Trabzonspor 'enerjik, canlı ve de herşeyden önemlisi akıllı' oynamalıydı. Orta sahası jiletin sakalı bir çırpıda biçtiği gibi, rakip tarafından silindir gibi ezilmemeliydi. Rakibe ilk darbe bu alanda vurulmalıydı. Oluşturulan bu 'orta set' aşıldığında, defans devreye girip, ikinci barajda boğulmalıydı rakip. Ama Bordo Mavili ekipte ne defans vardı, ne de orta saha.
İlk 3 haftayı ümit veren bir çıkışla 9 puanla kapatan, ancak ardından gelen 3 haftada sahayı boynu bükük terkeden Trabzonspor ile ilk 2 haftada 14 gol atarak, 'gümbür gümbür geliyoruz' izlenimi uyandıran, ancak ardından beklenmedik şekilde üst üste 4 kez mağlubiyeti tadan Ankaragücü arasında, güreş terminolojisini kullanarak ifade edersek, 'serbest' stilli bu maçın hakkı beraberlikti. Bu konuda söyleyebileceğimiz bir şey yok. Ama Sadi Hoca, kendi geleceği için bu maçı ne yapıp edip koparmalıydı! Bu kadar 'doldur boşalt' türünden boş ataklardan (hepsi Ankaragücü defansı tarafından çelindi) müteşekkil bir taktik anlayışa şahit olduktan sonra, Sadi Hoca'yı savunma direncim de kırıldı. Oysa hafta içinde yazdığım bir yazı da Trabzonlulara güçlü bir şekilde kendi evladına sahip çıkmaları çağrısında bulunmuştum. Şimdi ise bu takıma gönül vermiş birisi olarak, ister çıksınlar, ister çıkmasınlar; kendileri bilirler.
Bir başka mühim nokta. Dün tribünleri görünce, hayretler içinde kaldım. Birkaç bin taraftar. Namüsait hava şartları mı insanların ayağını bağlamıştı? Zannetmiyorum. Taraftar küskün. Art arda gelen kötü sonuçlar, taraftarın onuruna dokunmuş, onları rencide etmiş. Bu taraftarın gönlü nasıl kazanılır? Tamamıyla yönetime kalmış bir mesele.
Recep BAHAR