İslam dini ve akli kavramlara göre haktan, haklıdan yana olmak, hakkı, haklıyı görmek kadar hakkı söylemek de önemsenmiştir. Elbette hakkı söylemek hakka yabancı olan insanlar için acı olacaktır. Halk arasında "hak daima acıdır" tabiri aslında hakkın bazı kişilere acı olduğunu vurgulamak içindir. Zira hak kendi haddi zatında asla acı olmaz. Birisi tarafından çok sevilen lezzetli bir yemeği hasta olduğu zaman o kişinin yanına getirdiklerinde o yemekten yemek istemez, az biraz bile yemiş olsa ona lezzet vermez. Bu durum kişinin hastalığından kaynaklanmaktadır. Bu örnekte görüldüğü gibi maddi hastalıktan dolayı kişi sevdiği lezzetli yemeği aç olmasına rağmen sevmediği gibi, ruh mizacı bozuk olup kalp aynasını şeytani mikroplarla bulaştırıp tozlandıranlar da hakkı acı kabul edecek, haktan hoşlanmayacak hatta hakka karşı mücadele içerisinde bile olacaklardır.
Ancak ne olursa olsun yeri ve zamanı geldiğinde insanın hakkı söylemesi ve hatta bazı zamanlar hakkı haykırması bir iman tezahürüdür. Çünkü haksızlığın, batılın, yanlışın karşısında susan dilsiz şeytandır sözü çok meşhur bir sözdür ve ilkeli olan hiçbir Müslüman ise asla bu söze muhatap olmak istemez.
Bu gün ülkemiz insanının ahlaklı, takvalı, insaflı, mert, dürüst, cömert, ilkeli, bilgi donanımlı, iş bilir, kendi işi ile uğraş veren, zamanı çok iyi okuyabilen zeki ilim adamlarına, öğretmenlerine, kanaat önderlerine, siyasetçilere çok ihtiyacı vardır. Her şart ve koşulda, her zaman ve zeminde hakkı ve haklıyı destekleyecek ve savunacak, halkın, toplumun menfaatini kendi çıkarlarından öncelikli sayacak, ilme, bilgiye, emeğe saygılı, kadir kıymet bilir, ama asla ilahi ve insani ilkelerden taviz vermez, hatası söylenince söyleyenleri dinler, eleştirenleri iki dakikada zındık, fasık, münafık kâfir ilan etmez, hatasını gördüğünde vazgeçer, toplumun maddi ve manevi alanlarda ilerlemesi için plan proje üretir, takım tutar gibi adam tutmaz, birlik ve dirliği korumaya çalışır, bilgi ve tecrübe yüklü ehil insanlara çok ihtiyacımız vardır.
Bir toplumda yaşayan insanların çoğunluğu bu erdemli ilkelere sahip olduğu zaman böyle bir toplumda güven, huzur, saadet, sulh ve sefadan başka bir şey olmaz. Ancak birileri yaşadıkları toplumu daha iyi sömürmek, daha güzel kullanmak için toplumun yozlaşması ve dolayısıyla duyarsız hale gelmesi için tüm imkânları bu iğrenç plan için seferber ediyorsa toplumun tamamının bilhusus bilge insanlarının bu duruma dikkat etmeleri gerekir. Dikkat edilmediği takdirde bir zaman sonra toplum çoğunluk olarak duyarsızlaşır. Böyle bir toplumda ahlak, iman, erdem, onur, ilke, hayâ, iffet, mertlik, kardeşlik ölçütlerine aykırı şeyler yapıldığı zaman artık hakkı söyleyen de olmaz. Birileri imanları gereği hakkı söyleseler bile toplum tarafından kınanır ve dışlanırlar. Müslüman bir toplumda durumun bu hale gelmesi o toplumun ölümü demektir. Hz. Peygamber efendimiz doğruların, hakkın konuşulmadığı yalana, yanlışa, batıla karşı çıkılmadığı bir yerde yaşayanlar hakkında "toprağın altı onlar için toprağın üstünden daha hayırlıdır" diye buyurmuşlardır.
Elbette şunu unutmamak gerekir ki doğruların konuşulmasında rahatsız olanlar, hakkın söylenmesinden hoşlanmayanlar kimyaları ve ruhları bozulmuş insanlardır. Hakka inanmayanların, haktan ve haklıdan yana olmayanların tek kutsalı nefis, güç, makam, mevki, kuvvet ve en doruklara ulaşmaktır. İşte böyleleri işlerine gelmediğinde düşünce ve ifade hürriyetini farklı yorumlarlar ve hatta yer yer düşünce ve ifade hürriyetini tanımazlar bile, hakkı, hukuku, kanunu hiçe sayarlar, bir takım mercileri ve odakları baskı altına alırlar, kendileri gibi düşünmeyenlere, kendi saflarında olmayanlara aba altından sopa gösterirler ve insanları zindanlara tıkayarak inim inim inletirler.
Ancak bütün bu olumsuzluklar, özde ve gerçek müminleri asla yıldıramaz, korkutamaz ve sindiremez. İster ilim adamı olsun, ister siyasetçi, ister avam; özde bir mümin asla zulme, zalimlere, haksızlığa, yanlışa meyletmez, onlara karşı sevgi beslemezler. Zira onlar, Allah'ın azabının, insanların azabından daha şiddetli olduğunu çok iyi bilir, aleyhlerine gibi gözükse de hakkın ve hukukun gereğini yaparlar.
İnsan yanlışı gördüğü ve bildiği halde iman zayıflığı veya başka bir sebepten dolayı ona karşı koyamıyorsa, en azından yanlışı, haksızlığı, zulmü yapanlara buğzeder, onları terk eder, onların safında yer almaz, onları desteksiz bırakır.
Elbette bu imanın en zayıf derecesidir.