Son Peygamber Hz. Muhammed'e peygamberliğinin mucize kanıtı olarak verilmiş Kur'an-ı Kerim'e inmesine başladığı günlerden itibaren bazı olumsuz, O'na gölge düşürecek yaklaşımlar sergilenmiştir. Olumsuz yaklaşımlar bu gün de görülebilmektedir. Ağırlık noktasını itirazların oluşturduğu böyle yaklaşımların görünen hedefi nurunun yayılmasına engel olmaya kalkışmak olarak özetlenebilir. İçerden ve dışardan olmak üzere iki kaynaktan gelmektedir. İçerden denirken kastedilen bazı Müslümanların çok değişik yorumlarıdır. Dışarıdan olanlar ise düşman çevrelerdendir.
Hz. Peygamber (sav) kırk yaşlarının olgunluğu içinde iken Hira Mağarasında başlayan vahiy nurunun şavkı çok geçmeden kalpleri aydınlatmaya başlamıştır. Bunun yanında pek çok gözleri kamaştırmış, bazılarını hayran bırakırken bazılarını da şaşkına çevirmiştir. Ezeli nasipsizliğin bu şaşkınlığı, beraberinde karşı çıkışı da getirmiştir. Önce şiir demişlerdir ona. Kahin sözü yaftası asmak istemişlerdir. Ne var ki ona itiraz edenler, çeşitli yakıştırmalar yapanlar, itirazlarına kendileri bile inanmamışlardır. Gerçekten Kur'an'ın mucizevi i'cazı, fesahat ve belagati aslında onları da cezbediyor, hayran bırakıyordu. Ne yazık ki nasipsizlikleri en katı kalpleri büyüleyen, gönülleri aydınlatan Kur'an nuruyla aydınlanmalarının önüne set çekiyordu.
Zaman geçti. Kur'an tamamlandı. Hz. Peygamber ebedi hayata göç etti. Bıraktığı Kur'an-ı Kerim emaneti binlerin, milyonların omuzlarında taşınmaya başladı. Uğruna maldan, mülkten, candan, evlattan geçildi. Can ve kan pahasına korundu. Bir kutsal emanet olarak nesilden nesile devredildi.
İkinci hicri asrın ilk çeyreği içinde zayıflayan Emevi Devleti, sonunda yıkılınca, idare Abbasilere geçti. İslam egemenliğine yeni katılmış yörelerdeki farklı kültürlerle karşılaşmanın, siyasal çalkantıların da etkisiyle fikir hayatında bariz bir canlanma görüldü. Eski Yunan'dan kalan eserlerden bir kısmı Arapça'ya tercüme edildi. Ancak bu etkinlikler, sonradan bir takım olumsuzluklara yol açacak ortamı da beraberinde getirdi. Her şeyden önce, meşhur misaliyle söylenecek olursa, bir atın kaç dişi olduğunu anlamak için saymak yerine Aristo'nun, Eflatun'un kitaplarında aramanın ön plana çıktığı skolastik zihniyet etkili olmaya başladı. Felsefe hareketleri hız kazandı. Sıfat meselesi, iman, nübüvvet gibi akaid konularında tartışmalar yaşandı. Ortaya bir de mesele atıldı. Kur'an yaratılmış mıdır, değil midir? Üçüncü hicri asır başlarında Abbasi halifelerinin de ağırlık koymasıyla konu alevlendi. Alimler sorguya çekildi. Çoğuna eziyet edildi, işkence yapıldı. Bir kısmı can kaygısıyla hilafet makamının istediği doğrultuda görüş bildirdi. Yalnızca ilmin şerefini kurtarmak tutumuyla aksini söyleyenler hapislere atıldı.
Kur'an-ı Kerim, en küçük bir ayetinin benzerini ortaya koymanın imkansızlığını ısrarla vurgular ve tüm insanlığa meydan okur. Gerçekten tüm insanlık bir araya gelseler, bütün yeteneklerini gösterseler, O'nun en kısa bir ayetinin benzerini ortaya koyamazlar. Gerçek böyleyken tarihi süreç içinde zaman zaman kimi sivri akıllıların Kur'an-ı Kerim'i taklide kalkıştıkları görülür. Bazıları Kur'an'da yanlışlar olduğunu iddia etmişlerdir. Akla büyük önem veren Mutezile alimleri ise ortaya "Sarfe" nazariyesi denilen bir görüş atmışlardır. Buna göre Kur'an-ı Kerim'in benzerini ortaya koymak aklen mümkündür. Ancak konulamamıştır. Bunun sebebi Allah'ın bunu yapacak gücü almış olmasıdır.
