İmam Hasan büyük ihanete uğradı
İmam Hasan'ın (a.s.) ashabından birçoğu ihanet etmiş, Kûfe'de çok sayıda münafık türemiş, birçok tarihî olay ve etkenlerin sonucu Kûfe bozuk bir hâl almıştı
10.07.2012 00:00:00
İmam Hasan'ın (a.s.) durumu İmam Hüseyin'in (a.s.) durumunun tam aksidir. Yani biri hilafet makamında oturmuş, diğeri ise ona itiraz ediyor; biri öldürülecek olursa Müslümanların halifesi hilafet makamında öldürülmüş olacak; bu ise İmam Hüseyin (a.s.) için dahi bir sorun olacaktı. Nitekim İmam Hüseyin de (a.s.) birinin Resûlullah'ın (s.a.v.) yerinde ve Hazretin hilafet makamında öldürülmesini istemiyordu. İmam Hüseyin'in (a.s.) Mekke'de öldürülmeye razı olmadığını görüyoruz. Neden acaba? Şöyle buyuruyor: “Bu durumda Mekke'nin saygınlığı çiğnenmiş olur; bu saygınlık ortadan kalkar. Nasıl olsa beni öldürecekler; neden beni Allah'ın hareminde öldürsünler ve böylece Allah'ın hareminin ve Beytullah'ın da saygınlığını çiğnesinler?”
Biz İmam Ali'yi (a.s) görüyoruz ki; Osman'ın döneminde insanlar ayaklanınca, (Ki hak üzere de ayaklanmışlardı; yani bütün itirazları yerindeydi (bugün Ehl-i Sünnet de Osman'a karşı olanların itirazlarının yerinde olduğunu kabul etmektedir) dolayısıyla Ali (a.s.) kendi hilafeti döneminde onları ağırlıyordu. Osman'a itiraz edenler ve onun katilleri arasında Muhammed b. Ebubekir ve Mâlik-i Eşter gibi kişiler vardı; bunlar daha önce olduğu gibi sonraları da Emirü'l-Mü'minin Ali'nin (a.s.) özel ashabından oldular) onların isteklerinin yerine getirilmesini çok fazla isterken, Osman'ın öldürülmesini de istememektedir. Osman'ı ciddi bir şekilde savunmakta ve bu konuda Nehcü'l Belaga'da da şöyle buyurmaktadır: “Osman'ı o kadar savundum ki bu açıdan günahkâr olmaktan korktum.” (Nehcü'l Belaga, 240. Hutbe)
Osman'ı savunmasının nedeni onun taraftarı olduğu için miydi, yoksa bunda başka bir amaç mı güdüyordu? Elbette ki Osman taraftarı değildi, savunmasının illetini şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Senin öldürülmüş halife olmandan korkuyorum. Müslümanların halifesinin hilafet makamında öldürülmesi İslam âlemi için utanç vericidir; hilafet makamına saygısızlıktır. Bunların istekleri meşrudur, onları yerine getir, bırak bunlar çekip gitsinler.”
Diğer taraftan Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s.) ayaklanan insanlara, hak sözü söylemeyin, Osman'ın işlerine karışmayın; bu diretiyorsa sizler çekip gidin, evlerinizde oturun demek de istemiyordu, çünkü halifenin eli her ne kadar açık ve serbest olsa haksızlıkları da bir o kadar artar. Elbette bunu insanlara açıklamıyordu; açıklamaması da gerekiyordu. Fakat Osman'ın da hilafet makamındayken öldürülmesini istemiyordu. Ne yazık ki Emirü'l-Mü'minin Ali'nin istemediği şey oldu.
Dolayısıyla tarihten anlaşıldığı kadarıyla İmam Hasan (a.s.) direnecek olsaydı bu, onun ölümüyle sonuçlanacaktı; bu ise imamın ve halifenin hilafet makamında öldürülmesi demekti. İmam Hüseyin'in (a.s.) öldürülmesi böyle değildi, yönetime karşı çıkan bir kişinin öldürülmesiydi. İmam Hasan (a.s.) dönemi ile İmam Hüseyin (a.s.) dönemi arasındaki farklı şartların ilki buydu.
