Adı, İsmail Efendi'dir. İyi kalpli, hoşsohbet ve yapıp sattığı takkelerin geliriyle geçinen bir zat idi. 1595'de Topkapı dışındaki Takkeci Camii'ni yaptırmıştır.
Anlatılanlara göre; dükkanında takke yapar satarmış. Günlük kazancından kendisine ve ailesine yetecek kadarını ayırdıktan sonra da, geri kalanını, eve giderken rastladığı fakirlere dağıtırmış.
Küçük bir kulübede hanımıyla birlikte yaşayan Takkeci Baba'nın en büyük arzusu bir camii yaptırmaktı.
Kocasının bu arzusunu bilen hanımı, Onun gönlünü kırmamak için, hiç bir şey demez ama, kendi kendine de: "Hem camii yaptırmak istiyor, hem de elinde avucunda bir kuruş bırakmıyor! Bu gidişle nasıl camii yaptıracak?" diye düşünüyordu.
Takkeci Baba'nın bu düşüncesini bilen komşuları da, O'na takılırlar:
"Sen, ancak derya tutuşursa, camii yaptırırsın"
Bir gece; Takkeci Baba, rüyasında nur yüzlü bir Pir görür; Ona:
"Bana bak İbrahim Efendi! Sana uzun bir yolculuk gözüküyor. Bağdat'a kadar gitmek zorundasın. Senin kısmetin orada, iki salkım üzüm tanesine asılı, git onları dalından kopar da ye!" deyiverir.
Takkeci Baba, heyacanla uyanır; hanımını da uyandırdıktan sonra :
"Beklediğim gün geldi! Kalk, hemen bana azık hazırla, yola çıkacağım!" buyurur.
Hanımı, yol azığını hazırlar. Takkeci Baba, hanımı ile helalleştikten sonra, sabahın alaca karanlığında yola çıkar. Aylar süren, güçlüklerle dolu bir yolculuktan sonra, bir gece bir handa gecelemiş.
Handa, başka yolcular da vardı. Onlara selam vermiş. İçlerinden biri:
"Nereden gelip, nereye gidersin?" diye sormuş.
"İstanbul'dan gelip, Bağdat'ta gidiyorum" diye cevap verir Takkeci Baba...