Ortadoğu'da kan gövdeyi götürürken benim neden bu konuda tek satır yazmadığım bir yana, kalem dahi oynatmadığım konusunda özenle seçilmiş kelimelerle örülü nâzik imâlar aldım. Özellikle "silâhsız görev yapan" Cengiz Binbaşı'nın kalleşçe şehit edilmesinden sonra hem perde gerisinde hissettiğim ama açıklamayı uygun görmediğim bazı şeyler olduğunu sezen fakat suskunluğumu ve yorumlarımı da merak edip pek hayra yormayan ince üslûplu serzenişler hissettim büyüklerden. Küçükler ise ısmarlama yazı yazmadığımı tecrübeyle öğrendikleri için sessizliklerini korudular.
Evet; 29 Kasım 1947 tarihli BM plânına göre Filistin topraklarının %56'sının bir oldu bitti ile 650.000 kişilik "göçmen" Yahudi nüfusuna ve %44'ünün de 1.300.000 kişilik "yerli" Filistinlilere verilmesi tarihe, insanlığa, ahlâka sığmayan bir ayıptır, bir insanlık suçudur.Evet aynı plânla Kudüs'ün "uluslar arası statüye" alınması da kelimenin tam anlamıyla bir haysiyetsizliktir. Evet; bu plânın açtığı kapıdan giren Yahudilerin 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devletini kurmaları da yine tarihe ve coğrafyaya karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır.
1947 plânına aykırı olarak "uluslar arası statüdeki" Kudüs'ün İsrail tarafından başkent ilân edilmesi de uluslar arası hukuka uymayan bir rezalettir. 1948, 1956, 1976 ve 1973 savaşlarında ve son olarak günümüzde Yahudilerin, toprağın asıl sahibi Filistinlilere soykırım uygulamasını da hiçbir şekilde onaylamıyor ve şiddetle protesto ediyorum
Ama ben tarihi başkaları gibi sadece kitaplardan okuyarak öğrenmedim.
Şeria, Gazze, Kudüs, Lût Gölü, Süveyş Kanalı coğrafyasının 1917-18 zaman dilimini önce Çanakkale Gazisi, sonra Kanal Harekâtında yaralanarak İngiliz'e esir düşen ve Seydi Beşir'deki esir kampında üç yıl kalan "Emekli Topçu Yarbayı" rahmetli dedemden, (ne mutlu ki) daha henüz askeri lise öğrencisi iken dinledim.
Dedem 1914'de İmparatorluk zâbiti olarak giydiği üniformasını üzerinden 1950 yılında Cumhuriyet subayı olarak çıkarmıştı. (Tarih ve Medeniyet Dergisi. "İmparatorluktan Cumhuriyete Bir Ömür". Hüseyin MÜMTAZ. Eylül 1996. sayı 30. Sayfa 28)
Ben zamane internet farelerinin aksine Medine, Asir, Yemen ve Libya garnizonlarındaki Türk kumandan, zabit ve neferlerinin, bırakın yerli halkın desteğini yahut "tarafsızlığını"; fakat İngilizlerle müştereken yaptıkları ittifaka karşı Türk Sancağının şanını tek başlarına korurken nelerle karşılaştıklarını, uğradıkları ihanetleri, tavada kavurup yemeye mecbur kaldıkları çöl kertenkelelerinin "lezzetini" sanal ortamdan değil, kulaklarımla duydum.
Medine'de ise korunan sadece Türk Sancağının şânı da değildi kıymetli okuyucu... Fahrettin Paşa ve bir avuç Türk askeri aylarca savunup sakladıkları, canlarından aziz bildikleri "kutsal emanetleri" "Hıristiyan" İngilizlerle işbirliği yapan "Müslüman" Arap çetelerin elinden kurtarıp İstanbul'a getirdiler.
Ben tarihi sadece okumadım, kendi kulaklarımla duydum.
Çöl coğrafyasının gündüz kavurucu sıcağı, gece dondurucu soğuğunda yalnız ve yalnız yanındaki kendi silâh arkadaşına ve kumandanına güvenebilen, ordugâhın dışındaki "sivillerden" hep düşmanlık gören, yerinden, yurdundan, sevdiklerinden binlerce fersah ötede vatan, millet, bayrak ve şan ve şeref için gözünü kırpmadan "gül bahçesine giren" Türk askerinin acısını hep yüreğimde hissettim.
Karahanlılardan bu yana 1000 yıldır din kardeşi; Çaldıran (1514), Mercidabık (1516) ve Riddaniye (1517)den 1918'e kadar da tam 400 yıl yöneten-yönetilen ilişkileri içinde bulunduğumuz insanlarla çevrili bir coğrafyanın geçirilen bu kadar yıla ve paylaşılan müşterek inançlara, bunca yüce değere rağmen halâ ve yine ve her şeye rağmen "düşman topraklar" olması ne demektir bilir misiniz?
Çadırın, tel örgünün, kışla duvarının dışının zihni bir burgu gibi delen "düşman"lığını gecenin kör karanlığında hiç yüreğinizde hissettiniz mi?
Ben 25-26 Mart 1917 gecesi Gazze'nin Beytihanin köyü yakınlarında dedemi vurup yaralayarak esir düşmesine neden olan silâhın tetiğini çeken el ile tam 85 yıl sonra tesadüfe bakın ki yine bir 26 Mart gecesi El-Halil'de Binbaşı Toytunç'u vuran tetiği çeken elin, kabzayı tutan elin, fişeği namluya süren elin, "son tahlilde" hep aynı el olduğunu düşünüyorum.