İkinci Fark: İmam Hasan'ın (a.s.) ashabından birçoğu ihanet etmiş, Kûfe'de çok sayıda münafık türemiş, birçok tarihî olay ve etkenlerin sonucu Kûfe bozuk bir hâl almıştı. Ancak her ne kadar Irak (Kûfe) ordusu zayıf duruma düşmüş idiyse de; bu, ordunun tamamen yok olduğu, Muaviye'nin orayı rahat bir şekilde fethedeceği (hâşâ) yani Resûlullah'ın (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği gibi çok kolay bir şekilde ele geçireceği anlamına gelmezdi.
Kûfe'de yaşanan büyük sıkıntılardan birisi de Haricilerin ortaya çıkmasıdır. Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s) Haricilerin ortaya çıkışını, gerçekleşen hesapsız fetihlerden kaynaklandığını düşünmektedir. İnsanların talim ve terbiyeye tâbi olamadan, İslam ahlakıyla ve dinin ruhuyla aşina olmadan, belli prensipler doğrultusunda genişletilmesi gereken İslam sınırlarının, bunlara paralel olarak genişletilmediğini ve fitnenin kökünün de bu sorundan kaynaklandığını söylüyordu. Nehcü'l-Belaga'da bu konu şöyle geçer: “Eğitim almayan, öğrenmeyen, İslam'ı tanımayan ve İslam'ın talimatının derinliklerine aşina olmayan kişiler Müslümanların arınsa girip diğerlerinden daha fazla Müslümanlık iddiasında bulundular.”
Her halükârda, Kûfe'de parçalanma ve gruplaşma meydana geldi. Ahlâk, insanlık, din ve iman ilkelerine bağlı olmayanların, söz konusu ilkelere bağlı olan insanlara oranla daha güçlü konumda olduğunu hepimiz kabul etmekteyiz. Muaviye parayla Kûfe'de büyük bir üs oluşturmuştu; sürekli Kûfe'ye gönderdiği casuslar bir taraftan bol miktarda para dağıtıp insanları satın alıyor, diğer taraftan da yaygara çıkarıp halkın moralini bozuyorlardı. İmam Hasan (a.s.) direnecek olsaydı Muaviye'nin yüz elli bin kişilik ordusuna karşı koyabilecek en az otuz kırk bir kişilik bir ordu oluştururdu ve belki de (tarihte yer aldığı üzere) yüz bin kişilik büyük bir ordu çıkarabilirdi onun karşısına. Fakat bütün bu çabasının karşısında elde edeceği sonuç ne olurdu? Sıffin'de Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s.) Irak ordusunun daha iyi ve sayısal üstünlüğü olduğu o dönemde Muaviye'yle on sekiz ay savaştı. On sekiz ay sonra Muaviye nerdeyse tam bir yenilgiye uğramak üzereyken Kur'an sayfaların mızraklara takarak bu hile ile onları durdurmayı başarmıştı.
Biz İmam Ali'yi (a.s) görüyoruz ki; Osman'ın döneminde insanlar ayaklanınca, (Ki hak üzere de ayaklanmışlardı; yani bütün itirazları yerindeydi (bugün Ehl-i Sünnet de Osman'a karşı olanların itirazlarının yerinde olduğunu kabul etmektedir) dolayısıyla Ali (a.s.) kendi hilafeti döneminde onları ağırlıyordu. Osman'a itiraz edenler ve onun katilleri arasında Muhammed b. Ebubekir ve Mâlik-i Eşter gibi kişiler vardı; bunlar daha önce olduğu gibi sonraları da Emirü'l-Mü'minin Ali'nin (a.s.) özel ashabından oldular) onların isteklerinin yerine getirilmesini çok fazla isterken, Osman'ın öldürülmesini de istememektedir. Osman'ı ciddi bir şekilde savunmakta ve bu konuda Nehcü'l Belaga'da da şöyle buyurmaktadır: “Osman'ı o kadar savundum ki bu açıdan günahkâr olmaktan korktum.” (Nehcü'l Belaga, 240. Hutbe)
Osman'ı savunmasının nedeni onun taraftarı olduğu için miydi, yoksa bunda başka bir amaç mı güdüyordu? Elbette ki Osman taraftarı değildi, savunmasının illetini şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Senin öldürülmüş halife olmandan korkuyorum. Müslümanların halifesinin hilafet makamında öldürülmesi İslam âlemi için utanç vericidir; hilafet makamına saygısızlıktır. Bunların istekleri meşrudur, onları yerine getir, bırak bunlar çekip gitsinler.”
