(dünden devam?)
Maddi ilimlerde merkez akıldır. Manevi ilimlerde de merkez kalptir. İnsan duyu organlarıyla beraber aklını çalıştırır. Aklıyla eşyanın zahir görüntüsünü kavrar, onu bilir. Maddi ilimlerin âlimi olur. Ama öyle gerçekler vardır ki, bu gerçekler bizim duyu organlarımızla idrak edilmez, kavranmaz. İnsan bu gerçekleri kalbi ile kavrar. Burası kalbin müşahede sahasıdır. Kur'an-ı Kerim'de kalp ehli, "ulu'l-elbab" olarak tanımlanır. Burada "ulu'l-elbab"dan kasıt, kalbini kullanan kalp ehli insanlardır. Yani gerçek akıl sahiplerinden bahisle kalbini hakikatte Allah'ı tanımada kullanan çalıştıran insanlar kastediliyor.
Akıl ve kalbin sahaları farklı farklıdır. Akıl maddi öğeleri tanır, kalp manevi dünyayı tanır. İşte mü'min bu iki sahayı da bilmek ve yaşamakla mükellef olan insanın adıdır. Müslüman budur. Bu yüzden Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de, "İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır" (Fatır: 35/28) buyuruyor.
Âlim eşyayı tanıyandır. Bakar ki muazzam bir nizam, bir düzen var, "Bu kadar mükemmel bir nizamın, mükevvenatın sahibi olan Zât-ı Barî ne yücedir" diye bir muhakeme ile Allah'tan, çeşitli yönleriyle beraber, nasibine göre korkar.
Ali radiyallahu anh'dan;
"İlim bulunmayan ibadette hayır yoktur; içinde anlayış bulunmayan ilimde de hayır yoktur; sonunda düşünme ve tefekkür bulunmayan okumada da hayır yoktur." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'de).
İbâdet aslında Allah'ı tanıma-bilme ilmidir. Esasen insanın Allah'ı arayışı akli değildir. Yani akılla Allah aranmaz. İnsanın Allah'ı aradığı organı kalbidir. İnsan kalp boyutunda Rabbini arar. Akılla belki çok mantıklar kurulur ama akıl Allah'ı anlamaz. Allah'ı anlatamaz. Akıl Allah'ın ne olduğunu değil ne olmadığını bilir. Bir şeyin ne olduğunu anlayabilmek için onu kuşatması lazımdır. Veya ondan ona yansımalar olması lazımdır. Akıl haddizatında bu tecellilerden mahrumdur. Akıl Cenab-ı Hakk'ın yarattıklarının tecellilerine muhataptır. Oradan geçiş yaparak, kıyas yoluyla, "Bu budur, bu da böyle olmalıdır" der.
Aklın mercii, şahidi organlardır. Gözdür, kulaktır, dildir, vesairedir. Bunlar da tam tekemmül ederek şahitliklerini yapmadıkları için de yanılma payları vardır. Kulağın yanılma payı vardır, gözün yanılma payı vardır, tatmanın yanılma payı vardır. Bir madde, saniyenin altıda bir zamanda elektromanyetik yayın yaptığı zaman göz bunu görür. Saniyenin üçte biri zamanda bu yayın yapılırsa göz bunu algılayamaz. Mesela gözle rüzgârı algılayamıyoruz. Ama başka bir duyguyla algılıyoruz.
Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bazı varlıklar vardır. Melekler, cinler gibi biz bunları gözle göremesek de bunların varlığı hakikattir. Bunları gözle göremeyen insan onların varlığını inkâr etme yoluna gidiyor.
Yine saniyede 20 dalga boyunun altındaki sesleri kulak algılayamıyor. Ama 20'nin altında da 20 binin üstünde öyle sesler vardır ki, bunları algılayamayan insan bunlar yok zannediyor.
Kısaca, biz akılla Allah'ı anlayamayız. Allah'ı tanıyacak olan kalptir. Ayine-i ilahi insanların kalbidir. Allah kulunun kalbine tecelli eder. Tecellinin Türkçedeki karşılığı yansımaktır. Bir ışık huzmesini veya herhangi bir maddeyi aynaya tuttuğumuzda ayna bunu gösterir. Aynadaki gölge gibi kalpte İlahi tecelli böyle zuhur eder. İnsan ibâdetle bu tecelliyi yakalar. İbâdetle O'nunla beraber olur. (devam edecek?)
Maddi ilimlerde merkez akıldır. Manevi ilimlerde de merkez kalptir. İnsan duyu organlarıyla beraber aklını çalıştırır. Aklıyla eşyanın zahir görüntüsünü kavrar, onu bilir. Maddi ilimlerin âlimi olur. Ama öyle gerçekler vardır ki, bu gerçekler bizim duyu organlarımızla idrak edilmez, kavranmaz. İnsan bu gerçekleri kalbi ile kavrar. Burası kalbin müşahede sahasıdır. Kur'an-ı Kerim'de kalp ehli, "ulu'l-elbab" olarak tanımlanır. Burada "ulu'l-elbab"dan kasıt, kalbini kullanan kalp ehli insanlardır. Yani gerçek akıl sahiplerinden bahisle kalbini hakikatte Allah'ı tanımada kullanan çalıştıran insanlar kastediliyor.
