Bostan ve Gülistan'ın sahibi, Şeyh Sâdi-i Şîrazî Hazretleri -Allah onun sırrını aziz etsin- gençlik yıllarında, dünyanın birçok yerinde dolaşarak söz sarraflığı yapardı.
Bir gün dervişâne bir şekilde seyahat ederken yolu Tebriz şehrine çıkar. İstirahat arzusu ve yolculuğun kir ve tozundan temizlenmek maksadıyle hamama girer. Hamamda zamanın tek ve fesâhatli şâiri Hümâm-ı Tebrizî ile karşılaşır. Hümâm, Şeyh'i bilmediği için:
-Derviş, misâfir misin yoksa bu diyarda mücavir (komşu) misin? der. Şeyh cevap verir:
-Diyârın garîbi ve zamanın misâfiriyim.
Hümâm, Şeyh'in nereli olup nereye gitmekte olduğunu sorar. Şeyh de "Hâk-i Şîraz ve ehl-i niyâzdan" (Şiraz toprağından ve Allah dostu) olduğunu bildirir. Şeyh'in başının etrafı omuzlarına kadar saçlı fakat, kellesi saçsızdı. Ve eskiden Şîrazlılara kellik töhmeti ve dazlaklık nisbeti vardı. Hümâm şaka maksadıyla tasın arkasını döndürüp Şeyh'e:
-Neden ekser Şîrazlıların başları böyle olur der. Bunun üzerine Şeyh tasın içini göstererek Tebrizlilere isnat edilen fenâ şöhret için telmihte bulunur. Hümâm, Şeyh'in sözlerinden utanır ve gönlü incinir, fakat, dervişin âlim ve zarîf bir adam olduğunu da anlar.
***
Şeyh Ebû'l-Kâsım Sofî, bir gün İzdüddevle'nin sarayı altından geçerken görür ki, İzdüddevle tam üstünde yatıp uyur. O anda yüksek sesle şu meâldeki âyeti okur: "Bu kavim uyurken üzerlerine Hak'kın azâbının inmesinden korkmazlar mı?"
İzdüddevle uyanır ve sesinden Ebû'l-Kâsım'ı bilir. O da hiç düşünmeden bu meâldeki âyeti okuyarak cevap verir: "Sen onların içinde iken Allah o kavme azâb etmez."
Lamiizâde Abdullah Çelebi
Bir gün dervişâne bir şekilde seyahat ederken yolu Tebriz şehrine çıkar. İstirahat arzusu ve yolculuğun kir ve tozundan temizlenmek maksadıyle hamama girer. Hamamda zamanın tek ve fesâhatli şâiri Hümâm-ı Tebrizî ile karşılaşır. Hümâm, Şeyh'i bilmediği için:
-Derviş, misâfir misin yoksa bu diyarda mücavir (komşu) misin? der. Şeyh cevap verir:
-Diyârın garîbi ve zamanın misâfiriyim.
Hümâm, Şeyh'in nereli olup nereye gitmekte olduğunu sorar. Şeyh de "Hâk-i Şîraz ve ehl-i niyâzdan" (Şiraz toprağından ve Allah dostu) olduğunu bildirir. Şeyh'in başının etrafı omuzlarına kadar saçlı fakat, kellesi saçsızdı. Ve eskiden Şîrazlılara kellik töhmeti ve dazlaklık nisbeti vardı. Hümâm şaka maksadıyla tasın arkasını döndürüp Şeyh'e:
-Neden ekser Şîrazlıların başları böyle olur der. Bunun üzerine Şeyh tasın içini göstererek Tebrizlilere isnat edilen fenâ şöhret için telmihte bulunur. Hümâm, Şeyh'in sözlerinden utanır ve gönlü incinir, fakat, dervişin âlim ve zarîf bir adam olduğunu da anlar.
***
Şeyh Ebû'l-Kâsım Sofî, bir gün İzdüddevle'nin sarayı altından geçerken görür ki, İzdüddevle tam üstünde yatıp uyur. O anda yüksek sesle şu meâldeki âyeti okur: "Bu kavim uyurken üzerlerine Hak'kın azâbının inmesinden korkmazlar mı?"
İzdüddevle uyanır ve sesinden Ebû'l-Kâsım'ı bilir. O da hiç düşünmeden bu meâldeki âyeti okuyarak cevap verir: "Sen onların içinde iken Allah o kavme azâb etmez."
Lamiizâde Abdullah Çelebi