Nizâmeddin Evliyâ
Kutbeddin Hilcî'nin yerine geçen Hüsrev Hanın ömrü çok kısa oldu. Hazînede bulunan paraları ulema ve dervişlere dağıttı. Nizameddin Evliyâ'ya da beş yüz bin gümüş para gönderdi. Her zaman olduğu gibi, o büyük zât, bütün bu parayı fakirlere dağıttı. Mültan vâlisi Gıyâseddîn Tuğlak, sultanın öldürülmesinden sonra hemen ordusuyla Dehli'ye gelerek, Hüsrev Hânı öldürüp sultan oldu. Gıyâseddîn Tuğlak, hazîneye bakıp hiçbir şey olmadığını görünce, daha önceki sultanın dağıttığı bütün paraları geri istedi. Herkes paraları sultâna gönderdi. Sadece Nizâmeddîn Evliyâ, kendisine gönderilen paraları, yeni sultana vermedi ve buyurdu ki; "O paralar, Allah-u Teâlâ'nın malıydı. Allah-u Teâlâ yolunda gitti". Bu cevap sultânın hoşuna gitmedi ve geri alma yollarını araştırdı. Nizâmeddîn Evliyâ'nın büyüklüğünü kıskanan, Sultân Kutbeddîn'in acı sonundan mesûl olan saray erkânı, bir kere daha Sultan Gıyâseddîn Tuğlak'ı o büyüğe karşı kışkırtarak, eski yaptıklarını denediler. Ona olmayacak şeyleri söylediler. Sultâna bağlı âlimler ile Nizâmeddîn Evliyâ arasında münâzara olması kararlaştırıldı. Yapılan münâzarada Nizâmeddîn Evliyâ'nın naklettiği hadîs-i şerîfleri diğer âlimler kabûl etmedi. Bir kırgınlık oldu. Dergâhına geri dönen Nizâmeddîn Evliyâ, üzgün bir şekilde talebelerine şöyle dedi: "Dehli âlimlerinin ve saray adamlarının, içi, bize karşı kıskançlık ve düşmanlıkla kaynıyor. Münâzarada bana karşı açıkça saldırmalarından bu anlaşılıyor. Ayrıca onlar, yüce Peygamberimizin hadîs-i şeriflerini dinlemeyi de reddettiler. Bunun gibi îtirâzı gayri kâbil olan şeylerle münâkaşa etmeye, ancak Peygamber Efendimizin hadîsine inanmayanlar cesâret edebilirler. Sultânın yanında bunlar, hadislerin en sahîhini bile kabûl etmeyi reddederek mağrûr bir edâ ile konuştular. Resûl-i Ekremin sahîh hadîslerini kabûl etmeyen bir âlimi ne görmüş, ne de duymuştum. İçinde, böyle mağrûrâne ve yanlış yollara sürükleyen münâzaraların yapıldığı şehir, nasıl parlak vaziyette kalabilir? Onun tuğlaları bir gün yıkılıp birbirine çarparsa şaşmamak gerekir. Sultan ve ona bağlı âlimler, hakkı söylemeyen kadılar, bu şekilde Peygamber Efendimizin hadîsine göre hareket etmeyecekleri işitildikten sonra, alelâde halk, Allah ve Peygambere olan îmânlarını nasıl sağlam bir şekilde muhâfaza edebilir? Bu şekildeki âlim ve dînî liderlerdeki inanç noksanlığı sebebiyle, Allah-û Teâlâ'nın cezâsının; kıtlık, salgın hastalık ve sürgün şeklinde bu şehre gelmesinden korkarım". Bir süre sonra, Dehli'de büyük bir kıtlık oldu. Arkasından, salgın hastalık yayıldı. Halk çok zorluk çekti. Sultan ve yardakçılarının hepsi, bu hastalık ve kıtlıkta öldüler.
Kutbeddin Hilcî'nin yerine geçen Hüsrev Hanın ömrü çok kısa oldu. Hazînede bulunan paraları ulema ve dervişlere dağıttı. Nizameddin Evliyâ'ya da beş yüz bin gümüş para gönderdi. Her zaman olduğu gibi, o büyük zât, bütün bu parayı fakirlere dağıttı. Mültan vâlisi Gıyâseddîn Tuğlak, sultanın öldürülmesinden sonra hemen ordusuyla Dehli'ye gelerek, Hüsrev Hânı öldürüp sultan oldu. Gıyâseddîn Tuğlak, hazîneye bakıp hiçbir şey olmadığını görünce, daha önceki sultanın dağıttığı bütün paraları geri istedi. Herkes paraları sultâna gönderdi. Sadece Nizâmeddîn Evliyâ, kendisine gönderilen paraları, yeni sultana vermedi ve buyurdu ki; "O paralar, Allah-u Teâlâ'nın malıydı. Allah-u Teâlâ yolunda gitti". Bu cevap sultânın hoşuna gitmedi ve geri alma yollarını araştırdı. Nizâmeddîn Evliyâ'nın büyüklüğünü kıskanan, Sultân Kutbeddîn'in acı sonundan mesûl olan saray erkânı, bir kere daha Sultan Gıyâseddîn Tuğlak'ı o büyüğe karşı kışkırtarak, eski yaptıklarını denediler. Ona olmayacak şeyleri söylediler. Sultâna bağlı âlimler ile Nizâmeddîn Evliyâ arasında münâzara olması kararlaştırıldı. Yapılan münâzarada Nizâmeddîn Evliyâ'nın naklettiği hadîs-i şerîfleri diğer âlimler kabûl etmedi. Bir kırgınlık oldu. Dergâhına geri dönen Nizâmeddîn Evliyâ, üzgün bir şekilde talebelerine şöyle dedi: "Dehli âlimlerinin ve saray adamlarının, içi, bize karşı kıskançlık ve düşmanlıkla kaynıyor. Münâzarada bana karşı açıkça saldırmalarından bu anlaşılıyor. Ayrıca onlar, yüce Peygamberimizin hadîs-i şeriflerini dinlemeyi de reddettiler. Bunun gibi îtirâzı gayri kâbil olan şeylerle münâkaşa etmeye, ancak Peygamber Efendimizin hadîsine inanmayanlar cesâret edebilirler. Sultânın yanında bunlar, hadislerin en sahîhini bile kabûl etmeyi reddederek mağrûr bir edâ ile konuştular. Resûl-i Ekremin sahîh hadîslerini kabûl etmeyen bir âlimi ne görmüş, ne de duymuştum. İçinde, böyle mağrûrâne ve yanlış yollara sürükleyen münâzaraların yapıldığı şehir, nasıl parlak vaziyette kalabilir? Onun tuğlaları bir gün yıkılıp birbirine çarparsa şaşmamak gerekir. Sultan ve ona bağlı âlimler, hakkı söylemeyen kadılar, bu şekilde Peygamber Efendimizin hadîsine göre hareket etmeyecekleri işitildikten sonra, alelâde halk, Allah ve Peygambere olan îmânlarını nasıl sağlam bir şekilde muhâfaza edebilir? Bu şekildeki âlim ve dînî liderlerdeki inanç noksanlığı sebebiyle, Allah-û Teâlâ'nın cezâsının; kıtlık, salgın hastalık ve sürgün şeklinde bu şehre gelmesinden korkarım". Bir süre sonra, Dehli'de büyük bir kıtlık oldu. Arkasından, salgın hastalık yayıldı. Halk çok zorluk çekti. Sultan ve yardakçılarının hepsi, bu hastalık ve kıtlıkta öldüler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.