Akıl ve kalbin sahaları farklı farklıdır. Akıl maddi öğeleri tanır, kalp manevi dünyayı tanır. İşte mü'min bu iki sahayı da bilmek ve yaşamakla mükellef olan insanın adıdır. Müslüman budur. Bu yüzden Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de, "İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır" (Fatır: 35/28) buyuruyor.
Âlim eşyayı tanıyandır. Bakar ki muazzam bir nizam, bir düzen var, "Bu kadar mükemmel bir nizamın, mükevvenatın sahibi olan Zât-ı Barî ne yücedir" diye bir muhakeme ile Allah'tan, çeşitli yönleriyle beraber, nasibine göre korkar.
Ali radiyallahu anh'dan;
"İlim bulunmayan ibadette hayır yoktur; içinde anlayış bulunmayan ilimde de hayır yoktur; sonunda düşünme ve tefekkür bulunmayan okumada da hayır yoktur." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'de).
İbâdet aslında Allah'ı tanıma-bilme ilmidir. Esasen insanın Allah'ı arayışı akli değildir. Yani akılla Allah aranmaz. İnsanın Allah'ı aradığı organı kalbidir. İnsan kalp boyutunda Rabbini arar. Akılla belki çok mantıklar kurulur ama akıl Allah'ı anlamaz. Allah'ı anlatamaz. Akıl Allah'ın ne olduğunu değil ne olmadığını bilir. Bir şeyin ne olduğunu anlayabilmek için onu kuşatması lazımdır. Veya ondan ona yansımalar olması lazımdır. Akıl haddizatında bu tecellilerden mahrumdur. Akıl Cenab-ı Hakk'ın yarattıklarının tecellilerine muhataptır. Oradan geçiş yaparak, kıyas yoluyla, "Bu budur, bu da böyle olmalıdır" der.
Aklın mercii, şahidi organlardır. Gözdür, kulaktır, dildir, vesairedir. Bunlar da tam tekemmül ederek şahitliklerini yapmadıkları için de yanılma payları vardır. Kulağın yanılma payı vardır, gözün yanılma payı vardır, tatmanın yanılma payı vardır. Bir madde, saniyenin altıda bir zamanda elektromanyetik yayın yaptığı zaman göz bunu görür. Saniyenin üçte biri zamanda bu yayın yapılırsa göz bunu algılayamaz. Mesela gözle rüzgârı algılayamıyoruz. Ama başka bir duyguyla algılıyoruz.
Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bazı varlıklar vardır. Melekler, cinler gibi biz bunları gözle göremesek de bunların varlığı hakikattir. Bunları gözle göremeyen insan onların varlığını inkâr etme yoluna gidiyor.
Yine saniyede 20 dalga boyunun altındaki sesleri kulak algılayamıyor. Ama 20'nin altında da 20 binin üstünde öyle sesler vardır ki, bunları algılayamayan insan bunlar yok zannediyor.
Kısaca, biz akılla Allah'ı anlayamayız. Allah'ı tanıyacak olan kalptir. Ayine-i ilahi insanların kalbidir. Allah kulunun kalbine tecelli eder. Tecellinin Türkçedeki karşılığı yansımaktır. Bir ışık huzmesini veya herhangi bir maddeyi aynaya tuttuğumuzda ayna bunu gösterir. Aynadaki gölge gibi kalpte İlahi tecelli böyle zuhur eder. İnsan ibâdetle bu tecelliyi yakalar. İbâdetle O'nunla beraber olur. (devam edecek?)
Yeliz Yücel / diğer yazıları
- Üç aylar iklimi-4 / 20.03.2017
- Üç aylar iklimi-3 / 19.03.2017
- Üç aylar iklimi-2 / 18.03.2017
- Üç aylar iklimi-1 / 17.03.2017
- Muharrem'in onuncu günü: Aşura / 11.10.2016
- Bayram namazı ve kılınışı / 11.09.2016
- Haccın tamam olmasının şartları / 10.09.2016
- 'Hac Arafat'tır' / 09.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?III / 08.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?II / 07.09.2016
- Üç aylar iklimi-3 / 19.03.2017
- Üç aylar iklimi-2 / 18.03.2017
- Üç aylar iklimi-1 / 17.03.2017
- Muharrem'in onuncu günü: Aşura / 11.10.2016
- Bayram namazı ve kılınışı / 11.09.2016
- Haccın tamam olmasının şartları / 10.09.2016
- 'Hac Arafat'tır' / 09.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?III / 08.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?II / 07.09.2016