30-40 yılı aşkın uzun bir zamandan beri ülkemizdeki en yoğun tartışmaların ekonomik kalkınma, işsizlik, ulusal bağımsızlığımızı tehdit eden faktörler, boğazımızı sıkan dış borç sarmalı, kültürel yozlaşma, siyasi ahlak zaafiyeti ve yolsuzluk... gibi temel problemlerden ziyade din-devlet ekseninde yaşanmasını doğal bir gelişme olarak karşılamak mümkün değildir. Bu tartışmaların genel çerçevesi, sadece üniversitelerdeki başörtüsü yasağından kaynaklandığı şeklinde düşünülse de, gerilimin topluma yansıyan şekline bakılırsa, tartışma alanının o kadar dar olmadığı görülür.
Politika ve medya aktörlerinin bazı akademisyenlerle işbirliği halinde toplumu manipüle etmek istedikleri 'din eksenli tartışmalar'ın, bugün Türkiye'nin içine düşürüldüğü noktadan geriye doğru bakılarak bir kez, belki birkaç kez daha değerlenderilmesi, akl-ı selimin yapması gereken ilk iştir. Böylece toplumun ne kadar basit, basit olduğu derecede de vahim abeslerle meşgul edildiği anlaşılabilir.
Topluma yansıyan din eksenli tartışmaların ve ardından yoğunlaşan özellikle 'diyalog maskeli' yerli misyonerlik çabalarının, devletle milleti karşı karşıya getirmekle kalmayıp; işin neticede toprak bütünlüğümüzü tehlikeye sokacak noktaya taşındığını fark etmek için vakit geçmek üzeredir. Bu bakımdan bugün vatanın bölünmezliği, milletin birliği ve bağımsızlığı kadar; milli benlik ve kültürümüzün güvencesi olan dinimizin 'kendi bütünlüğü içinde korunması' önem arz etmektedir.
Son yirmi-otuz yıldan beri milletin bağrına dayanmış birer hançer gibi duran gelişmelerin üstesinden gelmek için, bugün eğer toplumun tek bilek-tek yürek olması gerektiğine samimiyetle inanıyorsak; bu noktada külahlarımızı önümüze koyup çok iyi düşünmek durumundayız.
Külahlarımızı önümüze koyduğumuzda belki ilk görmemiz gerek yanlış, Anadolu insanının saf ve temiz inancını, inancının gereği olan ibadetlerini her ne bahane ile olursa olsun sağa sola çekiştirmek suretiyle 'din eksenli suni gerilimler' oluşturduğumuzdur. Kesintisiz ve düşük yoğunluklu bu gerilimler, milleti devletine dargın düşürmüş, sağlı-sollu pekçok siyasinin din ve laiklik istismarına kapı aralanmış; hepsinden önemlisi toplumun hafızası, "devlette daha çok asker merkezli gibi görünen bol politik manevralı bir din düşmanlığı"nın varlığına kilitlenmiştir.
Bundan daha ağır olanı ise; asırlar boyunca insanlığa medeniyet ve adalet sunmuş bir neslin torunlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kapılarında hak arama ve aratma pozisyonuna düşmeleridir. Bu AİMH ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nı insan haklarını ihlal olarak, Türk askerini de 'işgalci' şeklinde nitelemiş ve oralardan çekilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu aziz milleti, hangi gerekçe ve hangi hakla ilgili olursa olsun böyle bir kapıya muhtaç düşürmek de tarihi bir yanlıştır, böyle bir kapıyı 'hacet kapısı' olarak bellemek de.
Dahası, herkesin temel haklarını doyasıya kullandığı bir demokratik ortamda mütedeyyin Anadolu insanına çok görülen ibadet hürriyeti, yanlış manipülasyonlarla dini değerleri tahrip etme fırsatı şeklinde değerlendirildi. Böylece 'İslam dininin kutsallığı'nı tartışmaya açanlar, bilerek veya bilmeyerek vatanımızı hedef alan muharref öğretilere meydan açtılar, bölücü-azınlık ruhunu depreştirmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüler.
Bu arada devreye giren global işgüzarlar, ancak Türkiye'nin AB'ye üyeliği halinde bu ifade, inanç ve ibadet özgürlüğü neviden hürriyetlerin de doyasıya yaşanacağını hafızalara kazıdılar. Dolayısıyla milletin arayışı, sırtını dayadığı kendi devletinin dışına taşındı. Saman altından AB suyu yürüten global güçlerin yerli uzantısı empatik ve sempatik azınlıkların bugün mütedeyyin Anadolu insanına yönelik mandacı projeleri, şimdi, işte bu esas etrafında gelişmektedir.
