini söyledi. Çocuk şiirle şöyle dedi: "(Lafza-i Celâlın başındaki) vasıl elif her kalbi, ezeli ve ebedi sıfatlar sahibi olan sevgiliye (Allah-ü Teâlâ'ya) vasletti, kavuşturdu. Rahip; "Oğlum Be de" diye söyledi. Çocuk yine şiirle! "Be, Allah-ü Teâlâ'nın Bekâ (sonu olmamak) sıfatının, harfidir" dedi. Rahip, Te, Se, Cim, Ha ve bütün harfleri söyledi. Çocuk da hepisine manzum ve o harflerle ilgili Allah-ü Teâlâ'nın sıfatlarını anlatan şiirlerle cevap verdi. Bu cevapları duyunca rahip şaşırıp kaldı. Kalbinden bir ürperti duydu ve kendisini bir titreme aldı. İslâm dini dışındaki bütü dinlerin batıl olduğunu anladı. Rahipteki bu değişikliği görünce genç:
Ağlatan, güldüren, öldüren dirilten bir Allah'a yemin ederim ki,
O'nun kapısından başka bir kapıya giden, mutlak zarar etmiştir.
Allah'ın rızasından başka şeyi maksûd edinenler yolunu şaşırmıştır.
Hakiki maksad, Allah-ü Teâlâ'nın rızasıdır. O'ndan başkasına gidenlere yazıklar olsun.
Af ve ihsân eden Allah-ü Teâlâ, O'ndan başkasından ne zarar gelir ne fayda.
Hâlık-ı âlem Allah'ım ne âlâdır, ne âlâ; kul isyan eder de, yine örter o aliyy-ül-âlâ.
Âlemde kendisinden başka Rab olmayan Allah, her noksanlıktan münezzehtir.
Âmir bin Abdullah el-Kehrî anlatır: Benim Hıristiyan bir komşum vardı. Bir gün bana geldi ve "Ey Ebâ Âmir, benim senin üzerinde komşuluk hakkım vardır. Senden bir ricâm var. Beni, bir evlat verip dua etmesi için Allah-ü Teâlâ'nın sevgili bir kuluna götürmedin" dedi. Bunun üzerine komşumu Ma'rûf-ı Kerhî'ye götürdüm. Onun durumunu ve ricasını anlattım. Ma'rûf-ı Kerhî de onu İslam'a davet etti. Müslüman olmasını istedi. Komşum; "Yâ Ma'rûf, benim hidayetim senin elinde değildir. Ancak Allah-ü Teâlâ hidayet eder, bir kimseyi doğru yola kavuşturur. Ben senden dua istemeğe geldim. Müslüman olmağa gelmedim" dedi. Bunun üzerine Ma'rûf-ı Kerhî ellerini kaldırdı; "Allah'ım senden bu kimseye anne ve babasına itâatkâr bir evlat vermeni istiyorum. Anne ve babası da onun elinde Müslüman olsun" diye dua etti. Allah-ü Teâlâ duasını kabul etti ve bu kimsenin bir oğlu oldu. Bu çocuk zamanındaki çocuklardan ve akranlarından çok akıllı ve çok zeki oldu. Büyüdüğü zaman babası onu bir râhibe götürdü. Ona Hıristiyanlığı ve İncil'i öğretmesinin istedi. Râhip onu önüne oturttu. Kendisine bir yazı tahtası verdi ve benim okuduğum, söylediğim şeyleri söyle dedi. Bu çocuk; "Hayır söylemem, dilim teslisi söylemeye (Allah üçtür demeye) kapalıdır. Kalbim ise, Allah-ü Teâlâ'nın sevgisiyle meşguldür" dedi. Rahip; "Ey oğlum ben sana bunu sormadım" dedi. Çocuk; "Peki neyi sordun?" dedi. Rahip; "Ben sana, benden sorup öğrenmek ve anlamak istediğin şeyi sordum" dedi. Bunun üzerine çocuk; "Aklımın kabul edeceği, zihnimin ve kalbimin idrak edeceği şeyi bana öğret" dedi. Rahip; "Ey oğlum, Elif de" diyerek alfabenin ilk harfini söyledi. Çocuk şiirle şöyle dedi: "(Lafza-i Celâlın başındaki) vasıl elif her kalbi, ezeli ve ebedi sıfatlar sahibi olan sevgiliye (Allah-ü Teâlâ'ya) vasletti, kavuşturdu. Rahip; "Oğlum Be de" diye söyledi. Çocuk yine şiirle! "Be, Allah-ü Teâlâ'nın Bekâ (sonu olmamak) sıfatının, harfidir" dedi. Rahip, Te, Se, Cim, Ha ve bütün harfleri söyledi. Çocuk da hepisine manzum ve o harflerle ilgili Allah-ü Teâlâ'nın sıfatlarını anlatan şiirlerle cevap verdi. Bu cevapları duyunca rahip şaşırıp kaldı. Kalbinden bir ürperti duydu ve kendisini bir titreme aldı. İslâm dini dışındaki bütü dinlerin batıl olduğunu anladı. Rahipteki bu değişikliği görünce genç:
Ağlatan, güldüren, öldüren dirilten bir Allah'a yemin ederim ki,
O'nun kapısından başka bir kapıya giden, mutlak zarar etmiştir.
Allah'ın rızasından başka şeyi maksûd edinenler yolunu şaşırmıştır.
Hakiki maksad, Allah-ü Teâlâ'nın rızasıdır. O'ndan başkasına gidenlere yazıklar olsun.
Af ve ihsân eden Allah-ü Teâlâ, O'ndan başkasından ne zarar gelir ne fayda.
Hâlık-ı âlem Allah'ım ne âlâdır, ne âlâ; kul isyan eder de, yine örter o aliyy-ül-âlâ.
Âlemde kendisinden başka Rab olmayan Allah, her noksanlıktan münezzehtir.