Gerçekten de kalıptan öte, tatmin olup, doyuma ulaştığımız, doğruluğuna tam inandığımız herhangi bir konuda; bizim düşünceleremizi kim değişterebilir ya da ideallerimize varmada izlediğimiz, izlerken yorulduğumuz ama zevk aldığımız bu yoldan bizi kim çıkarabilir?
Bizler en üstün amel olan "Allah'ı tanıma" ilmini alabilmek için gayret etmeli, tek başımıza kaldığımız zamanlarda ise düşünüp, tefekkür etmeliyiz. Bu tefekkür ile Yaratıcının sıfatlarını yaratılmışlarda görebilir, bakışlarımızla değişik hikmetleri okuyabiliriz. Böylelikle Yüce Allah'ı (cc) tanımada, O'na yaklaşmada mesafe kaydedip, kaydettiğimiz bu mesafe ile O'nun katında edindiğimiz dereceye göre emirlerini zevkle yapabileck hale geliriz. Dünyada eriştiğimiz nimetler sayesinde akıl almaz mükemmellikte bir sahibimizin olduğunu kavrarız.
Tefekkür konusunda kişi hem kendini hem de dışındaki herşeyi inceleyebilir. Bu tefekkür gözlüklerini takan insan, Yaratanın kendisine bağışlamış olduğu ruh dünyası olan manevi duygularını ve fiziki güzelliklerini görüp, Esma-ül Hüsna denen Allah'ın (cc) güzel isimlerinin tecellilerini bulur. Bu çağda ve bu teknoloji ile hala tam olarak çözülememiş olan vücut ve beyin hücrelerinin muazzamlığını, icatlar-keşifler yapabilecek bir cevher sahibi olduğunu anlar. Ruhumuzun penceresi, yüreğimizin aynası olan gözlerle ne eserler görür, kulaklarla ne sesler duyar, dil ile ne zikirler eder.
Yüce Yaratan, O'nu tam manasıyla tanıyıp marifetullaha, sonra bu bilgi ile O'nun sevgisi muhabbetullaha varalım diye bizlere yaşama nimeti olan hayatı verdi, kullanalım diye aklımızı verdi ve herşeyi bir düzen içinde dengeye oturttu. Bitkileri, toprağı, yağmuru, güneşi, ayı, havayı, geceyi, gündüzü kısaca insanoğluna gerekecek herşeyi sundu, ruhlar aleminde verdiğimiz sözü tutalım diye.
İnsanların evlerden çıkamadıkları sıcaklığı 36-40 dereceye varan havalarda, incecik bir kelebek uçuyor, bir yere yapışıp ölmüyor hayatını devam ettirebiliyorsa Yüce Allah'ın (cc), her yaratığına vazifesine uygun özellikler verdiğinin bir işareti değil midir? Bir takvim yaprağının arkasında herbirinin ayrı ayrı vazifeleri olan mahlukatın bazı özelliklerini okuyor (yılanlar duyamaz, karıncalar uyumaz, kelebekler ayaklarıyla tat alırlar, kangurular geri geri yürüyemezler, sineklerin beş gözü, develerin üç kaşı vardır), kimbilir ne kadar hikmetlerle bu şekilde yaratılmışlardır diyor, onların vazifelerinde kusur etmediklerini görüyorum. Sonra da insanoğluna dönüyor, bu dünyaya hangi görev ile gönderilmiş olduğumuzu bir kez daha hatırlıyor, ne kadar görevimize sadık olduğumuzun düşüncelerine dalıyorum!..
Hümeyra Ezergül