FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
İlahiyatçı yazarlarımızdan muhterem hocamız Adem Saraç beyefendinin Hz. Vahşi ile alakâlı olarak neşrettiği kitabını okurken bir bölümünde çok etkilendim ve bu kısmı sizlerle paylaşmak istedim. Aynen aktarıyorum:
"İslam tarihinde yeni bir sayfa açan Yemame Savaşı, Müslümanların büyük gayretleri neticesi, büyük bir zaferle sonuçlandı... Müseylime ve çok yakın yardakçıları ölünce, Yemame halkı da, Hz. Halid'in tebliği ile İslâm'a girdi. Az önce birbirlerini öldürmek için çarpışan bu iki grup, şimdi birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Çünkü kardeş olmuşlardı.
"Artık gülyüzüne bakabilir miyim Yâ Rasûlallah!" diye haykırarak yere düşen Hz. Vahşi bir an öyle hareketsiz kalmıştı. Savaş bitince, Hz. İkrime başta olmak üzere birkaç kişi Hz. Vahşi'nin yanına gitti. Yaralanmıştı Hz. Vahşi... Yaralarından kan sızıyordu... Fakat yaraları pek ağır değildi. Öyleyse yorgunluktan ve bitkinlikten dolayı düşmüş olmalıydı. Yüzüne, gözüne su serpince kendine gelen Hz.Vahşi büyük bir coşku ile bağırmaya başladı:
-Gördüm, O'nu gördüm!
-Kimi gördün ey Vahşi?
-O'nu gördüm O'nu!...
-O kim?
-Gülyüzüne kurban olduğum Peygamberim, Efendim!...
-Allah-u Ekber!
-Allah-u Ekber!
-Nasıl gördün ey Vahşi? Anlatsana!
-Gülyüzüne kurban olduğum Peygamberim Efendim, bana bakıp gülümsüyordu!
-Allah-û Ekber!
-Yanında kim vardı biliyor musunuz?
-Kim vardı peki?
-Gül yüzüne kurban olduğum Peygamberimin yanında, Hz. Hamza vardı!
-Allah-u Ekber!
-Gül yüzüne kurban olduğum nur yüzlü Peygamberim ile, şehidler sultanı Hz. Hamza bana bakarak gülümsüyorlardı...
-Allah-u Ekber!
-Gül yüzüne kurban olduğum canım Peygamberime bakamadan, başım yerde, "Artık gülyüzüne bakabilirmiyim ya Rasûlallah"? diye sordum.
-Cevap verdi mi yoksa?
-Verdi tabi; verdi!... "Bakabilirsin" dedi bana... Anlıyor musunuz "Bakabilirsin" dedi... Bakabilirsin dediğine göre, hemen gidiyorum ben.
-Nereye ey Vahşi?
-Medine'ye; O'na!
-Ama?...
-Ama o artık yaşamıyor ki demeyin sakın!. Benim gönlümde yaşıyor O. Ebedi alemde yaşıyor. Orada bizi bekliyor! Ama yine de bu dünyadaki mübarek evi, yani kabri Medine'de değil mi? İşte O'na gidiyorum artık!. Bu dünyada, mübarek kabrine olsun, doya doya bakmak istiyorum!.
-Bin kilometrenin üzerindeki yolu, yalnız başına mı gideceksin ey Vahşi?
-Gül yüze bakmayı hak ederek, mesafeleri aradan kaldırdım artık.
Başkomutan Hz. Halid, gelip biraz daha sabırlı olmasını, yaralıların yaraları, yola çıkacak kadar sarıldıktan sonra döneceklerini söyleyince, başını eğip sustu Hz. Vahşi...
Yemame'de bir süre daha kalan İslâm ordusu, yaralıların yola çıkabilecek kadar düzelmeleri üzerine, dönüş hazırlığına başladı. Dönüş hazırlığı sırasında Hz. Vahşi öyle bir çalışıyordu ki, nerede ise bütün işleri tek başına yapacaktı.
Ve ordu yönünü Medine'ye çevirince, Hz. Vahşi yine dayanamayıp bir yandan ağlamaya, bir yandan da sessizce haykırmaya başladı. "Allah-u Ekber" diye çığlık atarak düştü yere. Yine yüzüne gözüne su serperek kendine getirmeye çalıştılar Hz. Vahşi'yi. Kendisine geldiğinde yine ağlıyordu.
-Duydunuz mu benim duyduğumu siz de duydunuz mu, diye hıçkırdı?
-Ne duydun ki ey Vahşi?
-Siz duymadınız mı yoksa?
-Neyi?
-Gül yüzüne kurban olduğum Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek sesini!...
Bir an ne cevap vereceklerini bilemediler. Belki çok arzuladığı için O'nun sesini hayal ederek, duymuş gibi olabilirdi.
Ufukta Medine-i Münevvere görününce, daha fazla tahammül edemeyen Hz. Vahşi bir yandan deliler gibi bağırmaya, bir yandan da aşıklar gibi koşmaya başladı.
