Geçen haftasonu, yeni Vakıf Yasası tasarısının risklerine dikkat çekmiştik. Tasarı, son noktaya getirilmiş, bakanlardan sadece bir-ikisinin imzası kalmış. İş, bugün yarın bitirilir.
Bu arada enteresan gelişmeler sürüyor. Dünya Kiliseler Birliği'nin Trabzon Ayasofya Müzesi'nin çevresindeki 1 dönümlük arazi içerisindeki evlerin tümünün yıkılmasını istediği ve bu doğrultuda Ayasofya Mahallesi'nde yıkım çalışması başlatılacağı söylentileri somut adımlara dönüşüyor. Trabzon Valisi Adil Yazar "Ayasofya Müzesi'nde restorasyon çalışmaları tamamlanmak üzere, çevresindeki evlerin yıkılması için de Kültür Bakanlığı'nın emri var" diyor. Kısacası, işler resmi erkanca kotarılıyor. Resmi Gazete'nin 22 Aralık 2001 tarihli ve 24618 sayılı mükerrer nüshasından okuduğumuza göre devlet bütçesinden Noel Baba Vakfı'na 5 milyar ödenek ayrılıyor. Çam sakızı çoban armağanı bütçenin 2002 noelinden önceye denk gelmesi dikkat çekiyor.
Anlaşılan, atı alan Üsküdarı geçti.
Küreselleşme ve AB sürecine paralel olarak bizimkilere de gerekli yasal altyapıyı hazırlamak, çam sakızı çoban armağanlarını sunmak kalıyor.
Fakat ilginçtir; bu süreç hep ya Apo'nun, ya PKK gibi terörist örgütlerin, ya ekümenik sevdalı azınlıkların, ya misyonerlerin, ya kimi mandacı politikacıların, ya da yabancı sermayedarların hayrına işliyor. Büyük Türk Milleti'nin payına krizden gayrı birşey düşmüyor. Bu "değişmez sırrı" çözebilene aşkolsun... Her neyse.
Ben yine de geçen haftasonu ele aldığım yeni Vakıf Tasarısı'ndaki riskleri, ilgilililere, yetkililere, milletin tarihi-kültürel mirasını korumak da Anayasal vazifeleri arasında bulunan devlet iradelerine hatırlatmayı sürdüreyim.
Tasarı, Osmanlı'dan kalan "hayrat"ın satışını beş kişilik bir kurula bırakıyor. Ma'lûmunuz; Osmanlı'dan bize intikal eden iki tür vakıf taşınmazı sözkonusu. Biri, "akar" namlı gelir getiren taşınmazlar; diğeri, hayrat diye bilinen bir hayır amacına tahsis edilmiş taşınmazlar. Hayrat, camilerden medreselere, şifahanelerden sebillere ecdad yadigârı binlerce hayır kaynakları...
Akarlar, beş kişilik Vakıflar Meclisi kararıyla zaten satılabiliyordu. Hayrat yerler ise devlet malı imtiyazından yararlandıkları için satışları ancak Bakanlar Kurulu kararı ile mümkündü. Yeni tasarı ile millet-devlet-ecdad yadigârı olan tüm hayrat, adeta beş kişilik Vakıflar Meclisi'nin malı haline dönüştürülüp satışına imkan tanınıyor. Kimi vakıf müfettişlerinin, vatanperver insanların kurdukları vakıflara uyguladıkları linç girişimleri ve bürokratik preslemeler göz önüne alındığında, bu tasarı ile hayratların nasıl bir peşkeşe dönüştürüleceğini kestirmek zor olmaz.
Tasarı ile gelen bir başka büyük risk ise, yurtdışı merkezli vakıfların, Türkiye'de şube ve temsilcilik açmalarına imkan sağlayan yasal zemindir. Yabancı vakıflara sınırsız yasal zemin hazırlayan bu tasarı, mütekabiliyet esasını gözardı etmektedir. Zira, mesela bütün yabancı devletlerde Türkiye merkezli vakıflara yasal sınırlamalar getiriliyor, şube veya temsilcilik açmalarına müsaade edilmiyor. Bu tür bir girişimde bulunacak olan vakfın, şube ve temsilcilik açmak yerine, o ülke yasaları doğrultusunda ve denetiminde vakıf merkezi o ülkede bulunan bir vakıf kurmalarına izin verilmektedir. Halbuki biz, bu tasarı ile, merkezi yabancı devletlerde bulunan vakıflara Türkiye'de şube açma izni vermekteyiz ki; bu durumda her türlü bölme ve parçalama faaliyetlerinin odağı olabilecek yabancı vakıfları, merkezi dışarıda olacağı için denetleyemeyeceğiz.
