Sosyal bilimciler, "karizmatik liderler döneminin kapandığını, 21.yüzyılda demokratik liderlerin egemen olacağını" söylüyorlardı. Şimdi bu görüşü tashih etmenin peşindeler. Çünkü, demokratik yolla iktidara gelen ABD Başkanı Bush, karizmatik lider olmanın ötesinde, kendisini Tanrı tarafından görevlendirilmiş birisi olarak görüyor. Buna inanan sadece Bush mu? Hayır, ABD'yi yönetenlerin ve halkın bir kısmı da aynı inancı taşıyor. Peter F. Drucker, "hükmeden her zaman gerçekliktir. Gerçeklik, karizmatik liderlerin vaatlerine, programlarına ve ideolojilerine boyun eğmez" diyor ama, bu anlaşılıncaya kadar da olanlar oluyor. Afganistan'da, Irak'ta kitleler halinde insanlar öldürülüyor. Hani, demokratik ülkelerde savaş, en son seçenekti? Halbuki Bush'un ilk seçeneği savaş olmaktadır.
Dünyayı kana bulayan karizmatik liderlerin ruh sağlığı hep tartışıla gelmiştir. Hitler, Stalin, Mussolini ve Mao, en çok tartışılanlar arasında. Aynı tartışmalar ABD Başkanı Bush için de söz konusu. Beyaz Saray'da görevli sağlık danışmanı albay Richard J.Tubb'a göre, ABD Başkanı Bush "paranoyak ve sadist". Washington Üniversitesi'nde görevli psikiyatrist Dr. Justin Frak da, Bush için şunları söylüyor: "Bush, megalomanyak, paranoyak, sadist ve tedavi edilmemiş bir alkoliktir".
Bazılarına göre, ABD Başkanı Bush'un ruh hastası olduğunu anlamak için uzman olmak gerekmez. Bu kişiler, Bush'un Iowa eyaletindeki seçim gezisinde çiğ mısır yemesini, delil olarak gösteriyorlar. ABD Başkanı Bush, bu eyalette halkın önünde çiğ mısırı yedikten sonra şöyle demişti: "Oh, harika, pişirmeye gerek yok. Tadı muhteşem". Iowa State Üniversitesi profesörlerinden Irvin Anderson'a "bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Çiğ mısırı büyük baş hayvanlar yer". Bush'un, çiğ mısır yemesindeki amaç, mısır yetiştiren o eyalet halkına şirin gözükmekmiş.
Görüldüğü gibi ABD'de, Bush'un ruh sağlığı ciddi ciddi tartışılıyor. Peki, Bush'un ruh sağlığı tartışılıyor da, ona tabi olan, bir dediğini iki etmeyen sözde liderlerin ruh sağlığı neden tartışılmıyor? Deliye uyan deli olmaz mı ? İşte, ABD ile birlikte hareket eden ülkelerde tartışılması gereken en önemli konu bu. Bizim gündemimizde böyle bir şey yok ama, dünyanın gündeminde var. Mesela, sinir hastalıkları uzmanı olan Bert Edward Park'ın "Dünya Liderleri Üzerinde Hastalığın Etkisi" adlı kitabı, elden ele, dilden dile dolaşıyor.
Dr. Park, 1919 yılında Paris Barış Konferansı'nda, ABD Başkanı Wilson'un konferans başlamadan önce birkaç kez kalp krizi geçirdiğini, Cemiyet-i Akvam'a ABD'nin üye olmamasında da Wilson'un hastalığının etkili olduğunu yazıyor. Dr. Park'ın en ilginç iddiası Hitler'le ilgili. Diyor ki: "Hitler, Alman ordularına saldırı emrini verdiği sırada birçok hastalıklarla pençeleşiyordu. Ölümünden önceki üç yılda görülen garip davranışlarının bir sebebi de o sıralarda teşhisi konulmayan sara hastalığı idi. O yıllarda 70'in üzerinde değişik hapları içiyordu ve hapların çoğu da, merkezi sınır sistemini etkileyen cinstendi".
Bu ve buna benzer birçok örnekler sunan Dr. Park'ın, toplumlara tavsiyesi de şöyle:: "Liderlerinizin sağlığını yakından izleyin ve hastalığının liderlik becerisini etkilediğini gördüğüz de yerinden etmekte tereddüt göstermeyin".
Son yıllarda, Türkiye'de sağlığı en çok tartışılan lider Bülent Ecevit olmuştu. Gerçi, sayın Ecevit'in bedenen hasta olduğu aşikardı. Ama ruh sağlığı hakkında kimsenin bir şey dediği yoktu. Ecevit'in ruh sağlığı şu günlerde daha iyi anlaşılıyor. Öyle değil mi? Doktorların ruh hastası teşhisi koyduğu ABD Başkanı Bush'un, Irak'ı işgal projesine Ecevit, o haliyle onay vermemişti. Vermediği için de iktidardan olmuştu.
Şimdi ise, "ABD'nin doğal müttefikiyiz, koalisyonun bir parçasıyız" diyenler, işgalci ABD askerine dua edenler, bütün bu tartışmalardan uzak meydanlarda dolaşıyorlar. Dolaşsınlar bakalım. Bir gün gelir onlar da tartışılır, sorgulanır ve yargılanır. Tarih, bunun örnekleriyle doludur.