-Geliyorum ya Rasûlallah! Gül yüzüne bakmak ve mübarek kabrine kapanmak için geliyorum işte. Geliyorum ya Rasûlallah!
Artık kimse bir şey demiyordu ona. O da kıyıda köşede kalan son gücünün tamamını kullanarak koşuyordu.
Mübarek Kabr-i Şerife doğru yürüdü, sürünür gibi yürüdü ve mübarek Kabr-i Şerif'in önüne gelince, birden olanca sesiyle:
-Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Rasûlallah! Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Habiballah! Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Şefiallah! Es-Salamü aleykûm yâ Rasûlallah!.. Geldim ya Resulallah; ben geldim! Cahiliye döneminde, senin en çok sevdiğini öldürdüğüm için, mübarek gül yüzüne bakamıyordum. Şimdi de en nefret ettiğin kimseyi öldürdüm. Artık gül yüzüne bakabilir miyim yâ Rasûlallah!
Hz. Vahşi Peygamber Efendimizin mübarek kabr-i şeriflerine kapanıp öyle bir ağladı ki, oradakilerin hiçbiri dayanamamıştı bu sahneye. Kabr-i Şerif'e öyle bir sarılıp ağlıyordu ki, bir süre hiç kimse yanaşamadı ona. Bir yandan sarılıp ağlıyor, bir yandan da "Gül yüzüne kurban olayım Senin yâ Râsulallah" diye hıçkırıyordu.
-Bu kadarı doğru değil ey vahşi, diye uyarabildi sahabelerden biri.
-Pişmanlıkta doğru yanlış olur mu? Gül yüze hasretin ve muhabbetin doğrusu, yanlışı olur mu? Bunca yılın birikimi var içimde!... Şu anda bütün doğru ve yanlışlar hükümsüz kaldı. Tek doğru var şimdi. O da Vahşi. Peygamberimizin gül yüzüne bakmayı hak ettim. Bırakın kabrine olsun bakıp doyasıya sarılarak ağlayayım.
Bu bağrı yanık sevdalıya başka bir şey diyemediler. Onu Peygamber Efendimiz (sav) ile baş başa bırakıp, dışarı çıkmak zorunda kaldılar.
Hz. Vahşi de uzun bir müddet o gül yüzlü Efendimizin mübarek kabrine kapanıp kaldı. O anda ona neler söylediğini bir Allah bilirdi, bir Peygamber, bir de kendisi...
İlahiyatçı yazarlarımızdan muhterem hocamız Adem Saraç beyefendinin Hz. Vahşi ile alakâlı olarak neşrettiği kitabını okurken bir bölümünde çok etkilendim ve bu kısmı sizlerle paylaşmak istedim. Aynen aktarıyorum:
"İslam tarihinde yeni bir sayfa açan Yemame Savaşı, Müslümanların büyük gayretleri neticesi, büyük bir zaferle sonuçlandı... Müseylime ve çok yakın yardakçıları ölünce, Yemame halkı da, Hz. Halid'in tebliği ile İslâm'a girdi. Az önce birbirlerini öldürmek için çarpışan bu iki grup, şimdi birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışıyorlardı. Çünkü kardeş olmuşlardı.
"Artık gülyüzüne bakabilir miyim Yâ Rasûlallah!" diye haykırarak yere düşen Hz. Vahşi bir an öyle hareketsiz kalmıştı. Savaş bitince, Hz. İkrime başta olmak üzere birkaç kişi Hz. Vahşi'nin yanına gitti. Yaralanmıştı Hz. Vahşi... Yaralarından kan sızıyordu... Fakat yaraları pek ağır değildi. Öyleyse yorgunluktan ve bitkinlikten dolayı düşmüş olmalıydı. Yüzüne, gözüne su serpince kendine gelen Hz.Vahşi büyük bir coşku ile bağırmaya başladı:
-Gördüm, O'nu gördüm!
-Kimi gördün ey Vahşi?
-O'nu gördüm O'nu!...
-O kim?
-Gülyüzüne kurban olduğum Peygamberim, Efendim!...
-Allah-u Ekber!
-Allah-u Ekber!
-Nasıl gördün ey Vahşi? Anlatsana!
-Gülyüzüne kurban olduğum Peygamberim Efendim, bana bakıp gülümsüyordu!
-Allah-û Ekber!
-Yanında kim vardı biliyor musunuz?
-Kim vardı peki?
-Gül yüzüne kurban olduğum Peygamberimin yanında, Hz. Hamza vardı!
-Allah-u Ekber!
-Gül yüzüne kurban olduğum nur yüzlü Peygamberim ile, şehidler sultanı Hz. Hamza bana bakarak gülümsüyorlardı...
-Allah-u Ekber!
-Gül yüzüne kurban olduğum canım Peygamberime bakamadan, başım yerde, "Artık gülyüzüne bakabilirmiyim ya Rasûlallah"? diye sordum.