Güneydoğu'da insan hakları faaliyeti yapacağım, diyecek. Karadeniz'de kültürel hizmetlerde bulunacağım, diyecek. İstanbul'da, tarihi şehrin sadece Türklerin malı değil, medeniyetlerin ortak değeri olduğu hususunda ekümenik çalışma yapacağım, diyecek. Türk vatandaşlarının küreselleşmeleri için milli değerleri yerine küresel gerçeklerle donanmaları konusunda hizmet vereceğim, diyecek, misyonerlik yapacak. AB'nin, ABD'nin, Vatikan'ın, Moon'un bütçe desteğiyle Türkiye'de cirit atacaklar. Bütün bunlara hiçkimse sesini çıkartamayacak. Zira tasarı ile yasal zemin hazırladığımız bu kabil yabancı merkezli vakıfların senedinde çalışma alanları bu türden konjonktüre uygun olacak.
Dolayısıyla bir Allah kulu çıkıp da hiçbir yabancı vakıf üyesini sigaya çekemeyecek. Böylece yasal sınırlar içine çekilmesi imkansız hale gelecek. Biz sizin yasalarınıza göre kurulmuş bir vakıf değiliz, deyip işin içinden çıkacaklar. O zaman, al başına bir başka bela daha. Gürültü patırtı, derken doğruca AİHM'ne.
Bu gidişat şunu gösteriyor... Korkarım, eğer BM, UNESCO veya Dünya Kiliseler Birliği, tüm vatan topraklarımızı "kadîm medeniyetlerin beşiği" olduğu gerekçesiyle koruma altına alıp Trabzon Ayasofya çevresinde olduğu gibi, üzerine kurduğumuz evimizi barkımızı "ortak kültürel mirası" tahrip ettiğimiz bahanesiyle başlarımıza yıkmaz ise; biz kendimiz bir yasal düzenleme ile bu isteklerini "küresel bir vazife" olarak yerine getiririz.
Gerçekten böyle bir şey yapar mıyız, diye belki de kendinize soruyorsunuz şimdi. Anında uyguladığımız IMF'nin talimatlarından veya AB'nin direktiflerinden çok farklı değil ki bu iş... Yazık.
Bu arada enteresan gelişmeler sürüyor. Dünya Kiliseler Birliği'nin Trabzon Ayasofya Müzesi'nin çevresindeki 1 dönümlük arazi içerisindeki evlerin tümünün yıkılmasını istediği ve bu doğrultuda Ayasofya Mahallesi'nde yıkım çalışması başlatılacağı söylentileri somut adımlara dönüşüyor. Trabzon Valisi Adil Yazar "Ayasofya Müzesi'nde restorasyon çalışmaları tamamlanmak üzere, çevresindeki evlerin yıkılması için de Kültür Bakanlığı'nın emri var" diyor. Kısacası, işler resmi erkanca kotarılıyor. Resmi Gazete'nin 22 Aralık 2001 tarihli ve 24618 sayılı mükerrer nüshasından okuduğumuza göre devlet bütçesinden Noel Baba Vakfı'na 5 milyar ödenek ayrılıyor. Çam sakızı çoban armağanı bütçenin 2002 noelinden önceye denk gelmesi dikkat çekiyor.
Anlaşılan, atı alan Üsküdarı geçti.
Küreselleşme ve AB sürecine paralel olarak bizimkilere de gerekli yasal altyapıyı hazırlamak, çam sakızı çoban armağanlarını sunmak kalıyor.
Fakat ilginçtir; bu süreç hep ya Apo'nun, ya PKK gibi terörist örgütlerin, ya ekümenik sevdalı azınlıkların, ya misyonerlerin, ya kimi mandacı politikacıların, ya da yabancı sermayedarların hayrına işliyor. Büyük Türk Milleti'nin payına krizden gayrı birşey düşmüyor. Bu "değişmez sırrı" çözebilene aşkolsun... Her neyse.
Ben yine de geçen haftasonu ele aldığım yeni Vakıf Tasarısı'ndaki riskleri, ilgilililere, yetkililere, milletin tarihi-kültürel mirasını korumak da Anayasal vazifeleri arasında bulunan devlet iradelerine hatırlatmayı sürdüreyim.
