Varlık âleminde en aktif yaratık insandır. Adeta herşeyin merkezi; her yönün kendisine baktığı, her yolun kendisine çıktığı nokta insanoğludur. Bütün varlık insanın etrafında döner, herşey onun emrine verilmiştir. Dolayısıyla insanın ehemmiyetini ve merkeziyetini hiçbir yaratık elde edemez. Bu sebeple Âlemlerin Rabbi, varlık sahnesinde insanı muhatab almış; içlerinden seçtiği binlerce elçisini yine insanoğluna göndermiştir. Kimi kere çok özel hallerde kuluna -Miraç'ta olduğu gibi- vasıtasız hitap etmiş, kimi kere Cebrail'i elçi edinerek insanoğluna vahyetmiş, genel mânâda da melekler ile desteklediği peygamberlerini, seçkin kullarını insanlara elçi kılmıştır. Ancak neticede muhatap kabul edilen mahluk insandır. Taşa,toprağa, kurumlara...vs değil, insanlara, yine insanlardan seçilen aracılar ve elçiler gönderilmiştir.
Fıtratını yakalaması istenen, hidayete çağrılan, mutluluğu, imar ve ihyası istenen bizzat insanın kendisidir. Bu ilâhî ve fıtrî gerçek, insanın değeri ve konumu bakımından dikkat çekicidir; en zayıf, en bitkin, düşkün bir insan bile bütün mahlukatın üstünde bir konuma sahiptir. Varlık, eşya, âlem ve herşeyin imar ve ihyası da insana bağlıdır, insana endekslidir. İnsan hiçbir zaman ikinci plana itilemez; bu, fıtrat çizgisinden taşmaktır. Zira insan, Allah'ın halifesi olmaya namzettir. Cenab-ı Hak insanoğlunu yaratacağını meleklere müjdelerken, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" tarzında takdim etmiştir. Bu sebeple gaye ve yaradılış hikmeti, Allahın halifesi olmak şanını taşımaktır. Bu gaye, insanın varlık içindeki konumunu ve değerini belirler.
Prof. Dr. Haydar Baş