Türk edebiyatında, şiirin, romanın, tiyatronun ve hikayenin yanı sıra mektupların çok özel bir yeri olduğunu biliyoruz.
Daha sonraları kitaplaştırılan kimi ünlü edebiyatçılarımızın mektuplarının yaşadıkları döneme ışık tuttukları, çoğunun edebi değeri ile birlikte belge niteliğinde oldukları da bir hakikattir.
Çilekeş Anadolu insanının hayatında ise mektubun apayrı bir yeri vardır.
Askerdeki delikanlıdan gelen asker mektupları, ikincisi gelene kadar özellikle okur?yazar olmadığı halde anaların elinde öpüp koklanan, asker oğlunun kokusunu taşıyan ve mektuptan çok çok öte bir şeydir.
Asker yolu bekleyen eşler ve nişanlılar için mektubun ne anlama geldiğini anlatmak ise kelimelerin takatini aşmaktadır.
Evrakları karıştırırken, rahmetli babamın kendine has el yazısı ile yazdığı bir mektuba rastlayınca benim 'mektup' hassasiyetim tekrar depreşmiş oldu.
70'li yıllarda Erzurum'dan kalkıp İstanbul'a ilim tahsiline geldiğimde, annemin sıkı tembihi üzerine sıkça yazdığım mektuplarımın cevabını genellikle rahmetli kardeşim Muhlis yazardı ama bazen de babamın el yazısı ile gelirdi cevaplar.
Rahmetli babam, 1920 doğumlu idi ve Kars'ın Kağızman ilçesine süvari olarak ve tam üç sene yaptığı askerlikte öğrenmişti okumayı ve yazmayı.
Yazdığı el yazısı örneğine lise yıllarımda sadece bir?iki öğretmenimizde rastlamıştım.
Elimdeki örnekte olduğu gibi babam sürekli mektuplarına şu cümle ile başlardı:
"Yüksek bir Türk gencine takdimdir?"
Düşünün ki 1974?75 eğitim?öğretim yılında Gazi Osman Paşa İmam?Hatip Lisesinin birinci sınıfına başlamış olan Aziz Karaca'ya hitaben; "Yüksek bir Türk gencine takdimdir" diye mektup geliyor, ne kadar onurlandırıcı ve özgüven aşılayıcı bir ifade değil mi?
Yıllar yılları kovalayacak, liseden sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitireceğiz, 83' yılında yayın hayatına başlayan ve halen yayınını sürdüren İcmal Dergisinin yazarları arasında yer alacağız ve 92 yılında yine 'İcmal' yayınları arasında çıkan "Yüreğime Su Yürür" adlı şiir kitabımıza da "Sıladan Mektup" diye bir şiir yerleştireceğiz.
Buyurun:
Haber sorar isen bizim illerden;
Paralar pul oldu, daha ne deyim?
Kentsoylular yazın pikniğe çıktı;
Ormanlar kül oldu daha ne deyim?!
Meydanda aslanlar bulunmayınca;
Tilkiler koşturdu, boylu boyunca.
İnsanlık yalana teslim olunca;
Yeşiller al oldu daha deyim?!
Arsızlık, hırsızlık çıktı zirveye;
Rüşvetin adı da oldu 'hediye'
Su içmedik 'aman yanarız' diye
Öldüren bal oldu, daha ne deyim?!
Bu cennet vatanı ettiler talan;
Umutları bir bir ettiler yalan.
Her taşın altından çıkacak yılan,
Tutacak dal oldu daha ne deyim?!
Servet, aktı durdu belli ellere;
Çılgınlık ve israf, destan dillere.
Açlıktan kıvranan nice binlere,
Geceler yıl oldu daha ne deyim?!
Süper pirim veriliyor vahşete;
Zulmü duyduk, gördük düştük dehşete.
Şehvete, şöhrete ve de şirrete,
İnsanlar kul oldu daha ne deyim?!
Kucağında hasta, yangın yüreği;
Yoksul, yetim geçemedi dereyi.
Zengin şöyle gösterince parayı,
Dağlar da yol oldu daha ne deyim?!
Hakkı?adaleti az gözet dedik;
Sömürüp?semirmek rezalet dedik.
Biraz ahlak dedik, fazilet dedik,
Yakınlar el oldu daha ne deyim?!
Dedik; artık gerçekleri görelim;
Merd ile namerdi ayırt edelim.
Söyleyin; neyleyip, nasıl edelim;
Diller hep lal oldu daha ne deyim?!
Bu ülkenin, towprağına, taşına;
Bu diyarın ekmeğine aşına;
Aziz Karaca'nın gözü yaşına,
Sanki bir hal oldu daha ne deyim?!
Daha sonraları kitaplaştırılan kimi ünlü edebiyatçılarımızın mektuplarının yaşadıkları döneme ışık tuttukları, çoğunun edebi değeri ile birlikte belge niteliğinde oldukları da bir hakikattir.
