Hükümetçilik mi oynuyoruz?

Cumhuriyetten bu yana geçen 78 senede 57 hükümet kurulmuş.

Her hükümetin süresini aynı kabul edip kaba bir hesap yapacak olursak, her hükümete 1.5 sene bile düşmüyor.

Ama böyle bir hesap yanlış olur.

Çünkü, Atatürk zamanındaki hükümetlerle, İnönü ve Demokrat Parti hükümetleri, kısacık değildi ve zaten 37 sene öyle geçti.

1960'tan sonra ise, adeta hükümetçilik oynar olduk.

Ne hükümetlerin süresi süreye benzedi, ne de idareleri idareye...

Bakanlarının isimlerini bile öğrenmemize vakit kalmadan kurulup bozulan nice hükümetler gelip geçti. Sayıları işte böyle 57'ye ulaştı.

Her hükümet, hizmet değil de bir tortu bırakıp gitti.

Bu tortular büyüdü ur oldu.

Zamanımızda pürüz oldu; gelişti kriz oldu.

Avrupa'nın "Hasta Adam" dediği Osmanlı, yıkılma arefesinde bile böyle bir vaziyete düşmemişti.

Şimdi, ortada felç olmuş bir ekonomi, ayağa kaldırılmayı bekleyen bir hasta var.

Bu hastanın ayağa kaldırılması düşünülmüyor da, mesûliyeti başkalarına atmak için kimin bu hale getirdiği konuşuluyor.

Koca bir memleketi bir hükümet tek başına bu hale getirebilir mi hiç?

Hepsinin payı var ama, bazılarının payı daha fazla.

Ne demişti Avrupalılara karşı o eski paşamız?

-Dünyanın en kuvvetli devleti biziz. Çünkü, siz dışarıdan biz içerden yıkmak için uğraştığımız halde, bir türlü yıkılmıyor.

***

Mevcut vaziyeti yıkılmak kabul etmiyoruz tabii...

Neymiş vaziyetimiz?

Asgari ücret Almanya'da 1100, Yunanistan'da 540, İspanya'da 551, Portekiz'de 353 $, Türkiye'de ise bugün hesabıyla 70 .

Cumhuriyet kelimesinin arkasına sığınarak, "Cumhuriyet sayesinde Türkiye'yi bugünkü güzel hale getirdik" dedikleri seviye işte bu...

Hükümet edenlerin, özel sektöre karşı Türkiye içindeki durumu da şöyle:

Kanal D'de 395, CNN Türk'de 276 personel bulunurken, devlet kanalı olan TRT'de tam 8200 personel varmış.

Öte yandan, ödediğimiz vergilerin neredeyse tamamı borcun faizine gidiyor; açık büyüdükçe vergi yükü de artıyor.

2000 yılında dakikalık 67 milyar, saatlik 4 trilyon, günlük 97 trilyon olmak üzere aylık 3 katrilyon ödenmiş.

Bunun içindeki borç faizi 25 katrilyon imiş.

Bu paralarla 1.5 GAP, 82 tane Boğaziçi Köprüsü, 16 derslikli 182.500 okul, 117.000 km karayolu, 7.000 adet fabrika, 1000 m2'lik 1.500.000 konut yapılabilirmiş.

Bakanlık sayısının habire arttığı Türkiye'de, her 15 milletvekiline bir bakanlık düşüyor.

Diğer ülkelerde şöyle:

Japonya'da 12, Fransa'da 14, Almanya'da 15, İngiltere'de 20, koskoca Amerika'da 14, koskoca Çin'de 26, yine koskoca Hindistan'da 38 bakanlık var.

Türkiye'nin bakan sayısı ise 35.

Sadece bir bakanlık eksik bizde: Bakanlara Bakma Bakanlığı...

Kamu bankalarının vatandaşın cebinden çıkan görev zararları (Bu da yeni çıktı) 21 milyar dolar, KİT açıkları 4.4 milyar dolar...

***

Kamu kurumlarının 1 yıllık zararlarına bakın:

104 adet BİT 10 trilyon, TCCD 500 trilyon, İşdemir 77.2 trilyon, SEKA 8.4 trilyon, TDCI 72 trilyon, Taş Kömürü Kurumu 228 trilyon, TEDAŞ 723 trilyon, THY 14.1 trilyon...

***

5556 adet yarım kalmış yatırıma bugüne kadar 200 milyar dolar harcanmış. Bu para boşa gömülmüş duruyor.

Yalnızca yapımından vazgeçilen Ayaş Tüneli'nin maliyetinin 300 milyon dolar olduğu düşünülünce, üzülmemek elde olmuyor.

Bu yarım kalan yatırımların bitmesi için 335 milyar dolar gerekiyor. Bu hızla ise tamamlanması hayal. Çünkü ancak 85 yılda tamamlanabilirmiş.

Türkiye, yolsuzlukta dünyada 54'üncü, rüşvette ise birinci...

Sadece bankalarda batan para 12 milyar dolar.

Bunlar kimlerden ve nasıl alınacak?..

Uzmanlarına göre, 12 milyar dolar ile şunlar yapılabilirmiş:

40 adet boğaz köprüsü, 500 bin konut, 200 yataklı 400 hastane, 12 dev baraj.

2 milyon bilgisayar, 980 bin otomobil alınır...

12 milyar dolar nelere eşitmiş:

Türkiye'nin 2.5 yıllık turizm gelirine,

45 milyar dolarlık iç borcunun % 26.5'ine,

2001 yılında yatırımlara ayrılan payın 2.5 katına,

Adalet, Sağlık ve Milli Eğitim bakanlıkları ödeneklerinin 1.5 katına...

***

Dünyada, senenin 156 gününde tatil yapan başka bir ülke var mıdır?

Türkiye, senenin yarısında yan gelip yatması icap eden değil, gece gündüz çalışması gereken ülke değil midir?

Haftada bir gün izin neyimize yetmiyordu da, ikiye çıkardık?

Geri kalmışlığımız, tatili değil, çalışmayı gerektirmiyor mu?

Bu gidişle, "Bizi de içinize alın" diye kapısında beklediğimiz Avrupa'nın kapılarında da uyuyakalmazsak iyi...

"Uyu, uyu yat uyu" devrinin geride kaldığını unutmadan, habire çalışmamız gerekmiyor mu, ne dersiniz?