Osmanlı için kullanılan 'hasta adam' tabiri bugün Batı Avrupa'nın pek çok ülkesi için geçerli. Ekonomisi durağanlıktan kurtulamayan Avrupa, reçetelere uymadığı için bir türlü iyileşemiyor 'Avrupa'nın hasta adamı'. Tarihsel olduğu kadar güncel bir tanımlama. Bugün bir çok Avrupa ülkesi için kullanılmakta. Özellikle Fransa, İtalya ve Almanya için öne sürülen teşhisler pek iç açıcı değil. Yapılan tahlillerin sonuçlarında ekonomik büyüme, işsizlik, sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin açığı gibi sorunlarda iyileşme belirtisi henüz görülmüyor. Hastalar reçetelere uymakta zorlanıyor. Komaya girmeseler de, iyileşme evresine geçemiyorlar. Teşhis var, fakat tedavisi zor bir hastalık söz konusu. Avrupa sancılı Tedavisi zor çünkü, sorunlar yapısal. Yalnızca ekonomik açıdan değil, toplumsal psikoloji açısından da Batı Avrupa derin sorunlarla karşı karşıya. Başta Fransa olmak üzere, birçok ülkede toplumun önemli bir bölümü değişen küresel gelişmelerin günlük yaşamlarına etkisini kabullenmekte zorlanıyor. Endişeler derinleşiyor. Karamsarlık yayılıyor. Bazı kesimler hırçınlaşıyor. Gelecek bir umutsuzluk ufkuna dönüşüyor. Sağ veya soldaki önde gelen siyasi çevreler için ekonomiyi harekete geçirecek reform reçeteleri aşağı yukarı aynı. Amerika'dan Asya'ya dünyada insanlar daha çok çalışır, üretir, risk alır, işinde verimli olmaya çalışır, şirket kurar, batırır, yine dener ve yeni arayışlara açılırken, Batı Avrupa giderek durağanlaştı. Neredeyse durdu. Ekonomik büyüme zayıf. Girişimcilik ve yenilikçilik yetersiz. Uluslararası rekabet için daha geniş ve ortak bir pazar gerekli. Fakat, hizmetlerden enerjiye farklı alanlarda ulusal korumacılık dürtüleri güçlü. Sosyal güvenlik ve emeklilik sistemlerinin finansmanı yaşlanan Avrupa'da iflasa doğru gidiyor. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günther Verheugen'in üye devletlere uyarısı gayet açık: "Yeni ekonomik ve teknolojik güçlerin yükseldiği değişen dünya düzenine hazır mıyız? Sosyal ve ekolojik standartlarda ulaştığımız standartları mahvetmek istemiyoruz umarım". Küresel kargaşa içinde rakipler değişmeye çabalarken, Batı Avrupa sahip olduğunu koruma telaşında. Toplumların bir bölümü Avrupa sosyal modelinin küresel koşullarda artık eskisi gibi korunamayacağını şımarıkça inkâr ediyor. Diğer ülkeler kalkınırken, hazırdan geçinen mirasyedi durumunu sürdürmenin Avrupa yaşlandıkça olanaksızlaştığını anlayamıyor. Değişime uyumda zorlandıkça, korumaya çalıştığını tamamen kaybetme riski artıyor. Fransa örneği Fransa bu eğilimlere belki de en uç örnek. Toplumsal tepkileri derhal sokaklara yansıtmak, kolektif öfkeyi kutsallaştırmak ve uzlaşma öncesi şiddet evresinden geçmek eğilimleri siyasal kültüründe olan bir ülke. Ne de olsa İngiltere'de yüzyıllar sürmüş olan demokrasiye aşamalı geçiş sürecini, kanlı bir devrim ile dünya tarihine kaydetmiş bir ülke. Sokak işgallerini, öğrenci hareketlerini, üniversite işgallerini, ulusal grevleri icat etmiş olmasa da birer ulusal simge ve ihraç ürününe dönüştürebilmiş bir ülke. Dünyaya 68 kuşağını armağan etmiş ilginç bir ülke. Fakat 2006 kuşağının tepkisi farklı. Devrimci değil, muhafazakâr. Uluslararası değil, ulusçu, yerel. İçine dönük, özgüvensiz, gerçeklerden ve ulusal çıkarların küresel boyutundan kopuk. Çözüm değil, sorun odaklı. Birçok