Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: " O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler için bir yol göstericidir." (Bakara, 2/2). Burada Cenab-ı Hak, Müslüman'a sıfat atfediyor.
Muttaki kişiler Kur'an'dan şüphe etmez buyuruyor. Demek ki bir insan takva derecesinde olmadığı müddetçe, Kur'an'ın her emrinden, her sayfasından, her satırından şüphe eder manası çıkıyor. Kim şüphe etmez? Muttakiler etmez. Demek ki biz imanımızı, ahlakımızı takva derecesinde güçlendirmediğimiz müddetçe, kaygan bir zemin üzerinde gidip geliriz manası ortaya çıkar. İman vehim değil, bir gerçektirİman eden insan ne yapar? "Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar." (Bakara, 2/3). Hakikaten insanın görmediği, işitmediği, hissetmediği, duymadığı bir dünyaya, aleme, varlığa inanması kadar zor, belki de imkansız bir şey yoktur. İman, görmediği şeyedir. Eğer görür de hesap ederek kabul edersen bu, matematik problemi gibi bir şeydir. Ama imanın özü ve hakikati, görülmeyeni kabul etmektir. İman aynı zamanda bir bilim dalıdır. İman ederken, körü körüne kabul ediyorsun manası çıkmasın. İman ettiğin ne kadar şey varsa bunu kabul ettiğin ve o yönde gayret sarf ettiğin -buna amel denir- zaman, bu sefer inandıkların senin gönül dünyanda, kalp dünyanda, bilgi halinde sana öğretilir. Yani imanın böyle bilemediğimiz çok üstün yönü de vardır. Mesela Allah'a inanmıştın; Allah'ın varlığını kalben anlamaya, tanımaya başlıyorsun. Allah'ı akıl yoluyla ne kadar anlatırsan anlat, tanıyamazsın.Daha önce söylemiştik, akıl Allah'ın ne olduğunu değil ne olmadığını izah edebilir. O'nu, ancak iman ettikten sonra yaptığın ibadetle, Allah'ın tecellileri ile tanıma imkanını elde etmiş olursun. İnandığın şey bir hayal, bir vehim değil, bir gerçektir. Müspet ilmi, okuyarak, deney yaparak, keşfederek elde edebilirsin. Ama iman ilmini, kalp boyutundaki ilmi ise, amelle işin içine girdiğin zaman kalp gözü dediğimiz şey ile tanırsın.
Muttaki kişiler Kur'an'dan şüphe etmez buyuruyor. Demek ki bir insan takva derecesinde olmadığı müddetçe, Kur'an'ın her emrinden, her sayfasından, her satırından şüphe eder manası çıkıyor. Kim şüphe etmez? Muttakiler etmez. Demek ki biz imanımızı, ahlakımızı takva derecesinde güçlendirmediğimiz müddetçe, kaygan bir zemin üzerinde gidip geliriz manası ortaya çıkar. İman vehim değil, bir gerçektirİman eden insan ne yapar? "Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar." (Bakara, 2/3). Hakikaten insanın görmediği, işitmediği, hissetmediği, duymadığı bir dünyaya, aleme, varlığa inanması kadar zor, belki de imkansız bir şey yoktur. İman, görmediği şeyedir. Eğer görür de hesap ederek kabul edersen bu, matematik problemi gibi bir şeydir. Ama imanın özü ve hakikati, görülmeyeni kabul etmektir. İman aynı zamanda bir bilim dalıdır. İman ederken, körü körüne kabul ediyorsun manası çıkmasın. İman ettiğin ne kadar şey varsa bunu kabul ettiğin ve o yönde gayret sarf ettiğin -buna amel denir- zaman, bu sefer inandıkların senin gönül dünyanda, kalp dünyanda, bilgi halinde sana öğretilir. Yani imanın böyle bilemediğimiz çok üstün yönü de vardır. Mesela Allah'a inanmıştın; Allah'ın varlığını kalben anlamaya, tanımaya başlıyorsun. Allah'ı akıl yoluyla ne kadar anlatırsan anlat, tanıyamazsın.Daha önce söylemiştik, akıl Allah'ın ne olduğunu değil ne olmadığını izah edebilir. O'nu, ancak iman ettikten sonra yaptığın ibadetle, Allah'ın tecellileri ile tanıma imkanını elde etmiş olursun. İnandığın şey bir hayal, bir vehim değil, bir gerçektir. Müspet ilmi, okuyarak, deney yaparak, keşfederek elde edebilirsin. Ama iman ilmini, kalp boyutundaki ilmi ise, amelle işin içine girdiğin zaman kalp gözü dediğimiz şey ile tanırsın.