Tasarı, Osmanlı'dan kalan "hayrat"ın satışını beş kişilik bir kurula bırakıyor. Ma'lûmunuz; Osmanlı'dan bize intikal eden iki tür vakıf taşınmazı sözkonusu. Biri, "akar" namlı gelir getiren taşınmazlar; diğeri, hayrat diye bilinen bir hayır amacına tahsis edilmiş taşınmazlar. Hayrat, camilerden medreselere, şifahanelerden sebillere ecdad yadigârı binlerce hayır kaynakları...
Akarlar, beş kişilik Vakıflar Meclisi kararıyla zaten satılabiliyordu. Hayrat yerler ise devlet malı imtiyazından yararlandıkları için satışları ancak Bakanlar Kurulu kararı ile mümkündü. Yeni tasarı ile millet-devlet-ecdad yadigârı olan tüm hayrat, adeta beş kişilik Vakıflar Meclisi'nin malı haline dönüştürülüp satışına imkan tanınıyor. Kimi vakıf müfettişlerinin, vatanperver insanların kurdukları vakıflara uyguladıkları linç girişimleri ve bürokratik preslemeler göz önüne alındığında, bu tasarı ile hayratların nasıl bir peşkeşe dönüştürüleceğini kestirmek zor olmaz.
Tasarı ile gelen bir başka büyük risk ise, yurtdışı merkezli vakıfların, Türkiye'de şube ve temsilcilik açmalarına imkan sağlayan yasal zemindir. Yabancı vakıflara sınırsız yasal zemin hazırlayan bu tasarı, mütekabiliyet esasını gözardı etmektedir. Zira, mesela bütün yabancı devletlerde Türkiye merkezli vakıflara yasal sınırlamalar getiriliyor, şube veya temsilcilik açmalarına müsaade edilmiyor. Bu tür bir girişimde bulunacak olan vakfın, şube ve temsilcilik açmak yerine, o ülke yasaları doğrultusunda ve denetiminde vakıf merkezi o ülkede bulunan bir vakıf kurmalarına izin verilmektedir. Halbuki biz, bu tasarı ile, merkezi yabancı devletlerde bulunan vakıflara Türkiye'de şube açma izni vermekteyiz ki; bu durumda her türlü bölme ve parçalama faaliyetlerinin odağı olabilecek yabancı vakıfları, merkezi dışarıda olacağı için denetleyemeyeceğiz.
Güneydoğu'da insan hakları faaliyeti yapacağım, diyecek. Karadeniz'de kültürel hizmetlerde bulunacağım, diyecek. İstanbul'da, tarihi şehrin sadece Türklerin malı değil, medeniyetlerin ortak değeri olduğu hususunda ekümenik çalışma yapacağım, diyecek. Türk vatandaşlarının küreselleşmeleri için milli değerleri yerine küresel gerçeklerle donanmaları konusunda hizmet vereceğim, diyecek, misyonerlik yapacak. AB'nin, ABD'nin, Vatikan'ın, Moon'un bütçe desteğiyle Türkiye'de cirit atacaklar. Bütün bunlara hiçkimse sesini çıkartamayacak. Zira tasarı ile yasal zemin hazırladığımız bu kabil yabancı merkezli vakıfların senedinde çalışma alanları bu türden konjonktüre uygun olacak.
Dolayısıyla bir Allah kulu çıkıp da hiçbir yabancı vakıf üyesini sigaya çekemeyecek. Böylece yasal sınırlar içine çekilmesi imkansız hale gelecek. Biz sizin yasalarınıza göre kurulmuş bir vakıf değiliz, deyip işin içinden çıkacaklar. O zaman, al başına bir başka bela daha. Gürültü patırtı, derken doğruca AİHM'ne.
Bu gidişat şunu gösteriyor... Korkarım, eğer BM, UNESCO veya Dünya Kiliseler Birliği, tüm vatan topraklarımızı "kadîm medeniyetlerin beşiği" olduğu gerekçesiyle koruma altına alıp Trabzon Ayasofya çevresinde olduğu gibi, üzerine kurduğumuz evimizi barkımızı "ortak kültürel mirası" tahrip ettiğimiz bahanesiyle başlarımıza yıkmaz ise; biz kendimiz bir yasal düzenleme ile bu isteklerini "küresel bir vazife" olarak yerine getiririz.
Gerçekten böyle bir şey yapar mıyız, diye belki de kendinize soruyorsunuz şimdi. Anında uyguladığımız IMF'nin talimatlarından veya AB'nin direktiflerinden çok farklı değil ki bu iş... Yazık.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019