Diğer taraftan Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s.) ayaklanan insanlara, hak sözü söylemeyin, Osman'ın işlerine karışmayın; bu diretiyorsa sizler çekip gidin, evlerinizde oturun demek de istemiyordu, çünkü halifenin eli her ne kadar açık ve serbest olsa haksızlıkları da bir o kadar artar. Elbette bunu insanlara açıklamıyordu; açıklamaması da gerekiyordu. Fakat Osman'ın da hilafet makamındayken öldürülmesini istemiyordu. Ne yazık ki Emirü'l-Mü'minin Ali'nin istemediği şey oldu.
Dolayısıyla tarihten anlaşıldığı kadarıyla İmam Hasan (a.s.) direnecek olsaydı bu, onun ölümüyle sonuçlanacaktı; bu ise imamın ve halifenin hilafet makamında öldürülmesi demekti. İmam Hüseyin'in (a.s.) öldürülmesi böyle değildi, yönetime karşı çıkan bir kişinin öldürülmesiydi. İmam Hasan (a.s.) dönemi ile İmam Hüseyin (a.s.) dönemi arasındaki farklı şartların ilki buydu.
İkinci Fark: İmam Hasan'ın (a.s.) ashabından birçoğu ihanet etmiş, Kûfe'de çok sayıda münafık türemiş, birçok tarihî olay ve etkenlerin sonucu Kûfe bozuk bir hâl almıştı. Ancak her ne kadar Irak (Kûfe) ordusu zayıf duruma düşmüş idiyse de; bu, ordunun tamamen yok olduğu, Muaviye'nin orayı rahat bir şekilde fethedeceği (hâşâ) yani Resûlullah'ın (s.a.v.) Mekke'yi fethettiği gibi çok kolay bir şekilde ele geçireceği anlamına gelmezdi.
Kûfe'de yaşanan büyük sıkıntılardan birisi de Haricilerin ortaya çıkmasıdır. Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s) Haricilerin ortaya çıkışını, gerçekleşen hesapsız fetihlerden kaynaklandığını düşünmektedir. İnsanların talim ve terbiyeye tâbi olamadan, İslam ahlakıyla ve dinin ruhuyla aşina olmadan, belli prensipler doğrultusunda genişletilmesi gereken İslam sınırlarının, bunlara paralel olarak genişletilmediğini ve fitnenin kökünün de bu sorundan kaynaklandığını söylüyordu. Nehcü'l-Belaga'da bu konu şöyle geçer: “Eğitim almayan, öğrenmeyen, İslam'ı tanımayan ve İslam'ın talimatının derinliklerine aşina olmayan kişiler Müslümanların arınsa girip diğerlerinden daha fazla Müslümanlık iddiasında bulundular.”
Her halükârda, Kûfe'de parçalanma ve gruplaşma meydana geldi. Ahlâk, insanlık, din ve iman ilkelerine bağlı olmayanların, söz konusu ilkelere bağlı olan insanlara oranla daha güçlü konumda olduğunu hepimiz kabul etmekteyiz. Muaviye parayla Kûfe'de büyük bir üs oluşturmuştu; sürekli Kûfe'ye gönderdiği casuslar bir taraftan bol miktarda para dağıtıp insanları satın alıyor, diğer taraftan da yaygara çıkarıp halkın moralini bozuyorlardı. İmam Hasan (a.s.) direnecek olsaydı Muaviye'nin yüz elli bin kişilik ordusuna karşı koyabilecek en az otuz kırk bir kişilik bir ordu oluştururdu ve belki de (tarihte yer aldığı üzere) yüz bin kişilik büyük bir ordu çıkarabilirdi onun karşısına. Fakat bütün bu çabasının karşısında elde edeceği sonuç ne olurdu? Sıffin'de Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s.) Irak ordusunun daha iyi ve sayısal üstünlüğü olduğu o dönemde Muaviye'yle on sekiz ay savaştı. On sekiz ay sonra Muaviye nerdeyse tam bir yenilgiye uğramak üzereyken Kur'an sayfaların mızraklara takarak bu hile ile onları durdurmayı başarmıştı.