Çilekeş Anadolu insanının hayatında ise mektubun apayrı bir yeri vardır.
Askerdeki delikanlıdan gelen asker mektupları, ikincisi gelene kadar özellikle okur?yazar olmadığı halde anaların elinde öpüp koklanan, asker oğlunun kokusunu taşıyan ve mektuptan çok çok öte bir şeydir.
Asker yolu bekleyen eşler ve nişanlılar için mektubun ne anlama geldiğini anlatmak ise kelimelerin takatini aşmaktadır.
Evrakları karıştırırken, rahmetli babamın kendine has el yazısı ile yazdığı bir mektuba rastlayınca benim 'mektup' hassasiyetim tekrar depreşmiş oldu.
70'li yıllarda Erzurum'dan kalkıp İstanbul'a ilim tahsiline geldiğimde, annemin sıkı tembihi üzerine sıkça yazdığım mektuplarımın cevabını genellikle rahmetli kardeşim Muhlis yazardı ama bazen de babamın el yazısı ile gelirdi cevaplar.
Rahmetli babam, 1920 doğumlu idi ve Kars'ın Kağızman ilçesine süvari olarak ve tam üç sene yaptığı askerlikte öğrenmişti okumayı ve yazmayı.
Yazdığı el yazısı örneğine lise yıllarımda sadece bir?iki öğretmenimizde rastlamıştım.
Elimdeki örnekte olduğu gibi babam sürekli mektuplarına şu cümle ile başlardı:
"Yüksek bir Türk gencine takdimdir?"
Düşünün ki 1974?75 eğitim?öğretim yılında Gazi Osman Paşa İmam?Hatip Lisesinin birinci sınıfına başlamış olan Aziz Karaca'ya hitaben; "Yüksek bir Türk gencine takdimdir" diye mektup geliyor, ne kadar onurlandırıcı ve özgüven aşılayıcı bir ifade değil mi?
Yıllar yılları kovalayacak, liseden sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitireceğiz, 83' yılında yayın hayatına başlayan ve halen yayınını sürdüren İcmal Dergisinin yazarları arasında yer alacağız ve 92 yılında yine 'İcmal' yayınları arasında çıkan "Yüreğime Su Yürür" adlı şiir kitabımıza da "Sıladan Mektup" diye bir şiir yerleştireceğiz.
Buyurun:
Haber sorar isen bizim illerden;
Paralar pul oldu, daha ne deyim?
Kentsoylular yazın pikniğe çıktı;
Ormanlar kül oldu daha ne deyim?!
Meydanda aslanlar bulunmayınca;
Tilkiler koşturdu, boylu boyunca.
İnsanlık yalana teslim olunca;
Yeşiller al oldu daha deyim?!
Arsızlık, hırsızlık çıktı zirveye;
Rüşvetin adı da oldu 'hediye'
Su içmedik 'aman yanarız' diye
Öldüren bal oldu, daha ne deyim?!
Bu cennet vatanı ettiler talan;
Umutları bir bir ettiler yalan.
Her taşın altından çıkacak yılan,
Tutacak dal oldu daha ne deyim?!
Servet, aktı durdu belli ellere;
Çılgınlık ve israf, destan dillere.
Açlıktan kıvranan nice binlere,
Geceler yıl oldu daha ne deyim?!
Süper pirim veriliyor vahşete;
Zulmü duyduk, gördük düştük dehşete.
Şehvete, şöhrete ve de şirrete,
İnsanlar kul oldu daha ne deyim?!
Kucağında hasta, yangın yüreği;
Yoksul, yetim geçemedi dereyi.
Zengin şöyle gösterince parayı,
Dağlar da yol oldu daha ne deyim?!
Hakkı?adaleti az gözet dedik;
Sömürüp?semirmek rezalet dedik.
Biraz ahlak dedik, fazilet dedik,
Yakınlar el oldu daha ne deyim?!
Dedik; artık gerçekleri görelim;
Merd ile namerdi ayırt edelim.
Söyleyin; neyleyip, nasıl edelim;
Diller hep lal oldu daha ne deyim?!
Bu ülkenin, towprağına, taşına;
Bu diyarın ekmeğine aşına;
Aziz Karaca'nın gözü yaşına,
Sanki bir hal oldu daha ne deyim?!
Aziz Karaca / diğer yazıları
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Nice ayıplara şahit oldu Ramazan / 17.03.2024
- Tüm insanlığa açık bir beyandır Ramazan / 16.03.2024
- Dert çok hemdert yok ise işte Ramazan / 15.03.2024
- Her anımıza dolsa Ramazan / 14.03.2024
- Hak’tan bize fermandır Ramazan / 13.03.2024
- Bütün düğümleri çözer Ramazan / 12.03.2024
- Müjdelerle kapımızı çalsa Ramazan / 11.03.2024
- İz bırakanlar ve is bırakanlar / 10.03.2024