Dolayısı ile kimse benden "tarafsız" olmamı beklememelidir. Ben "taraf"ım.
Sonraki günlerde yazacaklarımız işte bu gözle okunmalıdır. 5 Nisan 2002
Evet; 29 Kasım 1947 tarihli BM plânına göre Filistin topraklarının %56'sının bir oldu bitti ile 650.000 kişilik "göçmen" Yahudi nüfusuna ve %44'ünün de 1.300.000 kişilik "yerli" Filistinlilere verilmesi tarihe, insanlığa, ahlâka sığmayan bir ayıptır, bir insanlık suçudur.Evet aynı plânla Kudüs'ün "uluslar arası statüye" alınması da kelimenin tam anlamıyla bir haysiyetsizliktir. Evet; bu plânın açtığı kapıdan giren Yahudilerin 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devletini kurmaları da yine tarihe ve coğrafyaya karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır.
1947 plânına aykırı olarak "uluslar arası statüdeki" Kudüs'ün İsrail tarafından başkent ilân edilmesi de uluslar arası hukuka uymayan bir rezalettir. 1948, 1956, 1976 ve 1973 savaşlarında ve son olarak günümüzde Yahudilerin, toprağın asıl sahibi Filistinlilere soykırım uygulamasını da hiçbir şekilde onaylamıyor ve şiddetle protesto ediyorum
Ama ben tarihi başkaları gibi sadece kitaplardan okuyarak öğrenmedim.
Şeria, Gazze, Kudüs, Lût Gölü, Süveyş Kanalı coğrafyasının 1917-18 zaman dilimini önce Çanakkale Gazisi, sonra Kanal Harekâtında yaralanarak İngiliz'e esir düşen ve Seydi Beşir'deki esir kampında üç yıl kalan "Emekli Topçu Yarbayı" rahmetli dedemden, (ne mutlu ki) daha henüz askeri lise öğrencisi iken dinledim.
Dedem 1914'de İmparatorluk zâbiti olarak giydiği üniformasını üzerinden 1950 yılında Cumhuriyet subayı olarak çıkarmıştı. (Tarih ve Medeniyet Dergisi. "İmparatorluktan Cumhuriyete Bir Ömür". Hüseyin MÜMTAZ. Eylül 1996. sayı 30. Sayfa 28)
Ben zamane internet farelerinin aksine Medine, Asir, Yemen ve Libya garnizonlarındaki Türk kumandan, zabit ve neferlerinin, bırakın yerli halkın desteğini yahut "tarafsızlığını"; fakat İngilizlerle müştereken yaptıkları ittifaka karşı Türk Sancağının şanını tek başlarına korurken nelerle karşılaştıklarını, uğradıkları ihanetleri, tavada kavurup yemeye mecbur kaldıkları çöl kertenkelelerinin "lezzetini" sanal ortamdan değil, kulaklarımla duydum.
Medine'de ise korunan sadece Türk Sancağının şânı da değildi kıymetli okuyucu... Fahrettin Paşa ve bir avuç Türk askeri aylarca savunup sakladıkları, canlarından aziz bildikleri "kutsal emanetleri" "Hıristiyan" İngilizlerle işbirliği yapan "Müslüman" Arap çetelerin elinden kurtarıp İstanbul'a getirdiler.
Ben tarihi sadece okumadım, kendi kulaklarımla duydum.
Çöl coğrafyasının gündüz kavurucu sıcağı, gece dondurucu soğuğunda yalnız ve yalnız yanındaki kendi silâh arkadaşına ve kumandanına güvenebilen, ordugâhın dışındaki "sivillerden" hep düşmanlık gören, yerinden, yurdundan, sevdiklerinden binlerce fersah ötede vatan, millet, bayrak ve şan ve şeref için gözünü kırpmadan "gül bahçesine giren" Türk askerinin acısını hep yüreğimde hissettim.
Karahanlılardan bu yana 1000 yıldır din kardeşi; Çaldıran (1514), Mercidabık (1516) ve Riddaniye (1517)den 1918'e kadar da tam 400 yıl yöneten-yönetilen ilişkileri içinde bulunduğumuz insanlarla çevrili bir coğrafyanın geçirilen bu kadar yıla ve paylaşılan müşterek inançlara, bunca yüce değere rağmen halâ ve yine ve her şeye rağmen "düşman topraklar" olması ne demektir bilir misiniz?
Çadırın, tel örgünün, kışla duvarının dışının zihni bir burgu gibi delen "düşman"lığını gecenin kör karanlığında hiç yüreğinizde hissettiniz mi?
Ben 25-26 Mart 1917 gecesi Gazze'nin Beytihanin köyü yakınlarında dedemi vurup yaralayarak esir düşmesine neden olan silâhın tetiğini çeken el ile tam 85 yıl sonra tesadüfe bakın ki yine bir 26 Mart gecesi El-Halil'de Binbaşı Toytunç'u vuran tetiği çeken elin, kabzayı tutan elin, fişeği namluya süren elin, "son tahlilde" hep aynı el olduğunu düşünüyorum.
Dolayısı ile kimse benden "tarafsız" olmamı beklememelidir. Ben "taraf"ım.
Sonraki günlerde yazacaklarımız işte bu gözle okunmalıdır. 5 Nisan 2002
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002