Sadreddin-i Konevi
Sadreddin-i Konevi Hazretleri Konya'da binlerce talebeye ders verdi. Mevlana Celaleddin-i Rûmi, Sa'îdeddin-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Zamanının en büyük alimlerindendi. Kelam ilmindeki yeri eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddin-i Arabî'nin "Vahdet-i Vücud" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dine ve akla uygun olarak izah etti.
Nasîruddîn-i Tusî ile hikmete ait bazı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve aralarındaki uzun süren münazaralardan sonra, Nasiruddin-i Tûsî aczini itiraf ederek, onun üstünlüğünü kabul etti. Sadreddin-i Konevi'nin hayatı, zühd ve takva içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünya malına asla meyletmezdi.
Sultan Alâeddîn zamânında Hâce Cihân adında Konya'da çok zengin biri vardı. Malının hesâbı bilinmezdi. Bu zenginin oğlu sara hastalığına tutuldu. Derdine çâre bulunamadı. Zenginin ona çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı. Bunun için çok para sarfetti. Lâkin hiçbir çâre bulamadı. Hâce Cihân'ın yolu bir gün Sadreddîn-i Konevî Hazretlerinin dergâhına uğradı. Derdini ona açıp; "Şu dünyâda bir oğlum vardı. O da sara hastalığına tutuldu. Ne olur bu çâresize bir derman olun" dedi. Bunun üzerine Sadreddin-i Konevi Hazretleri ona oğlunun adını sordu. Hâce Cihân; "İsmi Alican, vâlidesinin ismi de Hân'dır" dedi. Sadreddîn Hazretleri hizmetçiden kâğıt kalem istedi ve eûzü besmele okuyup; "Bismillahillezî lâ yedumu maasmihî şey'ün fil erdi velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm. Eûzü bi kelimâtillah-it-tâmmât-i küllihâ min nefsihî ve ikâbihî veşirri ibâdihî vemin hemezât-iş şeyâtîn" yazdı ve duâlar etti. Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun sara illetinden tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü. Allah-û Teâlâya şükürler etti ve bunun kerâmet olduğunu anlayıp, Sadreddîn-i Konevî Hazretlerine karşı sevgisi arttı.
Sadreddin-i Konevi Hazretleri Konya'da binlerce talebeye ders verdi. Mevlana Celaleddin-i Rûmi, Sa'îdeddin-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi. Zamanının en büyük alimlerindendi. Kelam ilmindeki yeri eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu. Muhyiddin-i Arabî'nin "Vahdet-i Vücud" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dine ve akla uygun olarak izah etti.
Nasîruddîn-i Tusî ile hikmete ait bazı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve aralarındaki uzun süren münazaralardan sonra, Nasiruddin-i Tûsî aczini itiraf ederek, onun üstünlüğünü kabul etti. Sadreddin-i Konevi'nin hayatı, zühd ve takva içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünya malına asla meyletmezdi.
Sultan Alâeddîn zamânında Hâce Cihân adında Konya'da çok zengin biri vardı. Malının hesâbı bilinmezdi. Bu zenginin oğlu sara hastalığına tutuldu. Derdine çâre bulunamadı. Zenginin ona çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı. Bunun için çok para sarfetti. Lâkin hiçbir çâre bulamadı. Hâce Cihân'ın yolu bir gün Sadreddîn-i Konevî Hazretlerinin dergâhına uğradı. Derdini ona açıp; "Şu dünyâda bir oğlum vardı. O da sara hastalığına tutuldu. Ne olur bu çâresize bir derman olun" dedi. Bunun üzerine Sadreddin-i Konevi Hazretleri ona oğlunun adını sordu. Hâce Cihân; "İsmi Alican, vâlidesinin ismi de Hân'dır" dedi. Sadreddîn Hazretleri hizmetçiden kâğıt kalem istedi ve eûzü besmele okuyup; "Bismillahillezî lâ yedumu maasmihî şey'ün fil erdi velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm. Eûzü bi kelimâtillah-it-tâmmât-i küllihâ min nefsihî ve ikâbihî veşirri ibâdihî vemin hemezât-iş şeyâtîn" yazdı ve duâlar etti. Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun sara illetinden tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü. Allah-û Teâlâya şükürler etti ve bunun kerâmet olduğunu anlayıp, Sadreddîn-i Konevî Hazretlerine karşı sevgisi arttı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.