Bütün bu yanlışlara yıllardan beri dikkat çeken ve istikametinden bir milim şaşmayan bir vatanperver tanıyorum; o da Prof. Dr. Haydar Baş beydir. Trabzon, İstanbul ve Ankara'daki mitinglere bizzat iştirak eden milyonlar da adeta tüm dünyaya bu gerçeği haykırdılar.
Göz bebeklerim Recep Haydar ve Ali'nin sünnet merasimini şereflendiren Prof. Dr. Haydar Baş bey, Pazar günü bu gerçeklerin altını bir kez daha çizdi. Türkiye'de olması gereken siyasi çalışmanın temel niteliklerini anlattı. Bugün siyasette fundamentalizm mikrobuna bulaşmamış, zerrenin hesabını Hakk'a verme şuuruna sahip dindar insana, şovenizm kokmayan millet sevgisi ve milliyetçiliğe, her alanda milli ve yerli kalkınma modellerine ihtiyaç olduğunu belirtti. Bunlarla birlikte milletin beklediği siyasetçilerin "En güzel vatan bizimki, en yüce bayrak bizimki, en güzel sancak bizimki, en güzel asker bizimki, en güzel polis bizimki, en güzel millet bizim milletimiz..." şuurunda olmaları gerektiğini vurguladı. Salonda alkış tufanı koptu. Davetliler, güvenilir ve her sahada tecrübe sahibi bir insanın ağzından "hasretle beklenen siyasilerin esas karakterleri"ni dinleme fırsatı buldukları için son derece memnun ayrıldılar.
Bu vesile ile Recep Haydar ve Ali'min sünnet merasimine yoğun çalışma temposuna rağmen bizzat iştirak ederek bizleri şerefyab eden Muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocama ve saygıdeğer ailesine bir kez daha şükranlarımı sunarım.
Yanısıra en modern cerrahi yöntemlerle ağrısız bir sünneti uygulayan Özel Meltem Kadın-Doğum ve Çocuk Hastanesi doktorlarına, özellikle Uzman Dr. Emin Coşkun beye, kıymetli hemşirelere ve tüm sağlık personeline; davetimize iştirak ederek bizleri onurlandıran veya iştirak edemeyip mazeret ve tebriklerini telefonla bildiren cümle dostlarımıza, yakınlarımıza tekrar teşekkür eder, sağlık ve afiyetler dilerim. Öte yandan geçen hafta babasını kaybeden ve halen askerlik görevini yapan gazetemizin Dağıtım eski müdürü değerli kardeşim Selim Ayanoğlu'na ve yakınlarına başsağlığı diliyor, merhuma Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.
Politika ve medya aktörlerinin bazı akademisyenlerle işbirliği halinde toplumu manipüle etmek istedikleri 'din eksenli tartışmalar'ın, bugün Türkiye'nin içine düşürüldüğü noktadan geriye doğru bakılarak bir kez, belki birkaç kez daha değerlenderilmesi, akl-ı selimin yapması gereken ilk iştir. Böylece toplumun ne kadar basit, basit olduğu derecede de vahim abeslerle meşgul edildiği anlaşılabilir.
Topluma yansıyan din eksenli tartışmaların ve ardından yoğunlaşan özellikle 'diyalog maskeli' yerli misyonerlik çabalarının, devletle milleti karşı karşıya getirmekle kalmayıp; işin neticede toprak bütünlüğümüzü tehlikeye sokacak noktaya taşındığını fark etmek için vakit geçmek üzeredir. Bu bakımdan bugün vatanın bölünmezliği, milletin birliği ve bağımsızlığı kadar; milli benlik ve kültürümüzün güvencesi olan dinimizin 'kendi bütünlüğü içinde korunması' önem arz etmektedir.
Son yirmi-otuz yıldan beri milletin bağrına dayanmış birer hançer gibi duran gelişmelerin üstesinden gelmek için, bugün eğer toplumun tek bilek-tek yürek olması gerektiğine samimiyetle inanıyorsak; bu noktada külahlarımızı önümüze koyup çok iyi düşünmek durumundayız.
Külahlarımızı önümüze koyduğumuzda belki ilk görmemiz gerek yanlış, Anadolu insanının saf ve temiz inancını, inancının gereği olan ibadetlerini her ne bahane ile olursa olsun sağa sola çekiştirmek suretiyle 'din eksenli suni gerilimler' oluşturduğumuzdur. Kesintisiz ve düşük yoğunluklu bu gerilimler, milleti devletine dargın düşürmüş, sağlı-sollu pekçok siyasinin din ve laiklik istismarına kapı aralanmış; hepsinden önemlisi toplumun hafızası, "devlette daha çok asker merkezli gibi görünen bol politik manevralı bir din düşmanlığı"nın varlığına kilitlenmiştir.