Bazıları da Kur'an'da tahrif ve eksiklikler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kıssaların -haşa- gerçek olmadığını ileri sürenler, ideolojik yaklaşımlara O'nu alet etmek isteyenler de eksik olmamıştır. En son ortaya atılan bir yaklaşım, tarihsellik iddiasıdır. Eklersek, Kur'an-ı Kerim'in bazı hükümlerinin indiği devre mahsus olduğu, bugünün Müslümanlarını bağlamayacağı.
Bunlar ve daha bir çok yaklaşım Allah'ın kitabına olan amansız düşmanlığın eseri olduğu gibi, tarafsız görünüm veren bir kısmı ideolojik yorumlar sonucu ortaya çıkmış sonuçlar ortaya çıkmış sonuçlar da olabilir. Burada altını çizerek tekrar etmekte yarar var. Kur'an-ı Kerim her çağda farklı yorumlanabilir. Şu var ki bu yorumların temel esaslara ters düşmemesi şarttır. Özellikle O'nda bir takım tahrif ve eksikliklerin bulunduğu iddiasına gelince, kelimenin tam anlamıyla yalandır, iftiradır. İdeolojik tarafı bir yana Kur'an-ı Kerim'in kendisine de aykırıdır. O bugün sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e indiği şekliyle elimizdedir. Bunda en küçük bir şüpheye yer yoktur. Nasıl olabilir ki, onu indiren Allah, kıyamete kadar korunmasını da garanti etmiştir. Hicr suresi, 9. ayet meali şöyledir: "Kuşkusuz Zikr'i biz indirdik. Onu koruyacak olan da elbette Biziz."
Kur'an-ı Kerim'e gölge düşürebilecek kimi yaklaşımlara inşallah ilerde ayrıca değineceğiz. İlk olarak kıssalarının gerçeğin ta kendisi olduğuna dair bir belgeden söz edeceğiz.
"Selam Allah'ın hidayeti (olan Kur'an'a) sarılanlara".
Hz. Peygamber (sav) kırk yaşlarının olgunluğu içinde iken Hira Mağarasında başlayan vahiy nurunun şavkı çok geçmeden kalpleri aydınlatmaya başlamıştır. Bunun yanında pek çok gözleri kamaştırmış, bazılarını hayran bırakırken bazılarını da şaşkına çevirmiştir. Ezeli nasipsizliğin bu şaşkınlığı, beraberinde karşı çıkışı da getirmiştir. Önce şiir demişlerdir ona. Kahin sözü yaftası asmak istemişlerdir. Ne var ki ona itiraz edenler, çeşitli yakıştırmalar yapanlar, itirazlarına kendileri bile inanmamışlardır. Gerçekten Kur'an'ın mucizevi i'cazı, fesahat ve belagati aslında onları da cezbediyor, hayran bırakıyordu. Ne yazık ki nasipsizlikleri en katı kalpleri büyüleyen, gönülleri aydınlatan Kur'an nuruyla aydınlanmalarının önüne set çekiyordu.
Zaman geçti. Kur'an tamamlandı. Hz. Peygamber ebedi hayata göç etti. Bıraktığı Kur'an-ı Kerim emaneti binlerin, milyonların omuzlarında taşınmaya başladı. Uğruna maldan, mülkten, candan, evlattan geçildi. Can ve kan pahasına korundu. Bir kutsal emanet olarak nesilden nesile devredildi.
