AK Parti Hükümeti, 29 Kasım 2002'de Abdullah Gül başbakanlığında kurulmuştu. O günden bugüne 411 gün geçti. Bir hükümetin performansını değerlendirmek için yeterli bir süre... Nasıl ki bir öğrencinin bir yıl içinde okulda gösterdiği performans, onun başarılı mı yoksa başarısız mı olduğu konusunda yeterli bilgi verirse, hükümetin bu süre içinde yaptıkları da aynı şekilde değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Hükümetin ekonomi dışındaki performansına bir göz atalım: 1) AB uyum paketlerini çıkarmada son derece kararlı ve başarılı. Başbakan Erdoğan, "en büyük idealimiz AB'ye girmektir" sözünün gereklerini yerine getirdi.
2) YÖK Yasası'nın insanileştirilmesi, ÖSS'deki katsayı eşitliği, Kuran kurslarının üzerindeki Demokles'in Kılıcı'nın kırılması, başörtüsü yasağının kaldırılması gibi halkın halledilmesini istediği "özgürleştirme" faaliyetleri konusunda hükümet bir ileri, bir geri adım attı. Sonuç: Sıfır...
3) Dış politikada "zik-zak"lar çizildi... Türkiye'nin dış politikası ABD'ye endekslendi. Dışişleri Bakanı Gül, Tahran ve Şam'a bile ABD'nin mesajlarını götürdü. Kapatılması planlanan İncirlik Üssü, ABD'nin Ortadoğu ve Kafkasya'daki operasyonları için "merkez üs" haline getirildi. Üstelik bütün bunlar Mehmetçik'in başına Süleymaniye'de çuval geçirildikten sonra oldu. Türkiye, Irak'ın kuzeyinde dışlandı. Dış politikada şu ana kadar elde edilmiş "prestijli bir başarı" yok...
Ekonomiye bakış
Gelelim ekonomiye... Hükümetin ekonomide sergilediği performans başarılı mı, değil mi? Nereden baktığınıza bağlı. Eğer ekonomiye Yeni Şafak gazetesinin baktığı açıdan bakarsanız, herşey güllük gülistanlık...
Başbakan'ın eline ilk aldığı gazete olarak takdim edilen Yeni Şafak'ın dünkü birinci sayfasını ele alalım. Coniler binler binler halinde İncirlik'ten geçiyor, Amerikan silahları bir yandan öbür yana naklediliyor ve bütün bunlar "gizli bir anlaşma" ile oluyor, Yeni Şafak'ın umurunda değil. Sayfa birde gündemin ilk maddesiyle ilgili tek bir satır yer almıyor. Peki ne var? Başbakan'ı memnun edecek haberler var... Bu gazete sanki Erdoğan'ın güne mutlu başlaması için çıkarılıyor!
Önce sürmanşetten başlayalım. Sürmanşet şöyle atılmış: "36 ile vergiden teşvik piyangosu". Hükümetin aldığı eski bir karar... İlgili yasa tasarısı Meclis'e sevkedilmiş. Yeni bir durum değil, yani. Rantiyenin bu kadar yaygınlaştığı, yatırım ve üretim arzusunun bu kadar köreltildiği Türkiye'de bakalım bu yasa bir sonuç getirecek mi? Şimdi manşete bakalım: "Güneydoğu'ya Irak dopingi." Irak pazarının açılması Güneydoğu'da hareketliliğe yol açtı. Gerçekten de Amerika'nın Irak'a mabargosu nedeniyle bölge esnafı kan ağlıyordu. Ambargo kalkınca esnafın ve tüccarın yüzü güldü. Hükümetle bir ilgisi ve ilişkisi yok...
Ve Yeni Şafak'ın baba haberi: Bankaların faiz musluğu kesildi. Haberde Albaraka Türk Genel Müdürü Adnan Büyükdeniz'in sözleri öne çıkarılmış... Yeni Şafak editörleri Büyükdeniz'in sözlerinden böyle bir başlığı nasıl çıkarmış, anlayamadım. Sinekten bile bu kadar yağ çıkmaz! Büyükdeniz, faiz oranlarında düşme nedeniyle bankaların bundan böyle reel sektöre daha fazla kredi açacağını söylüyor. Faiz musluğunun kesildiğine dair dile getirdiği bir husus yok...
Dolar bazında rekor faiz
Musluğun kesilmesi demek, faize para akmaması ya da çok az akması demektir! Oysa 2004 yılı bütçesinde Hazine'nin kasasından faize 66 katrilyon gidecek. Bütçenin yüzde 40'ı demek bu...
Öte yandan, Sabah'ın deneyimli ekonomisti Abdurrahman Yıldırım'ın dün aktardığı rakamlara göre, Türkiye dolar bazında yüzde 45 ile en yüksek faizi 2003'te vermiş. Bu bir rekor. Bu oran geçtiğimiz yıl yüzde 33.1; 2001'de de yüzde 0.3 idi. Erdoğan'ın rekoruna dolar bazında en yakın faiz oranını Çiller hükümeti 1995'de vermiş: Yüzde 44.6... Dolar bazında bu kadar yüksek faize can dayanır mı? Yüksek faiz yabancı yatırımcıları çekmiş. Türkiye'ye gelen yabancıların çoğunluğunu emekli fonları oluşturuyor. Emeklilik fonları, Türkiye'de ABD'de kazanacaklarının 10 katını kazanabiliyor. Sanki Türkiye çok zenginmiş gibi... Bu yanlış politikalar neticesinde zenginliğimizi yabancı ülkelere transfer ediyoruz. Bizler fakirleşiyoruz, onlar zenginleşiyor...