Bundan daha ağır olanı ise; asırlar boyunca insanlığa medeniyet ve adalet sunmuş bir neslin torunlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kapılarında hak arama ve aratma pozisyonuna düşmeleridir. Bu AİMH ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nı insan haklarını ihlal olarak, Türk askerini de 'işgalci' şeklinde nitelemiş ve oralardan çekilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bu aziz milleti, hangi gerekçe ve hangi hakla ilgili olursa olsun böyle bir kapıya muhtaç düşürmek de tarihi bir yanlıştır, böyle bir kapıyı 'hacet kapısı' olarak bellemek de.
Dahası, herkesin temel haklarını doyasıya kullandığı bir demokratik ortamda mütedeyyin Anadolu insanına çok görülen ibadet hürriyeti, yanlış manipülasyonlarla dini değerleri tahrip etme fırsatı şeklinde değerlendirildi. Böylece 'İslam dininin kutsallığı'nı tartışmaya açanlar, bilerek veya bilmeyerek vatanımızı hedef alan muharref öğretilere meydan açtılar, bölücü-azınlık ruhunu depreştirmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüler.
Bu arada devreye giren global işgüzarlar, ancak Türkiye'nin AB'ye üyeliği halinde bu ifade, inanç ve ibadet özgürlüğü neviden hürriyetlerin de doyasıya yaşanacağını hafızalara kazıdılar. Dolayısıyla milletin arayışı, sırtını dayadığı kendi devletinin dışına taşındı. Saman altından AB suyu yürüten global güçlerin yerli uzantısı empatik ve sempatik azınlıkların bugün mütedeyyin Anadolu insanına yönelik mandacı projeleri, şimdi, işte bu esas etrafında gelişmektedir.
Bütün bu yanlışlara yıllardan beri dikkat çeken ve istikametinden bir milim şaşmayan bir vatanperver tanıyorum; o da Prof. Dr. Haydar Baş beydir. Trabzon, İstanbul ve Ankara'daki mitinglere bizzat iştirak eden milyonlar da adeta tüm dünyaya bu gerçeği haykırdılar.
Göz bebeklerim Recep Haydar ve Ali'nin sünnet merasimini şereflendiren Prof. Dr. Haydar Baş bey, Pazar günü bu gerçeklerin altını bir kez daha çizdi. Türkiye'de olması gereken siyasi çalışmanın temel niteliklerini anlattı. Bugün siyasette fundamentalizm mikrobuna bulaşmamış, zerrenin hesabını Hakk'a verme şuuruna sahip dindar insana, şovenizm kokmayan millet sevgisi ve milliyetçiliğe, her alanda milli ve yerli kalkınma modellerine ihtiyaç olduğunu belirtti. Bunlarla birlikte milletin beklediği siyasetçilerin "En güzel vatan bizimki, en yüce bayrak bizimki, en güzel sancak bizimki, en güzel asker bizimki, en güzel polis bizimki, en güzel millet bizim milletimiz..." şuurunda olmaları gerektiğini vurguladı. Salonda alkış tufanı koptu. Davetliler, güvenilir ve her sahada tecrübe sahibi bir insanın ağzından "hasretle beklenen siyasilerin esas karakterleri"ni dinleme fırsatı buldukları için son derece memnun ayrıldılar.
Bu vesile ile Recep Haydar ve Ali'min sünnet merasimine yoğun çalışma temposuna rağmen bizzat iştirak ederek bizleri şerefyab eden Muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocama ve saygıdeğer ailesine bir kez daha şükranlarımı sunarım.
Yanısıra en modern cerrahi yöntemlerle ağrısız bir sünneti uygulayan Özel Meltem Kadın-Doğum ve Çocuk Hastanesi doktorlarına, özellikle Uzman Dr. Emin Coşkun beye, kıymetli hemşirelere ve tüm sağlık personeline; davetimize iştirak ederek bizleri onurlandıran veya iştirak edemeyip mazeret ve tebriklerini telefonla bildiren cümle dostlarımıza, yakınlarımıza tekrar teşekkür eder, sağlık ve afiyetler dilerim. Öte yandan geçen hafta babasını kaybeden ve halen askerlik görevini yapan gazetemizin Dağıtım eski müdürü değerli kardeşim Selim Ayanoğlu'na ve yakınlarına başsağlığı diliyor, merhuma Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyorum.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019