AB ülkesinde olduğu gibi, Fransa'da da şirketler çalışan sayılarını artırmaya çekiniyorlar. Özellikle küçük işletmeler küresel rekabet koşullarını fırsata dönüştürmekte zorlanıyor. Şirketler büyüme hedefinden kopuyor, aşırı temkinli bir yaklaşıma takılıyor. Çalışanları korumaya yönelik yasalar bu ortamda artık ters etki yaratıyor, işe girmeyi engelliyor. Örneğin bir şirket riske girip bir alanda yeni bir atılım denemek üzere insan kaynaklarını genişletmeyi göze alamıyor. Çünkü başarısız olursa, tekrardan kadrosunu küçültmesi zor olduğu için herkesin işsiz kalacağı toptan iflas riski ağır basıyor. İş piyasaları esnek olamayınca bundan en fazla zararı gençler görüyor. İşsizlik oranı yüzde 25 Fransız hükümeti bu sorunu çözebilmek için bir yasa hazırladı. Amaç şirketlerin gençlere ilk işlerini vermekte daha rahat olmaları. İlk iki yıl deneme süresi olacak. Bu süre zarfında işten çıkarmak olağan sözleşmelere göre daha kolay. Aksi takdirde zaten iş bulamayan gençlik için bu yasa önemli bir fırsat olabilir. Aynı zamanda şirketler için de daha girişimci ve risk alıcı olmaya bir teşvik. Fransa'da gençliğin işsizlik oranı yüzde 25 civarında. Benzer esneklikteki ilk iş sözleşmesi yasası, gençlerin işsizliğinin çok daha az, yüzde 13 civarında olduğu Almanya'da onaylandığında toplumun tepkisi genelde makul ve mantıklı oldu. Fransa'daki gibi yer yer kent terörüne dönüşen bir öğrenci hareketi ve toplumsal destek ortaya çıkmadı. Ayrıca, Fransa'da hükümet alışagelmiş toplumsal iletişim mekanizmalarını bu sefer iyi işletemedi. Fakat esas sorun İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ulusal sosyal devlet düzeninin, 21. yüzyılın uluslararası koşullarına uyum sancısı. Tabii Fransa'da şarap kadehi tamamen boş değil. Dolu kısmı son derece nitelikli. Fransa ekonomisinde birçok olumlu gösterge var. Ekonomik büyüme yüzde iki seviyesine erişebilir. Toplam işsizlik yüzde on eşiğinin altına düşüyor. Eğer Almanya'da ekonomik büyüme canlanır ve petrol fiyatları engellemezse, yavaş fakat etkisi hissedilebilir bir iyileşme olası. Fransa halen dünyanın en önemli ekonomik güçlerinden biri. Toplumun önemli bir kesimi küresel koşulları anlıyor, rekabet ediyor, teknoloji üretiyor, ihracatta, yaratıcılıkta, yönetimde dünya çapında başarı elde ediyor. Sorunun röntgeninde aslında Türkiye için de tanıdık bir görüntü beliriyor. Değişimden ve uluslararası açılımdan endişe duyan, veya yenilenen gerçekleri anlayamayan kesimler, liderlik zafiyeti olan siyasetçiler, ülke içi iletişim kanallarının ve uzlaşma kültürünün aksaması sonucunda ülke bir bütün olarak hareket edemiyor. İlerlemeler frenleniyor. AB'nin bahar zirvesi Aslında tüm Avrupa Birliği ülkeleri için bu çerçevede bir kader ortaklığı var. Bu ortaklığın yıllık bilançosu ve yeni projeleri AB Konseyi'nin bahar zirvelerinde tartışılıyor. Fransa'da reform karşıtı gösterilerin gürültüsünde geçen 23-24 Mart 2006 zirvesinde AB liderleri her zaman olduğu gibi hem sürtüştüler, hem anlaştılar. Teşhis belli, tedavi belli. Fakat ülkelerine döndüklerinde kimini zayıf bir iktidar, kimini yaklaşan seçimler, kimini parti içi veya dışı muhalefetin artan gücü, kimini ikna olmamış bir kamuoyu, kimini ise bu etkenlerin birden fazlası bekliyordu. Bahadır Kaleağası/ Radikal
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.