Önceki akşam Kanal 7'nin İskele'sine demir atan ilahiyatçı zevat-ı kiramın söylemleri benim hiç hayretimi celb etmedi. Telefonlarımızı kilitleyen insanlar, "Bunlar, Müslümanları terörist ya da terörden zevk alan tipler olarak göstermeye çalışıyorlar, izlemiyor musunuz?" dediklerinde, "Öyle bir kasıtları olamaz, yanlış anlamışsınızdır" karşılığını vermemize rağmen ikna etmek ne mümkün...
Asıl önemli nokta, ortaya konulan ilahiyatçı prototipi... Meğer terörle ilgili, özellikle ABD'nin güdümlü enformasyonuyla "baş şüpheli" ilan edilen Bin Ladin'in işlediği "muhtemel terör"le ilgili ne ayetler, ne hadisler, ne muhteşem fıkhî ölçüler varmış da milletin haberi yokmuş.
Mesela, savunma amaçlı haklı bir savaşta bile düşman öldürüldüğünde bir müslüman askerin "sevinme hakkı" bile yokmuş. Sosyo-kültürel ölçülere göre kendisinin müslüman olduğunu söyleyen nicelerinin "Kitaptaki İslam"a göre müslüman olmadığı, hatta kendisinin müslüman olmadığını söyleyen nicelerinin de aslında "Kitab"a göre müslüman olduğunu fakat kendisinin bunun farkında olmadığını şimdiye kadar anlatan olmamışmış. Buna ilaveten, "Kitap"tan uzaklaşarak sosyokültürel ayrımcılıkla kimilerinin Müslüman, kimilerinin Hristiyan, kimilerinin Yahudi... vs diye ayrıştırılması doğru değilmiş; zaten asıl karmaşa bundanmış. Hatta "Kitab"a göre yapılacak bir kategorize ile bütün bunların nasıl da bir bütün olduklarını anlamak tevhidin gereğiymiş...
Terörün tanımını yapamadı ekran uleması. Vatanı, bayrağı, namusu, dini muhafaza etmek için ortaya konulan çabalara değinemedi kimse. Dahası, "Beraat-ı zimmet asıldır/Aksi sabit oluncaya kadar suçsuzluk esastır" kuralı, ABD'nin "global konjonktür"üne uymadığı için mi bilinmez, böyle bir esası hatırlayan olmadı. Tezgahtaki terörleri kimin işlediği konusu hep şüpheli de olsa, "konjonktür" gereği "şüphesiz müslüman"ların işlediği kanaatı etrafında örüldü fikirler. İzleyinleri rahatsız eden bakış tarzı bu.
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu hoca herhalde ekrandaki acemiliğinden olacak, bir kaç kere "Her tarafta müslümanlar mezalim altında. Realiteleri görmeliyiz, hükümleri ona göre düşünmeliyiz. Biz islam adına birilerinden özür dileme pozisyonuna giremeyiz; "demek zorunda kaldı. Bu cümlesi "Merd-i kıptî sirkatin söyler" kabilinden algılanmış olacak ki, hem sayın sunucu, hem de yanıbaşındaki meslektaşı tarafından üstüste ikaz edildi.
Kırbaşoğlu, böyle karmaşık olayların asıl perde arkasının irdelenmesi gerektiğini, hükümlerin de bu çerçevede ortaya konması lazım geldiğini ısrarla söylemeye çalıştıysa da, programın maksadını aşan ve muhtemel ki asıl, ABD ve yandaşlarının terörün kaynağı olduklarının açığa çıkacağı bu nevi yaklaşımın doğru olmayacağı uyarısıyla frenlendi. Zira sayın sunucunun ifadesiyle programın amacı ABD'nin yaptıkları değil, Bin Ladin'in, Afgan halkının, Filistin halkının ve sair müslümanların tepkilerinin İslamî olup olmadığıydı.
Toplum, bu tabloya yabancı değil. Dinlerarası diyalogçuların Türkiye-Avrasya distribütorlüğü hizmetininin ardından ABD'de konuşlandırılmış bir hocaefendinin Körfez Savaşı'nda İsrailli çocuklar için sabahlara kadar nasıl ağladığını ve ıstırap çektiğini duymayan kalmamıştı. Bugün yaşananlar, işte bu duyarlığın siyasi boyutudur. Nitekim birkaç günden beri telefonlarımızı kilitleyen bazı dostlarımız, Tayyip Erdoğan'ın Beyazsaray kardinalinden özel eğitim almış bir hristiyan edasıyla "Tanrı, başkan ve kongre üyelerini, İsa Mesih'in yolundan ayırmasın. İsa der ki, kendin için istemediğini başkası için de isteme" duasının ardından bu minval üzere programlar beklediklerini söylediler.
Bosna'da, Filistin'de, Çeçenistan'da yıllardan beri uygulanan "devlet terörü" diye nitelenebilecek mezalim karşısında hep suskun kalmayı yeğleyen, o zamanlar ayetleri-hadisleri unutuveren, Körfez'de ABD'nin bomba sağanağı altında can veren binlerce masumun hali ve halen devam eden bombalamalardaki müslüman zayiatı karşısında hep gözlerini yummayı tercih eden bu zevat-ı kiramın, Kanal 7 ekranına konuşlandırılmasından daha doğal ne olabilir?