İkinci hicri asrın ilk çeyreği içinde zayıflayan Emevi Devleti, sonunda yıkılınca, idare Abbasilere geçti. İslam egemenliğine yeni katılmış yörelerdeki farklı kültürlerle karşılaşmanın, siyasal çalkantıların da etkisiyle fikir hayatında bariz bir canlanma görüldü. Eski Yunan'dan kalan eserlerden bir kısmı Arapça'ya tercüme edildi. Ancak bu etkinlikler, sonradan bir takım olumsuzluklara yol açacak ortamı da beraberinde getirdi. Her şeyden önce, meşhur misaliyle söylenecek olursa, bir atın kaç dişi olduğunu anlamak için saymak yerine Aristo'nun, Eflatun'un kitaplarında aramanın ön plana çıktığı skolastik zihniyet etkili olmaya başladı. Felsefe hareketleri hız kazandı. Sıfat meselesi, iman, nübüvvet gibi akaid konularında tartışmalar yaşandı. Ortaya bir de mesele atıldı. Kur'an yaratılmış mıdır, değil midir? Üçüncü hicri asır başlarında Abbasi halifelerinin de ağırlık koymasıyla konu alevlendi. Alimler sorguya çekildi. Çoğuna eziyet edildi, işkence yapıldı. Bir kısmı can kaygısıyla hilafet makamının istediği doğrultuda görüş bildirdi. Yalnızca ilmin şerefini kurtarmak tutumuyla aksini söyleyenler hapislere atıldı.
Kur'an-ı Kerim, en küçük bir ayetinin benzerini ortaya koymanın imkansızlığını ısrarla vurgular ve tüm insanlığa meydan okur. Gerçekten tüm insanlık bir araya gelseler, bütün yeteneklerini gösterseler, O'nun en kısa bir ayetinin benzerini ortaya koyamazlar. Gerçek böyleyken tarihi süreç içinde zaman zaman kimi sivri akıllıların Kur'an-ı Kerim'i taklide kalkıştıkları görülür. Bazıları Kur'an'da yanlışlar olduğunu iddia etmişlerdir. Akla büyük önem veren Mutezile alimleri ise ortaya "Sarfe" nazariyesi denilen bir görüş atmışlardır. Buna göre Kur'an-ı Kerim'in benzerini ortaya koymak aklen mümkündür. Ancak konulamamıştır. Bunun sebebi Allah'ın bunu yapacak gücü almış olmasıdır.
Bazıları da Kur'an'da tahrif ve eksiklikler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kıssaların -haşa- gerçek olmadığını ileri sürenler, ideolojik yaklaşımlara O'nu alet etmek isteyenler de eksik olmamıştır. En son ortaya atılan bir yaklaşım, tarihsellik iddiasıdır. Eklersek, Kur'an-ı Kerim'in bazı hükümlerinin indiği devre mahsus olduğu, bugünün Müslümanlarını bağlamayacağı.
Bunlar ve daha bir çok yaklaşım Allah'ın kitabına olan amansız düşmanlığın eseri olduğu gibi, tarafsız görünüm veren bir kısmı ideolojik yorumlar sonucu ortaya çıkmış sonuçlar ortaya çıkmış sonuçlar da olabilir. Burada altını çizerek tekrar etmekte yarar var. Kur'an-ı Kerim her çağda farklı yorumlanabilir. Şu var ki bu yorumların temel esaslara ters düşmemesi şarttır. Özellikle O'nda bir takım tahrif ve eksikliklerin bulunduğu iddiasına gelince, kelimenin tam anlamıyla yalandır, iftiradır. İdeolojik tarafı bir yana Kur'an-ı Kerim'in kendisine de aykırıdır. O bugün sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e indiği şekliyle elimizdedir. Bunda en küçük bir şüpheye yer yoktur. Nasıl olabilir ki, onu indiren Allah, kıyamete kadar korunmasını da garanti etmiştir. Hicr suresi, 9. ayet meali şöyledir: "Kuşkusuz Zikr'i biz indirdik. Onu koruyacak olan da elbette Biziz."
Kur'an-ı Kerim'e gölge düşürebilecek kimi yaklaşımlara inşallah ilerde ayrıca değineceğiz. İlk olarak kıssalarının gerçeğin ta kendisi olduğuna dair bir belgeden söz edeceğiz.
"Selam Allah'ın hidayeti (olan Kur'an'a) sarılanlara".
Mücteba Uğur / diğer yazıları
- Savaşa alkış tutmak mı / 26.09.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001
- Konulu Kur'an-ı Kerim tefsiri / 23.09.2001
- Bir öğrenim yılı daha başladı / 16.09.2001
- Hava üzerine / 12.09.2001
- Dolar hutbesinin düşündürdükleri / 08.09.2001
- Bitmeyen hikâye yolsuzluk / 31.08.2001
- Suç işleme oranı artıyor / 07.08.2001
- Sivil hayata sıçrayan başörtüsü haksızlığı / 03.08.2001
- Tarafsızlık mı, ihanet mi? / 27.07.2001
- Cuma namazı kadınlara da farz mı? / 25.07.2001