Mevlâna, bakın ne diyor bu vadide:
"A güzellik vurgunu
Yol nereye
Açıldı işte beden kafesinin kapısı
Uç ey kuş
Öz cevherine doğru uç
İşte acı su, işte bataklık
İşte ölmezlik, işte hürriyet
Canın yüce doruğuna uç
Çık git aradan ey can
Ne vakte kadar taşla toprakla
Çanakla çömlekle dolduracağız eteğimizi
Bu toprak kalıp nasıl kafese koydu seni
Nasıl çuvala soktu
Yırt çuvalı da çevreye bak
Yüceler yücesi, sen sor gene sen cevap ver
Çünkü sorular bilgini de sen, cevaplar bilgini de sen.
İnsanın, vuslatı için nefsin yedi mertebesini aşması lazımdır. Ancak bundan evvel insanın bu mertebeleri geçmeye ve de nefsin alâmet ve işareti olan ahlâk-ı zemimeyi aşmaya karar vermesi lazımdır.
Mevlâna'yı ve onun ezelî mesajını daha iyi anlamak, İslâm'la bütünleştiğini, İslâm'ı yaşamada azimet ve takva yolunu seçtiğini ve O'nun İslâm'ı aşk yoluyla yaşanan bir dâvâ olarak benimsediğini yakînen kavrayabilmek için "arayış" ve "hak yolculuğu" gerçeğini daha derinlemesine tetkik etmek zarureti vardır. Bu tetkik, hem İslâm ummanının sonsuzluğunu biraz olsun anlamamıza vesile olacak hem de Hz. Mevlâna'nın nasıl bir hakikat eri olduğunu bize öğretecektir. Bu tetkik aynı zamanda İslâm'da insan gerçeğini de bize anlatacak, en büyük dâvânın "iman ve insan dâvâsı" olduğunun da bir teyidi olacaktır.
O halde Mevlâna, İslâm ve İnsan gerçekleri, birbirlerinin mütemmimi olan büyük hakikatlerdir. Yani, İslâm'ı anlamanın en önemli kapısı insanı anlamaktır. İnsan gerçeğine ulaşmada en önemli müşahhas kapılardan biri de Hz. Mevlâna'dır. Her devirde olduğu gibi özellikle günümüzde, insanlığın Mevlâna'ya ve onun mesajına hayatî ihtiyaç vardır. Evet, insan neyi arıyor? Ruhun hasreti hangi büyük gerçeğe yöneliktir, bunu görelim.
RUHUN ARAYIŞI
Ruhların, madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları bir gerçektir. Murad-ı ilâhî böyle zuhur etmiş ve insan evvela mânâ (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir.
Bu varlığa ilk hitap, "Ben sizin Rabb'ınız değil miyim?" dir. Böylece güzellerin güzeline, gerçeklerin gerçeğine, canların canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır. Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki, madde âleminde "hayır sen yoksun, ben varım" diyerek ilâhlık iddiasında bulunan Nemrut'la, Firavun'lar ve hattâ madde ve mânâ âlemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed'in (sav) karşısına çıkan Ebu Cehil bile, O "Güzel"e, O "Hüsn-ü Mutlak"a ve "Gerçek"e, "Sen bizi yaratansın" demiş, O'nun ulûhiyetini tasdik, kendi aczini kabul etmiştir.
"A güzellik vurgunu
Yol nereye
Açıldı işte beden kafesinin kapısı
Uç ey kuş
Öz cevherine doğru uç
İşte acı su, işte bataklık
İşte ölmezlik, işte hürriyet
Canın yüce doruğuna uç
Çık git aradan ey can
Ne vakte kadar taşla toprakla
Çanakla çömlekle dolduracağız eteğimizi
Bu toprak kalıp nasıl kafese koydu seni
Nasıl çuvala soktu
Yırt çuvalı da çevreye bak
Yüceler yücesi, sen sor gene sen cevap ver
Çünkü sorular bilgini de sen, cevaplar bilgini de sen.
İnsanın, vuslatı için nefsin yedi mertebesini aşması lazımdır. Ancak bundan evvel insanın bu mertebeleri geçmeye ve de nefsin alâmet ve işareti olan ahlâk-ı zemimeyi aşmaya karar vermesi lazımdır.
Mevlâna'yı ve onun ezelî mesajını daha iyi anlamak, İslâm'la bütünleştiğini, İslâm'ı yaşamada azimet ve takva yolunu seçtiğini ve O'nun İslâm'ı aşk yoluyla yaşanan bir dâvâ olarak benimsediğini yakînen kavrayabilmek için "arayış" ve "hak yolculuğu" gerçeğini daha derinlemesine tetkik etmek zarureti vardır. Bu tetkik, hem İslâm ummanının sonsuzluğunu biraz olsun anlamamıza vesile olacak hem de Hz. Mevlâna'nın nasıl bir hakikat eri olduğunu bize öğretecektir. Bu tetkik aynı zamanda İslâm'da insan gerçeğini de bize anlatacak, en büyük dâvânın "iman ve insan dâvâsı" olduğunun da bir teyidi olacaktır.
O halde Mevlâna, İslâm ve İnsan gerçekleri, birbirlerinin mütemmimi olan büyük hakikatlerdir. Yani, İslâm'ı anlamanın en önemli kapısı insanı anlamaktır. İnsan gerçeğine ulaşmada en önemli müşahhas kapılardan biri de Hz. Mevlâna'dır. Her devirde olduğu gibi özellikle günümüzde, insanlığın Mevlâna'ya ve onun mesajına hayatî ihtiyaç vardır. Evet, insan neyi arıyor? Ruhun hasreti hangi büyük gerçeğe yöneliktir, bunu görelim.
RUHUN ARAYIŞI
Ruhların, madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları bir gerçektir. Murad-ı ilâhî böyle zuhur etmiş ve insan evvela mânâ (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir.
Bu varlığa ilk hitap, "Ben sizin Rabb'ınız değil miyim?" dir. Böylece güzellerin güzeline, gerçeklerin gerçeğine, canların canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır. Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki, madde âleminde "hayır sen yoksun, ben varım" diyerek ilâhlık iddiasında bulunan Nemrut'la, Firavun'lar ve hattâ madde ve mânâ âlemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed'in (sav) karşısına çıkan Ebu Cehil bile, O "Güzel"e, O "Hüsn-ü Mutlak"a ve "Gerçek"e, "Sen bizi yaratansın" demiş, O'nun ulûhiyetini tasdik, kendi aczini kabul etmiştir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.