Tüm değer ve ölçülerin konjonktüre kurban edildiği bir süreçte en zor iş, herhalde samimi, ölçülü ve dosdoğru bir müslüman olarak ayakta kalabilmektir. Bu zoru başarmak, dünya ve ahireti kazandıracak en yüce haldir, en güzel ahlaktır. Gerisi kîl ü kâl...
Asıl önemli nokta, ortaya konulan ilahiyatçı prototipi... Meğer terörle ilgili, özellikle ABD'nin güdümlü enformasyonuyla "baş şüpheli" ilan edilen Bin Ladin'in işlediği "muhtemel terör"le ilgili ne ayetler, ne hadisler, ne muhteşem fıkhî ölçüler varmış da milletin haberi yokmuş.
Mesela, savunma amaçlı haklı bir savaşta bile düşman öldürüldüğünde bir müslüman askerin "sevinme hakkı" bile yokmuş. Sosyo-kültürel ölçülere göre kendisinin müslüman olduğunu söyleyen nicelerinin "Kitaptaki İslam"a göre müslüman olmadığı, hatta kendisinin müslüman olmadığını söyleyen nicelerinin de aslında "Kitab"a göre müslüman olduğunu fakat kendisinin bunun farkında olmadığını şimdiye kadar anlatan olmamışmış. Buna ilaveten, "Kitap"tan uzaklaşarak sosyokültürel ayrımcılıkla kimilerinin Müslüman, kimilerinin Hristiyan, kimilerinin Yahudi... vs diye ayrıştırılması doğru değilmiş; zaten asıl karmaşa bundanmış. Hatta "Kitab"a göre yapılacak bir kategorize ile bütün bunların nasıl da bir bütün olduklarını anlamak tevhidin gereğiymiş...
Terörün tanımını yapamadı ekran uleması. Vatanı, bayrağı, namusu, dini muhafaza etmek için ortaya konulan çabalara değinemedi kimse. Dahası, "Beraat-ı zimmet asıldır/Aksi sabit oluncaya kadar suçsuzluk esastır" kuralı, ABD'nin "global konjonktür"üne uymadığı için mi bilinmez, böyle bir esası hatırlayan olmadı. Tezgahtaki terörleri kimin işlediği konusu hep şüpheli de olsa, "konjonktür" gereği "şüphesiz müslüman"ların işlediği kanaatı etrafında örüldü fikirler. İzleyinleri rahatsız eden bakış tarzı bu.
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu hoca herhalde ekrandaki acemiliğinden olacak, bir kaç kere "Her tarafta müslümanlar mezalim altında. Realiteleri görmeliyiz, hükümleri ona göre düşünmeliyiz. Biz islam adına birilerinden özür dileme pozisyonuna giremeyiz; "demek zorunda kaldı. Bu cümlesi "Merd-i kıptî sirkatin söyler" kabilinden algılanmış olacak ki, hem sayın sunucu, hem de yanıbaşındaki meslektaşı tarafından üstüste ikaz edildi.
Kırbaşoğlu, böyle karmaşık olayların asıl perde arkasının irdelenmesi gerektiğini, hükümlerin de bu çerçevede ortaya konması lazım geldiğini ısrarla söylemeye çalıştıysa da, programın maksadını aşan ve muhtemel ki asıl, ABD ve yandaşlarının terörün kaynağı olduklarının açığa çıkacağı bu nevi yaklaşımın doğru olmayacağı uyarısıyla frenlendi. Zira sayın sunucunun ifadesiyle programın amacı ABD'nin yaptıkları değil, Bin Ladin'in, Afgan halkının, Filistin halkının ve sair müslümanların tepkilerinin İslamî olup olmadığıydı.
Toplum, bu tabloya yabancı değil. Dinlerarası diyalogçuların Türkiye-Avrasya distribütorlüğü hizmetininin ardından ABD'de konuşlandırılmış bir hocaefendinin Körfez Savaşı'nda İsrailli çocuklar için sabahlara kadar nasıl ağladığını ve ıstırap çektiğini duymayan kalmamıştı. Bugün yaşananlar, işte bu duyarlığın siyasi boyutudur. Nitekim birkaç günden beri telefonlarımızı kilitleyen bazı dostlarımız, Tayyip Erdoğan'ın Beyazsaray kardinalinden özel eğitim almış bir hristiyan edasıyla "Tanrı, başkan ve kongre üyelerini, İsa Mesih'in yolundan ayırmasın. İsa der ki, kendin için istemediğini başkası için de isteme" duasının ardından bu minval üzere programlar beklediklerini söylediler.
Bosna'da, Filistin'de, Çeçenistan'da yıllardan beri uygulanan "devlet terörü" diye nitelenebilecek mezalim karşısında hep suskun kalmayı yeğleyen, o zamanlar ayetleri-hadisleri unutuveren, Körfez'de ABD'nin bomba sağanağı altında can veren binlerce masumun hali ve halen devam eden bombalamalardaki müslüman zayiatı karşısında hep gözlerini yummayı tercih eden bu zevat-ı kiramın, Kanal 7 ekranına konuşlandırılmasından daha doğal ne olabilir?
Tüm değer ve ölçülerin konjonktüre kurban edildiği bir süreçte en zor iş, herhalde samimi, ölçülü ve dosdoğru bir müslüman olarak ayakta kalabilmektir. Bu zoru başarmak, dünya ve ahireti kazandıracak en yüce haldir, en güzel ahlaktır. Gerisi kîl ü kâl...
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019