Hani biz bir aileydik!
Sağlıklı bir yaşam için gerekli olduğu kadar, aynı zamanda bir hak olan spor etkinlikleri açısından, spor kulüpleri oldukça önem taşımaktadır. Üstelik spor, barış için, barışı desteklemek için insanları bir araya getiren önemli unsurlar arasındadır. Spor müsabakalarında rekabet olduğu kadar, seyir zevkinden kaynaklanan adeta bir aile birliği dayanışması da vardır.
Barış olması gerekirken, "sporda şiddet" niye gündemden düşmüyor? Özellikle "Türk futbolu nereye koşuyor" sorusu ve sorununa cevap ve çözüm arayışları neden çaresizlik duvarına çarpmıştır?
Amiyane tabirle açıklarsak: Mal meydanda… Futbolda yükselen şiddet ve düzensizlik dalgasına Türkiye'nin geldiği politik ve sosyal iklim açısından bakmak gerek. Toplumun her kesiminden yükselen şiddet ve nefret sarmalı ortasında futbolun bundan nasibini almaması mümkün olabilir miydi? Evde, okulda, kışlada, karakolda, politikada, sokakta, yuvada, hastanede, trafikte sürekli karşılaştığımız ve gün geçtikçe olağan hale gelen şiddet, tabii ki tribünleri de etkisi altına alıyor.
Çıkarılan, ancak gerektiği gibi uygulanmayan kanunlarla bu durumun düzeltilemeyeceği aşikâr.. Şiddetin tek suçunu futbol taraftarına yüklemek ve bunun üzerinden yapılacak düzenlemeler, her zaman olduğu gibi bir işe yaramayacaktır. Toplumsal olarak bir bahar havası estirilmedikçe, tribünlerin de çiçek açması ham hayal olacaktır.
Cuma derbisini de gördük. Dünyanın büyük derbilerinden Fenerbahçe-Galatasaray derbisi, tarihinde ilk kez Cuma günü oynandı. Oysa hafta sonu Cumartesi ve daha çok Pazar günleri oynanmış olan derbiler, önemini gittikçe kaybettiğinden midir bilinmez, hafta arasına kaydırılıyor.
Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde yaşananlar, oynandığı günün hafta sonu olup olmamasını çoktaaan gerilerde bıraktı. Maç sonrası yeşil saha savaş alanına dönmüş; taraftarı, yöneticisi, antrenörü, yedeği, güvenlikçisi, polisi sahaya doluşmuş hakem ve oyucularla "sarmaş dolaş" olmuştur.
Cezanın renginde sarı ve kırmızı kartlar havada uçuşurken, "Kızaran kartlar mı, yoksa yüzler mi" sorusuydu havada savrulan.
Suçların da adisi var, yüz kızartıcı olanı da. Diyeceksiniz ki, suç suçtur, bunun kırmızısı beyazı olmaz! Ama ceza hukukunda bu ayırım önemlidir ve teker teker sayılmıştır. Örneğin rüşvet, dolandırıcılık, evrakta sahtekârlık… Bir yüksek mahkeme kararını hatırlıyorum; kamuda çalışan memur bir kadınla yine bir erkek memur arasında cinsel ilişki kurmaları nedeniyle ve yüz kızartıcı suç işledikleri gerekçesiyle memuriyetlerine son verilir. Çünkü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, yüz kızartıcı suçları memuriyetten ihraç sebebi saymaktadır. Aynı kamu kurumunda çalışan ve görevlerine son verilen söz konusu memurlar, ihraç işleminin iptali için İdari Yargıya başvururlar. Danıştay, cinsel ilişkinin yüz kızartıcı suçlardan olmadığı gerekçesiyle İdarenin işlemini iptal eder. Yüksek Yargının kararı vicdanları rahatsız etse de, hukuka uygun olmasa da yasalara uygundur. Yasal olan her zaman hukuka uygun olmayabilir. Rüşveti yüz kızartıcı suç saysa da cinsel ilişkiyi memuriyetten ihracı gerektiren suç saymayan Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Devlet Memurları Kanunu açısından Danıştay'ın kararı yasalara uygun görünmektedir. İleriye gitmeden şunu söyleyelim, TCK zinayı suç saymamaktadır. Durum pekâlâ düzeltilebilir; Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) yasa yapmaya, kaldırmaya, değiştirmeye yetkili organdır. (Anayasa, madde: 87)
Hal böyle olunca ve yasa yapmak ve değiştirmek de, anayasa değiştirmek kadar zor olmadığından, yani yarıdan bir fazla, basit çoğunlukla zinayı suç ve disiplin hukuku açısından da yüz kızartıcı suç olarak düzenleyebilirsiniz. Muhalefet TBMM'de çoğunluğu temin edemediğinden, kaldı ki şu andaki meclis aritmetiği muhalefete sayısal üstünlük sağladığından, birlikte hareket ettiklerinde, iktidar partisine rağmen, istedikleri yasal düzenlemeleri yapabilir. Yetkilerine rağmen bunları yapmıyorlarsa kırmızı kartı hak eden kızarmış yüzlerini saklayabilecekler mi acaba!
Futbolda yaşananlara dönersek eğer, hakemin kırmızı kart gösterdikleri dışında, hesapta bağımsız olan ama siyasetin gölgesinde kalan TFF (Türkiye Futbol Federasyonu), siyasilerin müdahalesi, kulüplerin başkan ve yönetimlerinin nefret söylemleri, kırmızı kartlara rahmet okutacak boyutlara ulaşmış durumdadır.
Diyecek odur ki, şiddetle büyüyenler şiddetle yaşar.