-Cevap verdi mi yoksa?
-Verdi tabi; verdi!... "Bakabilirsin" dedi bana... Anlıyor musunuz "Bakabilirsin" dedi... Bakabilirsin dediğine göre, hemen gidiyorum ben.
-Nereye ey Vahşi?
-Medine'ye; O'na!
-Ama?...
-Ama o artık yaşamıyor ki demeyin sakın!. Benim gönlümde yaşıyor O. Ebedi alemde yaşıyor. Orada bizi bekliyor! Ama yine de bu dünyadaki mübarek evi, yani kabri Medine'de değil mi? İşte O'na gidiyorum artık!. Bu dünyada, mübarek kabrine olsun, doya doya bakmak istiyorum!.
-Bin kilometrenin üzerindeki yolu, yalnız başına mı gideceksin ey Vahşi?
-Gül yüze bakmayı hak ederek, mesafeleri aradan kaldırdım artık.
Başkomutan Hz. Halid, gelip biraz daha sabırlı olmasını, yaralıların yaraları, yola çıkacak kadar sarıldıktan sonra döneceklerini söyleyince, başını eğip sustu Hz. Vahşi...
Yemame'de bir süre daha kalan İslâm ordusu, yaralıların yola çıkabilecek kadar düzelmeleri üzerine, dönüş hazırlığına başladı. Dönüş hazırlığı sırasında Hz. Vahşi öyle bir çalışıyordu ki, nerede ise bütün işleri tek başına yapacaktı.
Ve ordu yönünü Medine'ye çevirince, Hz. Vahşi yine dayanamayıp bir yandan ağlamaya, bir yandan da sessizce haykırmaya başladı. "Allah-u Ekber" diye çığlık atarak düştü yere. Yine yüzüne gözüne su serperek kendine getirmeye çalıştılar Hz. Vahşi'yi. Kendisine geldiğinde yine ağlıyordu.
-Duydunuz mu benim duyduğumu siz de duydunuz mu, diye hıçkırdı?
-Ne duydun ki ey Vahşi?
-Siz duymadınız mı yoksa?
-Neyi?
-Gül yüzüne kurban olduğum Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek sesini!...
Bir an ne cevap vereceklerini bilemediler. Belki çok arzuladığı için O'nun sesini hayal ederek, duymuş gibi olabilirdi.
Ufukta Medine-i Münevvere görününce, daha fazla tahammül edemeyen Hz. Vahşi bir yandan deliler gibi bağırmaya, bir yandan da aşıklar gibi koşmaya başladı.
-Geliyorum ya Rasûlallah! Gül yüzüne bakmak ve mübarek kabrine kapanmak için geliyorum işte. Geliyorum ya Rasûlallah!
Artık kimse bir şey demiyordu ona. O da kıyıda köşede kalan son gücünün tamamını kullanarak koşuyordu.
Mübarek Kabr-i Şerife doğru yürüdü, sürünür gibi yürüdü ve mübarek Kabr-i Şerif'in önüne gelince, birden olanca sesiyle:
-Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Rasûlallah! Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Habiballah! Es-Salatü ve's-selamü aleyke yâ Şefiallah! Es-Salamü aleykûm yâ Rasûlallah!.. Geldim ya Resulallah; ben geldim! Cahiliye döneminde, senin en çok sevdiğini öldürdüğüm için, mübarek gül yüzüne bakamıyordum. Şimdi de en nefret ettiğin kimseyi öldürdüm. Artık gül yüzüne bakabilir miyim yâ Rasûlallah!
Hz. Vahşi Peygamber Efendimizin mübarek kabr-i şeriflerine kapanıp öyle bir ağladı ki, oradakilerin hiçbiri dayanamamıştı bu sahneye. Kabr-i Şerif'e öyle bir sarılıp ağlıyordu ki, bir süre hiç kimse yanaşamadı ona. Bir yandan sarılıp ağlıyor, bir yandan da "Gül yüzüne kurban olayım Senin yâ Râsulallah" diye hıçkırıyordu.
-Bu kadarı doğru değil ey vahşi, diye uyarabildi sahabelerden biri.
-Pişmanlıkta doğru yanlış olur mu? Gül yüze hasretin ve muhabbetin doğrusu, yanlışı olur mu? Bunca yılın birikimi var içimde!... Şu anda bütün doğru ve yanlışlar hükümsüz kaldı. Tek doğru var şimdi. O da Vahşi. Peygamberimizin gül yüzüne bakmayı hak ettim. Bırakın kabrine olsun bakıp doyasıya sarılarak ağlayayım.
Bu bağrı yanık sevdalıya başka bir şey diyemediler. Onu Peygamber Efendimiz (sav) ile baş başa bırakıp, dışarı çıkmak zorunda kaldılar.
Hz. Vahşi de uzun bir müddet o gül yüzlü Efendimizin mübarek kabrine kapanıp kaldı. O anda ona neler söylediğini bir Allah bilirdi, bir Peygamber, bir de kendisi...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.