Aslında Mesut Yılmaz bunu hep yapıyor. Ne zaman devletin zirvesinde çok önemli bir karar verme toplantısı yapılacak olsa kendisine bağlı bürokratlar veya partisinin fikri tetikçileri ile gündemi dalgalandırıyor, kamuoyunu ve karar verme mekanizmalarını etkilemeye çalışıyor.
Mesut Yılmaz memleketteki AB müşevviklerinin siyasi örgütü konumuna gelen ANAP'ın Genel Başkanı. Siyasi hayatını, Türkiye'nin AB'ye sokulmasına endekslemiş durumda. En erken 2010, hâttâ 12 de gerçekleşecek muhal bir AB üyeliği aldatmacası üzerinde siyasi oyunlar oynuyor.
2000 senesi Kasım ayının olağan MGK toplantısı yapılmadan iki gün önce Cumhuriyet tarihinde ilk defa MİT Müsteşarı basın mensupları ile kahvaltı yapıyor ve "Kürtçe TV yayını ve Öcalan'ın asılmaması" konularında fikir beyan ediyordu.
Şimdi de Şubat 2002 toplantısından iki gün önce ANAP'lı Devlet Bakanı Keçeciler "PKK'nın sandığa daveti" anlamına gelebilecek temrinler yapmaktadır. Dahası kulislerde ANAP'ın HADEP ile 20 sandalyelik bir kontenjan üzerinde anlaştığı dedikoduları dolaşmaktadır.
Türkiye'nin o çok kritik 12 Ocak 1999 "Liderler Zirvesi"inden hemen önce de "Öcalan'ın dirisi ölüsünden daha kıymetlidir" yollu bir MİT raporu basına sızdırılıp kamuoyu oluşturulmak istenilmemiş miydi?
Devlet Bahçeli son günlerde idam konusunun getirildiği konum dolayısı ile çok kızgın; elindeki 12 Ocak 1999 tarihli protokolü basın mensuplarına gösteriyor ve " Üç liderin imzalı metni bu. Bu sözlerin bu belgede bugün için anlamı kalmamış ise Türkiye'de çok şeyi gözden geçirmek gerekir" diyor.
Ne diyordu üç "lider" o mahût "Öcalan'ın infazı konusunda AİHM kararının beklenilmesi"ni öngören protokolde, bir hatırlayalım: "Genel Başkanlar, hukuka saygı içinde aldıkları bu kararın, terör örgütü ve yandaşı çevrelerce milleti ve devleti ile Türkiye'nin yüksek menfaatleri aleyhine kullanılmak istendiğinin değerlendirilmesi halinde, erteleme süreci kesilerek infaz sürecine derhal geçilmesi hususunda görüş birliğine varmışlardır."
Şimdi büyük bir telaşla İlhan Selçuk ile geniş cephe arayışları içine giren Sayın Bahçeli Öcalan'ın kurtarılmasına giden iyi niyet yolunun taşlarının o 12 Ocak toplantısında döşenmeye başlandığını gerçekten fark etmemiş miydi?
Bahse girerim Ecevit ve Yılmaz daha o zamandan "Hele şu 12 Ocak'ı atlatalım, zaman kazanalım, gün doğmadan neler doğar" düşüncesinde idiler.
İki yılda "Öcalan'ı asalım"dan, "PKK seçime girsin ne olur" a getirilmiştir kamuoyu Yılmaz'ın ince nağmeleri sayesinde.. Bahçeli kızgındır ama üzerinde durduğu zemin de ayaklarının altından her geçen gün kaymaktadır.
Sayın Kıvrıkoğlu'nun da biz 12 Ocak 1999 tarihini kolay unutmayacağını zannediyoruz. Basın araçları o gün, resmi bir ziyaret için Paris'te bulunan Kıvrıkoğlu'nun rahatsızlanarak Paris'te bir hastahaneye kaldırıldığını duyurdular.
Kıvrıkoğlu'nun aynı gün gerçekleştirilen "liderler zirvesi" öncesinde mi, yoksa imzalanan protokolü duyduktan sonra mı "rahatsızlandığı" konusunda rivayetler muhteliftir ve sorunun cevabını en iyi elbette yine Sayın Genelkurmay Başkanı bilir.
12 Ocak 2000'den dört ay önce 4 Eylül 1999'da idam konusunda hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde açık ve net bir biçimde "Biz bu işte tarafız. 15 sene ona karşı savaştık. Bize görüş sormayın. Çünkü vereceğimiz yanıtta duygularımızla hareket ederiz. Karar Yargıtay'dan sonra siyasilere aittir. Siyasiler oturup düşüneceklerdir. Neden nihai yetki siyasilere tanınmış? Çünkü bu tür kararlarda ülke yararının ne olacağına da bakılması istenmiş ve bu yetki siyasilere verilmiş. Bu iş siyasilerindir. Hangi kararı verilerse, o karar geçerli olacaktır'' diyen Kıvrıkoğlu'nun bu sözlerinden onun "Öcalan'ın idamının aleyhinde" olduğu anlamını çıkarmak için her halde ya siyasetçi ya da AB muhibbi olmak gerekir.
Bizce Kıvrıkoğlu yukarıdaki cümlede yer alan "yetkinin siyasilere verilmiş olduğu" tespitiyle siyasileri vicdanlarına değil ama tarihe ve daha da önemlisi Allah'a havale etmiştir.