Yatırım yok, yemek-içmek yok; borç var
Nitekim, Milliyet'ten Güngör Uras'ın dünkü yazısına "Yemiyoruz, yatırım yok, gene de borçlanmadan yaşayamıyoruz" başlığını atması nafile değil...
Yine rakamları konuşturalım: 2003 yılı Ocak-Aralık arası 12 ayda Hazine 89.3 katrilyon lira para toplayabilmiş. Buna karşılık 123.6 katrilyon lira harcama yapmış. Aradaki açığı kapatmak için rantiyeden yani bankalardan 35.6 katrilyon borçlanmış.
2003 yılı Ocak-Ekim arası 10 ayda yaptığımız döviz harcamaları nedeniyle kasadan 65.5 milyar dolar döviz çıkmış. Buna karşılık döviz kasasına 61.4 milyar dolar girmiş. Aradaki açığı kapatmak için 4.1 milyar dolar borçlanmışız... Aslına bakarsanız yediğimiz içtiğimiz yok. Yatırım yapmıyoruz. Hükümet boyuna vergiyi artırıyor. Neden Türk lirası gelirlerimiz gideri karşılamıyor; içeride borçlanıyoruz? Neden döviz gelirimiz gideri karşılamıyor; dışarıda borçlanıyoruz? Hani biz borçtan kurtulmak için kemer sıkıyorduk? Borçtan kurtulamıyoruz ki. İç borç da artıyor, dış borç da artıyor.
Bu mu ekonomide iyiye gidiş!
Enflasyon meselesi
Bir tek enflasyon rakamları iyi görünüyor. Bunun da izahı çok: Sanayici stoklarını eritiyor ve millette alım gücü olmadığı için ya zararına ya da çok düşük karla satıyor. Zam yapsa ya da biraz fazla karı düşünse, kimsenin bir şey alacağı yok. Öte taraftan işsizlik oranı da düşmediğinden, pazara, çarşıya çıkanların sayısı da artmıyor. Neticede uygulanmakta olan sıkı para politikası sonucunda enflasyon düşüyor.
İhracat patlamış... İhracat rakamları arttı ya! Evet arttı ama ithalat da patladı. Buna ne demeli? Türkiye, 2003 yılında yaklaşık 48 milyar dolarlık ihracak yaptı. Bunun yarısı döviz olarak Türkiye'ye geldi. Diğer yarısı doğrudan ithalata gitti. Yani ihracatçımız ihraç ettiği malını üretebilmek için 24 milyar dolarlık ara mal ithal etti. İhracat değil de, sanki aracılık etmişiz gibi bir tablo var ortada. İlaveten ithalat da 75 milyar doları aştı. Bu kadar dış ticaret açığına can dayanır mı? Burada ciddi bir sorun var... SON SÖZ: Hükümet para, faiz, döviz kuru, ihracat ve ithalat politikalarını tekrar gözden geçirmeli... Aksi takdirde, ekonomide bugün hava sakin esse de, yarın fırtına çıkar, herşeyimizi kaybederiz. Türkiye, kendini fırtına şartlarına göre ayarlamalı. Her yazın ardından sonbahar, sonbaharın ardından da kış gelir! Yazın sıcağına aldanıp, kış hazırlığını ihmal etmeyelim...
Jetlerimiz neden düşüyor?Son yıllarda Türk Hava Kuvvetleri'ne ait çok sayıda savaş uçağı düşüyor, çok sayıda subayımız bu kazalarda şehit oluyor. Son kazayla birlikte geçen on yılda düşen F-4'lerin sayısı 13'e yükseldi. Son 4 yılda düşen F-16 savaş uçağı sayımız ise 6...
Son 3 yıl içinde düşen uçak sayımız, Irak'ı işgal eden ABD'nin kaybettiği uçak sayısından fazla.
Son kaza Manisa'nın Selendi ilçesi yakınlarında meydana geldi. Eskişehir'den önceki gün eğitim uçuşu için havalanan F- 4E tipi savaş uçağı düştü ve pilotlar Yüzbaşı Yandım ve Üsteğmen Ata şehit oldu. F-4'lerin uçuşları geçen yıl kısa süre durdurulmuştu. Düşen uçak İsrail'de modernize edilmiş...
Malum Türkiye ile İsrail arasında varılan anlaşma uyarınca, 54 F-4E, özel radar ve atış sistemleri takılarak modernize edildi. Takma ismi "Terminatör" olan F-4'lerin uçuşları, geçen yıl yakıt kaçağı sorunu nedeniyle kısa süre durdurulmuştu. Uçağın iki pilotu, Genelkurmay'dan yapılan ilk açıklamaya göre, elektrik sistemindeki arıza nedeniyle fırlatma koltuklarını kullanamamış. Demek ki, bu uçaklar tam olarak modernize edilmemiş... Sonuç olarak, savaş uçaklarımızda ciddi bir problemin olduğunu düşünüyorum. Doğu bloku ülkelerinin bile tercih etmediği İsrail'in yaptığı modernizasyonun yeterli olduğunu düşünmüyorum.